Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

FutbolBeyaz Sayfa

Leicester City'nin tarihi başarısı bizim açımızdan neler ifade ediyor?

Şubat ayında, “Acaba şampiyon olabilirler mi?” sorularının telaffuz edilmeye başlandığı dönemde Leicester City, Liverpool ile unutulmaz bir maça çıktı. Maçı unutulmaz kılan, hayat hikâyesi şu an yapım aşamasında olan bir Hollywood filmine kaynaklık eden Jamie Vardy’nin uzaktan attığı goldü. Riyad Mahrez’in uzun pasında Vardy pek kimsenin hayal etmediği şeyi yapıyor, çok zor bir açı ve uzak mesafeden kaleye müthiş bir füze yolluyordu.

Bu, hiç kuşkusuz sezonun en muhteşem golüydü. Kutay Ersöz, sıcağı sıcağına kaleme aldığı yazıda golün gelişiminden bahsediyor, o jeneriklik anda Leicester City’nin bazı sırlarının saklı olduğunu ifade ediyordu. Yazının en önemli kısmı ise bu değildi. Aynı mücadelede Leicester’ın Barcelona’yı andıran bir paslaşmaya girdiği bir bölüm vardı. O andan çıkan bir Vine, bütün sosyal medyayı kasıp kavuruyor, “İşte takım bu” nidalarıyla elden ele yayılıyordu. Oysa ki o birkaç saniyelik paslaşma, bu takıma dair hiçbir şey ifade etmiyordu. Bir rastlantıydı. İyi oynamaktan, kendine güvenmekten, o an dünyanın zirvesinde, istediğin her şeyi yapabileceğini düşünüyor olmaktan ileri geliyordu. Kutay da bunun altını çiziyor, “Liverpool maçının iki golü arasında yaşanan Barcelonavari paslaşmayı çok dikkate almayın. Topla da fazla oynayan bir takım değiller. Ama futbol dünyasına gösterdikleri bir şey var. Bu oyunda iki artı iki her zaman dört etmiyor. Onlar bir araya gelince işlemin sonucu beş veya altı olabiliyor” ifadelerini kullanıyordu.

Muhtemelen bu ilginç zıtlıkla son karşılaşmamız olmayacak. Yıllar geçtikçe, belki de tüm hayatımızda şahit olduğumuz en sürpriz spor olaylarından birini hatırlayacak, İtalyan teknik direktör Claudio Raineri yönetimindeki Leicester’ı anacak ve “Ne takımdı be” diyeceğiz. Belki oynadıkları oyunu anmaya çalışırken de sahip olmadıkları nitelikleri onlara atfedecek, aklımıza sürekli topu paylaşan, zevk veren bir futbol ortaya koyan bir takım getireceğiz. Bu, hepimizin şu an bildiği gibi, doğru bir resim olmayacak. Leicester sürpriz bir şekilde arka arkaya kazanarak başladığı ilk haftalardan, “Gerçekten dayanacaklar mı?” sorularının yöneltildiği son bölüme kadar çok örnek bir oyun ortaya koydu. Sınırlarını bildi, savunmada açık vermedi, son dakikaya kadar mücadele etti ve ani hücumlarda ortaya koyduğu beceri ile çoğu zaman yüzde 35-40’larda topa hakim olduğu maçları kazandı. Bu her zaman görebileceğimiz en eğlenceli futbol değildi, ama doğruydu. Tottenham’ın üzerinize bir şimşek gibi gelen orta sahası, Arsenal’in becerikli hücumcuları zaman zaman daha göze hoş gelen bir oyun ortaya koysa da Leicester hep daha çok kazanmasını istediğiniz topu oynuyordu. Bu sadece ‘küçük takımın büyüklere kafa tutması’yla da ilgili değildi, aynı zamanda birlikte oynamaktan hoşlanan, her top için savaşan ve size, en yetenekli olmadığınız alanlarda dahi bir şeyler yapabileceğinizi gösteren bir grup insanı izlemekle alakalıydı.

LEICESTER, ENGLAND - JANUARY 23: Danny Drinkwater of Leicester City celebrates with team mates Riyad Mahrez, Jamie Vardy and Danny Simpson after the 3rd Leicester goal during the Barclays Premier League match between Leicester City and Stoke City at (Photo by Michael Regan/Getty Images)

11 Mayıs 2014’te Liverpool şampiyonluk yolundaki en önemli maçına Chelsea karşısında çıktı. O gün yaşananları biliyorsunuz. Steven Gerrard kayıp düştü, topla buluşan Demba Ba kaleciyle karşı karşıya kaldı ve Kırmızılar’ın yıllardır bekledikleri Premier Lig hayalini kabusa çevirdi. Gerrard daha sonra otobiyografisinde o anı aklından çıkaramayacağını söyleyecek, bu hatanın ona gözyaşı olarak döndüğünü itiraf edecekti. Gerçekten de Anfield Road’da yaşananlar üzücü ve kalp kırıcıydı. Fakat aynı maç, bir yandan da kilometrelerce uzakta bulunan bizlerin futbol izleme kültürüne dair ilginç bir deneyimdi. Liverpool o yıl şampiyonluğa giderken muhteşem bir seri yakalamış, hemen herkesi bir noktada bu işin bittiğine, kupanın yolda olduğuna inandırmıştı. Fakat Kırmızılar’ın dünyada olduğu gibi Türkiye’de de yarattığı taraftar kültürü, kimi kesimlerce eleştiri konusu oluyor, Gerrard düştükten sonra hayâl kırıklığına uğrayan ‘dilenciler’e karşı müthiş bir dalga geçme seansı başlıyordu. Bir futbol takımı desteklemek ya da desteklememek üzerinden bile yürüyebilen samimiyet savaşında, daha fazla samimi olduklarını düşünenler kazanmış, Liverpool kaybetmişti.

İki sene sonra aynı Chelsea -aslında çok da aynı değil- Tottenham Hotspurs karşısına çıktı ve Stamford Bridge’de 2-2’lik beraberlik elde etti. Bu, hafta sonu Manchester United ile berabere kaldığı için kutlamaları Old Trafford’da yapamayan Leicester City’nin şampiyonluğunun ilanıydı. Bu sefer tepkiler de farklıydı. Kimsenin haklarında çok bir şey bilmediği bir şehir ve takımdı kazanan. Bugüne dek etraflarında mitolojik bir hâle yaratılmamıştı, dünya çapında büyük bir taraftar kitlesine de sahip değillerdi. Bütün bunlar, zaferlerini onlara has yapıyordu. O şehre, o insanlara, o oyunculara, o takıma has…

İki fotoğraf arasındaki fark gerçekten de çarpıcıydı. Hemen herkesin Leicester’a dair bildikleri sınırlıydı. Edebiyatla ilgiliyseniz İngiliz yazar Julian Barnes’ın buralı olduğunu, hatta bir romanında Leicester City’nin şampiyon olduğunu hayal eden bir karakter yarattığını, bu kulübü desteklemenin insanı nasıl yıllar boyu hüzüne ve rüyaya boğan bir şey olduğunu anlattığını belki bilirdiniz. Müziğe meraklıysanız Kasabian’ın azılı Leicester taraftarı gitaristi Serge Pizzorno’yu duymuş olabilirdiniz. Ya da başka sporları takip ediyorsanız, doğduğu şehrin futbol takımı ile aynı gün tarihi bir zafere yürüyen ve Snooker Dünya Şampiyonası’nı kazanan ‘The Jester from Leicester’ lakâplı Mark Selby adına mutlu olurdunuz. Bütün bunlar şehir ve insanlarına dair bulunabilecek birkaç referans arasındaydı. O nedenle de Leicester, Liverpool gibi peşinden büyük bir kültürel bagaj getirmiyor, bu toz ve gaz bulutuna sahip olmamak da onları izleyenler ve sevenler için bir rahatlama imkânı tanıyordu. En azından buralarda ve bir süreliğine…

Bundan sonrası biraz daha farklı olabilir. Revizyonist bir bakış açısı şampiyonluğu değerlendirebilir, Leicester’ın Taylandlılar tarafından satın alındığından bu yana harcadığı paralara -kimi zaman haklı olarak- değinilebilir, bütün bu peri masalını oluşturan noktalardaki defolara, klişelere dokundurulabilir. Bazıları da belki çok küçük bir örneğini yukarıda yaptığımız gibi geleceğe kalması muhtemel anların izini sürebilir, “Abartmayın o takım öyle oynamıyordu”ların peşinde koşabilir. Ve bir kez daha, bizden epey uzakta oynanan bir mücadele, internet ortamında cephelerini oluşturduğumuz ve nüanslarına bakmadan yola devam ettiğimiz bir kısır gündem içinde -romantikler ve realistler arasındaki laf dalaşında- kaybolabilir.

Leicester City, bugüne kadar çoğumuz için bir ‘beyaz sayfa’dan ibaretti. Sezona iyi başladıklarında da öyle olmayı sürdürdü. Benzeri hikâyelerin bir noktada bozulduğunu hatırlıyor, bütün o havaya rağmen “40 puan. Öncelikli hedefimiz 40 puan alıp ligde kalmayı garantilemek” diyen Claudio Ranieri’yi dinliyor, fazla hayale kapılmamaya çalışıyorduk. Chelsea’deki kriz, iki Manchester ekibinin sıkıntıları, Jürgen Klopp’un Liverpool’a gelişi, Arsenal’in yükselişi ve düşüşü, Mauricio Pocchetino yönetimindeki Tottenham bir süre oyalanmamızı sağladı. Ve sonunda, bütün bu kaosun ortasında sessiz ve sedasız yürümeyi sürdüren Leicester şampiyon oldu. Bu süreçte o beyaz sayfanın içerisine daha önce başka takımlar tarafından beğenilmeyen ama burada hayat bulan oyuncuların öykülerini koyanlar da oldu, endüstriyel futbolda Premier Lig’de büyükler ve küçükler arasında açılan makasta bu başarının nasıl mucizevi bir şey olduğunu ifade edenler de… Kimileri ise sezon başında bu takıma bahis şirketlerinin verdiği 1’e 5 binlik şampiyonluk oranına baktı ve imkansızı o kuponlar arasında aradı.

Belki de gerçek bunlardan çok daha basittir. Leicester City, bütün sezon boyunca bir arada, hep birlikte, beraber futbol oynamanın ne kadar güzel bir şey olduğunu gösterdi. Benim beyaz sayfamın baş köşesinde bunlar olacak. Siz de lütfen kendi sayfanızı doldurun. Bu hikâyenin bir noktada futbol romantikleri tarafından abartıldığını söyleyenlere bakmadan, yazmayı sürdürün. Çünkü Leicester City ve şampiyonluğu, bütün çelişkilerine rağmen bir daha asla bugünkü kadar yeni ve masum olmayacak. Bagaj asla bir daha şimdiki kadar hafif hissettirmeyecek. Bir noktada onlar da kayıp düşecek.

İlginizi çekebilecek diğer içerikler

Tahterevalli

Tahterevalli

3 sene önce
Başka Bir Yol

Başka Bir Yol

4 sene önce
Hayal Albümü

Hayal Albümü

4 sene önce