Olimpiyat için Socrates benden yazı istediğinde, telefonda İnan Özdemir’in sesiyle aklıma geldi; “abi hani sen Michael Phelps ile ilgili bir yazı yazmıştın.” Yazıyı hatırlıyorum, ama tabii 2008’de yazılan sıradan bir yazı -her ne kadar yayımlanan ilk spor yazılarımdan biri olarak benim için önemli olsa da- öyle ezberden hatırlanmıyor. “Yahu sekiz sene oldu” dedim, “Yine mi o yazı?”
Phelps’in olimpiyat tarihinin en büyük başarısını genişleterek 20. ve 21. altınlarını kazandığı sabaha karşı düşündüklerim, beni o yazıya geri döndürdü -bunun son olacağını umuyorum-. Yazım hatalarıyla ve tecrübesizlikle dolu o yazıda her olimpiyatın bir ruhu olduğundan bahsetmiş ve çekingence de olsa bunu dönemin siyasetiyle bağdaştırmaya uğraşmışım. Şimdi belki bunu daha ayakları yere basarak yapmak mümkün olacak (ya da sekiz sene sonra bu yazı da tashih yiyecek).
Beijing 2008 yapıldığında, dünya 11 Eylül 2001’le başlayan bir dönemi yaşıyordu. Tek kutuplu dünya anlayışının tüm yer kürede rıza bulduğu, Amerika’nın gerçek bir hegemon olarak kendi -dışarıdan o kadar hoş gözükmese de- kendi ütopyasını yarattığı bir dönemdi bu. Michael Phelps, bu dönemin tam içine, bu Amerika’yı tam temsil eden bir kahraman olarak doğdu. Tıpkı temsil ettiği dünya gibi, kendisi de hegemonikti. İster sevin, ister sevmeyin, üstünlüğünü kabul ediyordunuz. Zira, bunu tehdit edebilecek hiçbir şey yoktu. Ona karşı gösterilebilecek direnç, Milorad Çaviç’in derecesini bilgisayara kaydetmesine engel olan parmak ucu kadar zayıftı. Phelps’in temsil ettiği şey mükemmellik ve tartışılmaz üstünlüktü.
2008’den sonra dünya hızla değişmeye başladı. Küresel resesyon, Amerika’nın Ortadoğu’da saplandığı batak, Obama’yla beraber Amerikan hegemonyasının gevşemesiyle yeni bir dünyada yaşamaya başladık. İlginç bir tesadüf olarak Phelps de eş zamanlı olarak teklemeye, mükemmel bir dünyanın temsilcisinden ziyade insan olduğunu hissettirmeye başladı.
2016’ya geldiğimizde 2000’lerin artık sonuna geldiğimizi görüyoruz. Dünya bir gayyâ kuyusu, kimse nereye gittiğini bilmiyor. Amerika için de aynısı geçerli. Birkaç ay sonra ülkeyi gelmiş geçmiş en tehlikeli delilerden birinin yönetme ihtimali var. Amerikan toplumunun yarısı bunu isterik bir tutkuyla, diğeri ise benzer şiddette bir korkuyla bekliyor. Dünyanın kalanı da farklı değil. Rahmetli Hobsbawm hayatta olsa herhalde bu dönemi “Aptallıklar Çağı” olarak adlandırırdı.
Dünyanın tepetaklak yuvarlandığı bu dönemde, Phelps de kendine ayrılan sürenin sonuna geldi. Ya da en azından şu ana kadar olduğu şekliyle. Olimpik kariyerini tarihin en başarılı sporcusu olarak tamamlayacak. Bunu hak etmediğini söylemek mümkün değil. Hakkını verelim, kendisini yaratan zamanın ruhundan daha uzun süre dayandı. Bu az bir şey değil.
2008’de Phelps’i ve benzerlerini (ki aklıma ilk olarak Roger Federer, Tiger Woods ve Lance Armstrong geliyor) “plastik kahramanlar” olarak tanımlamıştım. Bu tanımlamanın arkasında duruyorum. 2000’ler spor kahramanlarının proje olarak yaratıldığı ve hegemoniklik derecesinde tartışmasız bir üstünlük iddiası kurdukları bir dönemdi. Her hareketleri, her sözleri -kriz anları haricinde- planlı, tahmin edilebilir ve her koşulda mükemmeldi. Başarı hissi pazarlanabilir bir üründü ve bu karakterler bunun başlıca aracı oldular. Zamanın ruhunun bir üretimiydi bu. Muhammed Ali ne kadar 1968 ise, Phelps ve diğerleri o kadar 2000’lerdi. Sanıyorum bu dönemin bitişini işaretleyecek olay, “tarihin en büyük sporcusu” (ki “başarılı” için “büyük” sıfatını kullanmamak gerektiğini 2008’de de söylemiştim) olarak gösterilen Lance Armstrong’un aslen tarihin en büyük (ve başarılı?) sahtekarı olduğunun ortaya çıkması oldu. Armstrong’un doping röportajı, Berlin Duvarı’nın yıkılışı kadar ikonik bir andı. İronik olan ise, tüm kariyeri yapay olan “büyük Teksas sahtekarı”nın bitişinin de olabilecek en plastik, Oprah kadar plastik, biçimde olmasıydı.
Yine hakkını yemek istemem. Phelps’i Armstrong gibi dev bir yalancıyla kıyaslamak çok adil değil. Phelps ne kazandıysa bileğinin hakkıyla kazandı ve bu nedenle övülmeyi hak ediyor. Muhtemelen, birkaç kuşak, onun kadar başarılı bir sporcu daha görmeyeceğiz. Ancak kariyerinin bir küratörün elinden çıkmışlığı konusunda yine de bir benzerlik olduğunu da kabul edelim.
Michael Phelps, bu yazının yazıldığı sabaha karşı 20. altınını kazanıp ailesiyle kucaklaştığında, yarışı sunan TRT spikeri Hünkar Mutlu’nun ağzından yanlışlıkla “Michael Jackson” adı çıktı. Bu aslında Hünkar’ın bilinçaltının mevzuya isabetli bir müdahalesi sayılabilir. Zira Michael Phelps, gerçekten Michael Jackson. Tabii ki sonunu kast etmiyorum, dilerim ki Phelps uzun ve mutlu bir hayat yaşar. Michael Jackson’ın -yine bir başka hegemonik dönemde- bize sunduğu hesaplı mükemmellikten ve arkasında saklananlardan bahsediyorum. Aynı şey Elvis için de söylenebilir. Elvis Nixon’ı, Jackson Reagan’ı, Phelps ise Bush’u temsil ediyor biraz.
Önümüzdeki dönemde çıkacak spor kahramanlarının Phelps kadar başarılı olup olmayacağını bilmiyorum. Ama onun kadar “mükemmel” olmayacaklarını tahmin ediyorum. Zamanın ruhu, sanki çok daha sorunlu ve yönetilemeyen, ama daha “insan” karakterler çıkartacak. Bu yalnızca bir tahmin. Karşımıza bir koşan, yüzen ya da atlayan bir Trump çıkarmamasını diliyorum.
Phelps’in geleceğiyle ilgili, yine bu sabaha karşı okuduğum Milorad Çaviç röportajından alıntı yapmak isterim. Çaviç, 2008’deki o kazanıp parmak ucunun dirençsizliğiyle kaybettiği yarışın hayaletiyle boğuşurken önemli şeyler söylüyor Phelps hakkında. Bu yazıdaki bazı fikirler onun sözlerinden ilham aldı. Bitirişi de onun sözleri üzerinden yapayım. “Phelps başka şeylerde de çok başarılı olabilecek kapasiteye sahip. Asıl soru dünya ona bunu yapmasına izin verecek mi? Dünya onun bir insan olarak devam etmesine müsaade edecek mi?” Bu soruya benim cevabım, daha doğrusu tahminim çok müspet değil.
Phelps, hayatının bundan sonraki kısmında sosyal travma yaşayan, üstelik diğer büyük spor kahramanı (Armstrong) tarafından gaddarca aldatılmış bir Amerikan toplumuyla yaşamak zorunda. O her ne kadar ailesiyle sakin ve insanca bir hayat yaşamak istese de, bugün bu hakkı kaybetmiş olabilir. Phelps’in mutlu aile tablosunun “mükemmel” kariyerinin son karesi olması bu anlamda ürkütücü. Zira, Amerikan halkı önümüzdeki muhtemel delilik döneminde, geride kalan döneme nostaljik takıntılarla her saldırdığında bu kare de onun parçası olacak. Phelps’in bununla mücadele edebilmesini diliyorum. Belki de bundan sonra olacaklar onu “başarılı” olmaktan “büyük” olmaya taşır. Kim bilir?