*Wright Thompson’ın kaleme aldığı bu yazı, ESPN’de yayımlandı.
Santa Croce Bazilikası’nın dışındaki meydanda toplanmış binlerce kişi, mor Fiorentina atkılarını bağlamış bir şekilde yas tutuyordu. Bu kilisenin yapımına 1294 yılında başlanmış. Ve bunun üzerinden yedi yüzü aşkın yıl geçmişken, şu an burası, bu şehrin kalbini kazanmış birine Floransa’nın veda ettiği yer oluyordu. Santa Croce; aynı zamanda Michelangelo, Galileo ve Machiavelli gibi tarihte yer etmiş önemli insanların cenazelerinin de bulunduğu bir yer. Perşembe günü saatler sabah 10:00’u gösterdiğinde, Fiorentina kaptanı Davide Astori’nin naaşını taşıyan beyaz bir Maserati, Santa Croce Bazilikası’nın görkemli merdivenlerinde duruyordu.
Taraftarlar ve vatandaşlar, polis barikatını aşmaya çalışıyordu. Boyunlarındaki atkıları çıkarmış yukarıda tutuyorlardı. Ön sıradakiler gözlerinden akan yaşları siliyordu. Taziyelerini iletmek için orada bulunan ünlü futbolculara saygı göstermek için yapılan kibar ve sakin alkışlar dışında, herkes sessizliğini koruyordu. Dante’nin heykelinin tepeden baktığı kalabalık ve içinde Serie A kulüplerinin de gönderdiği büyük cenaze çelenkleri meydanı kaplıyordu. Fiorentina’ın en azılı rakibi Juventus bile beyaz gül ve zambak demetlerinden oluşan bir çelenk göndermişti. Meydana bakan ve bayrakların asılı olduğu balkonlarda da birçok kişi, capitano’nun hatırası için toplanmıştı.
Kalabalık sessizdi. Ta ki Arno Irmağı ve meydan arasında uzanan caddede bir grup erkek belirene kadar… Herkes, onların kim olduklarını anlamıştı.
Juventus futbol takımı, Floransa’ya gelmişti.
Önceki akşam Londra’da Şampiyonlar Ligi maçına çıkmışlardı. Buna rağmen, şaşırtıcı sayıda oyuncudan oluşan güruh meydana doğru beraber yürüyordu ve kiliseye doğru giriyordu. Hüzünlü kalabalık, düşman gördükleri bu kulübün oyuncularının, törene katılmak için oldukça uzaktan ve hızlı geldiklerini anladığında, bir alkış başladı. Çabucak yayılmıştı. Alkışın gürültüsü, Santa Croce’nin içindeki pederlerin duyabileceği seviyeye ulaşana kadar, artarak devam etti.
Juventus kalecisi Gigi Buffon, kalabalığa doğru baktı ve şükranlarını sundu.
Doğal sebeplerden dolayı, uykusunda hayatını yitiren Davide Astori’ye için son görevini yapmak üzere tüm İtalya futbol dünyası için hayat durmuştu. Astori, arkasında karısı Francesca ve küçük kızı Vittoria’yı bırakmıştı. Yalnızca 31 yaşındayken gerçekleşen ani ölümü, taraftarları ve muhtemelen kendilerini bir kaosun içine sürüklenmiş halde bulan oyuncu arkadaşlarını büyük bir şoka uğratmıştı.
Astori çok gençti. Sekiz yüz yıl kadar geçmişe uzanan gelenek ve ritüellere sahip, kendisinin “evim” dediği şehir ise bir o kadar yaşlıydı. Bu iki buz gibi gerçek, meydandaki bu görüntüyü oluşturacak şekilde bir araya gelmişti. Resmi bir törendi. Erkek ve kadınlar, yöreye ait olan, tüy ve canlı renklerden oluşan geleneksel kıyafetlerini giymişti. Trampet ve bayrak taşıyorlardı. Ailesi cenaze arabasının yanındaydı. Annesi, arabanın birkaç metre uzağında, insanların bakışlarını üzerinde topluyordu.
Bu büyük yas, Floransa dışında yaşayan insanların anlayamadığı bir durumdu. Astori tabii ki iyi bir oyuncuydu, ancak çok iyi bir oyuncu değildi ve takımla sadece üç sene geçirmişti. Fakat buradaki insanların ülkeden çok yaşadıkları şehri önde tuttuğunu göz önünde bulundurunca, Astori’nin koluna taktığı o kaptanlık bandı, Floransa’nın her yerinde rezonansı yüksek bir sorumluluğa sahip olmasını sağlamıştı. Kendisini, bilinen, görünen ve dokunulabilen birisi yapmıştı. Çok konuşan veya öne çıkan biri olmamıştı. “Az ama öz konuşurdu.” diyor yerel gazetecilerden Paolo Caselli ve ekliyor, “Hayır, bla bla bla…”
Bazen, Floransalılar kendi şehirlerinde yabancı gibi hissedebiliyor. Burası, dünyanın Orta Çağ zamanlarından kurtulduğu yer. Uffizi gibi müzelerden Santa Croce gibi kiliselere kadar uzanan tarihin kalıntıları, şehirde yaşayanları azınlıkta bırakacak turisti ve öğrenciyi buraya getiriyor. Eski ve bir o kadar da kalıcı halk sınıfı ise şehri daha da bölüyor. Bu yüzden Fiorentina, herkesin tek ortak noktası. Floransa yüzyıllar öncesinde bir şehir devletiydi ve hala o zamana ait içe dönük anlayışı koruyor. Tören gününde, Sant’Ambrogio marketindeki kasap dükkanında et keserken, Alessio Francesco şu yaygın sözü dile getiriyor: “Floransa benim başkentim ve Fiorentina benim milli takımım.”
Juventus için yapılan bu alkışlamayla alakalı sözler şehre çabuk yayıldı. Şehrin eskileri için bu, içinde ufak da olsa bir umut barındıran meltem gibiydi. Ülke çok zorlu bir seçim sürecinden yeni çıkmıştı. Bu seçimde diğer birçok ülkeyi kasıp kavuran çoğulculuk anlayışının yükselişi görülmüştü. “Bu bir mucize.” diyor Caselli. “Floransa’da Juventus için alkış? Asla, asla, asla… Bugün, bir mucize gerçekleşti.”
Birkaç saatliğine, Floransalılar meydanı etrafta kamera ile dolaşan turistlerden devralmıştı. Eski ritüeller de onlarla beraberdi. Meydana ilk gelen insanlar, Astori forması satmak için tezgahlarını kurmuş seyyar satıcıları görmüştü. Taraftarlar ise onları bugünkü trajediden iş yapmama konusunda uyarıp oradan uzaklaşmalarını istemişti.
Tören başlamıştı. Kilisenin etrafındaki dev hoparlörler, töreni kalabalığa aktarıyordu.
Kilise papazlarından biri, kalabalığa seslendi. Bu kilise içinde mezarı bulunan ünlü Floransalılar’dan bahsedip, Davide Astori’nin de onlardan biri olduğunu belirtti.
Sonrasında Astori’nin kardeşi Marco, konuşmaya yapmaya çıkmak için yerini aldı.
Nefes alışverişi düzensizleşti, ağzından kelimeleri çıkarmakta güçlük çekti. Önce, gelen tüm oyunculara sonra da meydanda toplanmış kalabalığa teşekkürlerini iletti. Kalabalık ona Santa Croce’nin içindeki herkesin duyabileceği büyük bir alkış tufanıyla karşılık verdi. İkinci ve son konuşmacı ise takım arkadaşı Milan Badelj’di. Badelj, konuşmasını bir hikâyeyle bitirdi. Astori’nin antrenman tesislerine gelen ilk oyuncu olduğunu ve ağırlık odasının ışıklarını ilk açanın hep o olduğunu söyledi.
“Benim için…” dedi Badelj, “… ışığın kendisi sensin.”
Papaz, hüzünlü kalabalıktan ona veda etmelerini istedi.
Kilisenin önünde bulunan naaşa baktı.
“Davide, huzur içinde uyu.”
Törenin sonuna gelindiğini anlayan taraftarlar, büyük bayraklarıyla meydanın tam ortasında düz bir şekilde dizildiler. Hoparlörlerden bir sopranonun cenaze marşını söyleyişi duyuluyordu. Hüzünlü sesi, meydana doğru bakan hardal renkli binalar arasından süzülüyordu. Kalabalık bir kez daha boyunlarındaki atkıları çıkarıp havaya kaldırmıştı. Kilisenin çanları çalıyordu. Ortada toplanan taraftarlar bayraklarını sallamaya başlamıştı. Yakılan meşalelerden süzülen mor duman, havaya süzülüyordu. En ketum olarak bilinen gazeteciler bile, gözyaşlarını tutamıyordu.
Kalabalığın ortasında bir taraftar ise elinde bir pankart tutuyordu: “Daima kalbimizdesin kaptan.”
Kiliseden dışarı çıktıklarında, Davide Astori’nin ailesinin karşılaştığı manzara işte buydu. Naaşının bulunduğu tahta tabut omuzlara alınmış bir şekilde Santa Croce’nin ön kapısından dışarı çıkarken, bütün tören boyunca sessizliğini korumuş kalabalık, hep bir ağızdan Fiorentina tezahüratını söylemeye başladı. Bazıları için bu tezahürat, bir marştı.
“Marş adeta bir duaydı.” Diyor Caselli.
Taraftarlar büyük bayraklarını sallarken, bütün meydanı yakılan meşalelerden süzülen mor, pembe ve beyaz renkler ve barut kokusu kaplamıştı. Tabutu taşıyanlar durup, yerine koyup, marşın bitmesini bekledi. Sonrasında ise yavaş bir şekilde cenaze arabasına doğru yürüdüler.
Kalabalık bağırıyordu: “Capitano! Capitano! Capitano!”
Cenaze arabasına demet demet çiçek atılıyordu.
Atılanlar arasında mor atkılar da vardı.
Cenaze görevlisi, atılanları bir araya toplayıp, tabutun üzerine doğru yerleştiriyordu.
Astori’nin annesi ise kalabalığı öpücükleriyle selamlıyordu.
Cenaze arabası ilerlemeye başladığı an ise, taraftarlar bağırmaya başlamıştı: “Bizimle kal! Bizimle kal!”
Sonrasında ise, dışarıdan bu şehre gelen birine bir Floransalı’nın yapabileceği en büyük iltifat ve aynı zamanda bahşedilebileceği en önemli şereflerden birisi olan şu sözleri, kalabalık hep beraber söylemeye başladı:
“Davide Astori… bizden biri! Davide Astori… bizden biri!”
Otuz dakika sonrasında, turistler ve güvercinler haricinde meydanda kimse kalmamıştı. Az önce olanlar, kilisenin dışında toplanmış kalabalıkta bulunan insanları asla unutmayacakları bir an olması dışında, hiç olmamış gibiydi. Zamanında anne ve babalarının onlara öğrettiği şekilde, vatandaşlık görevlerini yerine getirmişlerdi. Şehir yönetimi, vatandaşlardan ve dükkan sahiplerinden saat tam 13:00’da bir dakikalığına ışıkları kapatmalarını rica etmişti. Yani, Astori’nin forma numarasını gösteren saatte. Ve olan da buydu. Fiorentina bayrakları ve posterlerinin arasındaki Sant’Ambrogio marketinin kasabı Alessio, saygı duruşundan bir-iki dakika önce bana şöyle demişti:
“Benim için, ‘Dante’ gibi bir futbolcuydu.”
Sonrasında akrep ve yelkovan, 13:00’ü gösterdi. Alessio, bulunduğu tezgahtan uzaklaştı ve dükkanındaki ışıkları kapattı. Marketteki herkes, aynı şeyi yaptı. Bir dakika sonrasında ise, market tekrardan hayata döndü. Meydanda bulunmuş insanların Trattoria da Rocco’da oturduğu masada ise şaraplar açıldı, kadehlere koyuldu ve hep bir ağızdan Fiorentina marşını söylemeye başladı.
Çeviri: Gökhan Önder Aksu