‘Adanalı Ronaldo’yu biliyorsunuz. Futbolla içli dışlı olan herkes tanır. Şöhret olmasını bir yere kadar anlayabilmiştim. Kendisiyle röportaj yapan, çayırlıkta çalım deneyen bir gençti. Hâliyle ilgi çekmişti. Fakat devamında, Ronaldo ile benzerliği akılda kalan tek özelliği olunca, halkın bu şaşkınlıkla süslenmiş ilgisi beni daha çok şaşırtmıştı. Sonuçta Türkiye’de her mahallede bir Ronaldo ve bir Messi vardı. Ronaldo, bizde de var…
Emre’yi ilk defa bir halı saha maçında görmüştüm. 2003 yılıydı. Pierre Van Hooijdonk’un Trabzonspor’a frikik golü attığı maçın hemen ardından toplanmıştık. Sahne sırası bizdeydi. Maçın sonucunu hatırlamıyorum; kazandık mı yoksa yenildik mi emin değilim, ama Emre’nin çalımlarını hâlâ hatrlıyorum. Ben sol bektim, o karşımdaydı. Lisanslı futbolcu olsaydım o gün lisansımı yırtabilirdim ama biz her hafta maç yapmaya devam ettik.
O zaman bilmiyorduk ama seneler sonrasında fark edince çok gülmüştük. O halı saha maçının bir gün sonrasında Cristiano Ronaldo ilk kez Manchester United forması giydi. Nasıl oynadığına dair hiçbir fikrim yok. İlginç bir tesadüftü. Biz o senenin kış aylarında, halı saha maçlarını seyrekleştirmiştik, baharla beraber yeniden düzene girmiştik. Fatih Terim istifa etmiş, Galatasaray için sezon sona ermişti. O nedenle ekibin Galatsaraylıları için, halı saha maçları daha büyük önem kazanmıştı. O döneme kadar Galatasaray ürünleriyle maça gelen Emre; bir gün Ronaldo formasıyla geldi. Manchester United’ın yedek oyuncusunun forması için para vermişti. Ne gerek vardı ki? O günlerde topla varyete yapan bir futbolcudan daha fazlası olamayan Ronaldo forması, sahada aynı meziyetlere ve aynı oyun görüşüne sahip olan ‘halı saha topçusu’ Emre’nin üzerine bire bir oturuyordu!
Fazla uzatmaya gerek yok; bizim mahallenin Ronaldo’su oldu. Ronaldo büyüdükçe büyüdü, dünyanın zirvesine çıktı. Emre onun en büyük hayranı oldu. Zaten aramızdan da ilk o sevmişti, onun hakkıydı. Ronaldo gol atınca, Emre kendi kardeşi gol atmış gibi seviniyordu. Ronaldo Real’e gidince Real Madrid formasını da aldı. Bu sefer şaşırmadık. Zaten ilk o almalıydı, mahallede ilk o giymeliydi. Hatta bize kalsa Ronaldo’nun imzanın hemen ardından ona bir tane göndermesi lazımdı!
Emre’ye göre Ronaldo dünyanın en iyi futbolcusuydu. Aksini düşünenlerle sabaha kadar tartışırdı. Ben aksini düşünsem bile onunla tartışmaya girmezdim. Gerek yoktu. O öyle bir sevgiye sahipti. Biraz körü körüne düşünmeliydi. Normal ve sağlıklı olan buydu! Onunla tartışmaya girmek kimseye bir şey kazandırmazdı.
Sokağa çıkınca çok net görülüyor; her mahallede bir Ronaldo var. Bir zaman sonra her mahalleden Messi de çıktı. Bizim mahallenin Messi’si Ömer mesela; ama onun fiziksel özellikleri de Messi’yi andırıyor. Bu arada konunun-yazının Ömer ile hiç alakası yok. Ama futbolun konuşulduğu her mahallede hem bir tane Ronaldo, hem bir tane Messi olmalı. O yüzden ‘Adanalı Ronaldo’ beni şaşırtmazken, ona gösterilen ilgi şaşırtıyor.
Beni asıl şaşırtan olay ise geçtiğimiz günlerde yaşandı. Emre ile buluştuk. Konu tabi ki futbol. Çay içip, sezon değerlendirmesi yapıyoruz. Ağırlık Türkiye Ligi. Uzun bir vakti oraya ayırdık. Sonra ufaktan Avrupa’ya girdik. Şampiyonlar Ligi finali, Premier Lig, Arda Turan transferi, sezon hazırlıkları.., Her şeyden bahsettik. Ardından kısa bir sessizlik oldu. Tam olarak neden bahsediyorduk emin değilim. Sessizliği bozan ben oldum.
– Ya Emre be, Messi sanki Ronaldo’yu biraz geçti be…
Bunu kendi düşüncem olduğu için söylememiştim. Biraz karşımdaki fanatiği yoklamak istedim. Bakalım ne tepki verecekti. Canım sıkılıyordu, çok üstüne gitmezdim ama hararetli bir tartışma ortamı da keyiflendirebilirdi. Tam tersi oldu…
– Ne birazı abi, baya geçti.
Aslında o mimiği, suratının hâlini anlatmak lazım ama o anın tasviri kolay değil. Kesinlikle üzgün değildi. Yani hayranı olduğu adamın geriye düşmesi onu üzmüyordu. Daha kötüsü; sinirleniyordu. Ronaldo’ya kızıyordu. Sanki ilk antrenörü gibi, sanki babası gibi… Ronaldo’nun bütün eksiklerinden(!) bahsetmeye başladı. Her frikiğe vurmasından, sadece fiziksel gücünü kullanmasından, takımı fazla düşünmemesinden.. Sanki şampiyonluğu kaybeden takımı soyunma odasına ıslıklarla uğurlayan bir taraftar gibiydi… Sonra sıra Messi’ye geldi.
“İnsan değil abi” dedi. ”Yaptıklarına anlam veremiyorum, tekrar tekrar izliyorum.”
Sonra cebinden akıllı telefonunu çıkardı. Hemen Messi’nin Bayern’e attığı golü açtı. Hem golü izliyoruz hem de Emre bana golü analiz ediyor.
– Bak herkes Boateng’e attığı çalımdan bahsediyor ama orada bir şey yok. Klasik Messi, hızını kullanmış, adam da penaltı yaptırmamak için öyle düşüyor. Çok abartılacak bir durum değil. Ama şu vuruş yok mu… Topa nasıl vuruyor öyle, inanılmaz. Bunu Ronaldo yapamaz. Topun gittiği yer en ölü nokta. Ne yukardan aşırtma, ne yerden hafif kaldırma. Tam ortaya. Üstelik karşındaki de Neuer, boş kaleci değil.
Şaşırdım. Golde kimsenin konuşmadığı noktaya parmak basmasına değil. Ondan böyle bir Messi övgüsü gelmesine.. Olacak iş değildi. Yılların Ronaldo hayranı olarak bu cümleleri kurması, hızını alamayıp Messi övgülerine başlaması… Mahallenin diğer çocuklarına anlatsam inanmazladı. Sordum, ”Ne oldu oğlum sana” dedim. Gönül Yarası filmindeki o sahnenin vurucu cümlesini anımsattı:
– Messi’ye hakkını vermek için illa ‘Messi’ci olmaya gerek yok ki… Adam bambaşka bir futbolcu ve biz onu her hafta izleyen kuşağız. Bundan daha büyük zevk yok!