“Diyarbakır’ın Sur ilçesinde hendek, çatışma ve yasaklardan kaçarak en yakındaki Bağlar’a sığınanlar ilçede başlayan çatışmalar nedeniyle yeniden yollara düştü. Seçenekleri artık daha sınırlı. Kimi yine akrabalarının evinde; kimi de yol hikayelerinin ilk başladığı yerlerde; köylerinde, kasabalarında şansını deneyecek.” (…) “Gece boyunca yaşanan çatışmaların ardından sabah saatlerinde Bağlar sakinleri alabildikleri eşyalarla evlerini terk etmeye başladı.”
15 Mart 2016 sabahı, Türkiye gündemine göz attığımızda karşınıza bu cümleler ve türevleri karşılıyordu bizi. Cümleler. Yan yana gelmiş harfler. Artık duyarsızlaştığımız haberler, arkasındaki gerçekliğin büyük oranda farkında olmadığımız… Geçtiğimiz Şubat ayında, !F İstanbul kapsamında ilk gösterimi yapılan bir belgesel, işte o gerçekliğin bir bölümüne mercek tutuyor. Bölgesel Basketbol Ligi takımlarından Bağlar Belediyespor’un etkileyici hikâyesini, bölgenin siyasal iklimine paralel olarak anlatan Bağlar, gitgide zayıflayan bağları tekrar güçlendirmek için gerekli empati duygusunu da içinde taşıyor. Filmin yönetmenleri Berke Baş ve Melis Birder ile Bağlar’ı konuştuk…
Bağlar, nasıl ortaya çıktı? Yola çıkarkenki duygu ve düşüncelerinizle orada gördükleriniz ne kadar örtüştü? En baştaki hayalinizle ortaya çıkan film arasında ne kadar mesafe var?
Berke Baş: Farklı kişisel deneyimler bizi buna hazırlamış olsa bile temelinde aynı belgesel sinemacı ilgisi ve aynı siyasi yaklaşım durduğumuz yerden öteye geçip bu ülkenin son otuz yıllık tarihini biçimlendirmiş Türk/Kürt meselesine bakmaya itti. 2010 yılının başında bu meseleye oradan yaklaşma, daha yakından tanışma ve bu tecrübeyi elimizden geldiğince anlatabilme arzusuyla yola koyulduk.
Bunu, doğrudan sokaktaki veya siyasi alandaki yansımasından değil içine girdikçe daha korunaklı olduğunu ama yine de gündelik siyasetten hiçbir şekilde bağımsız kalamadığını keşfettiğimiz spor üzerinden işlemeyi hedefledik. Diyarbakır’daki dostlarımızın önerileri ve araştırmalarımızın sonucunda Bağlar Belediyesi Basketbol takımı ve koç Gökhan Yıldırım ile tanıştık. En başta o dönem çok gündemde olan ve medyada ‘Taş atan çocuklar’ diye gösterilen Terörle Mücadele Kanunu mağduru gençlere de bir ayna tutabiliriz diye basketçi gençlerin yaşamına, çatışma ortamında büyümeleriyle biçimlenen kişisel hikâyelerine girebileceğimiz, belli başlı 2-3 karaktere odaklanacağımız bir yapı öngörmüştük ama takım olarak birbirleriyle ilişkilerini, güçlü bağlarını gözlemledikten sonra takımı, koçlarının merkezde olduğu bir bütün olarak yansıtma arzusu ağır bastı. Tabii ki belgesel sinemanın büyüsü hayatın sizin beklediğinizden çok daha katmanlı, çok daha şaşırtıcı olmasından geliyor. Biz de bazen içimize bir şekilde işlemiş önyargılarımızla bazen de klişe beklentilerimizle baş ederek Bağlar‘ı güvenli ve sağlam bir mesafeden yansıtmaya çalıştık. Belgesel film zaten çekerken ve en çok da kurgu masasında oluştuğu için şu ortaya çıkan son hâli, aslında tek hâli! Ve hayallerimizdeki film aslında gerçekte var olan hali.
Filmi salt bir başarı hikâyesi olarak okuyamayız; başarısızlık da, karışıklık da var. Kurguda neleri göz önünde bulundurdunuz?
Özellikle spor ile ilgili film veya belgeseller genelde hep bir başarı noktasında biter. Biz Bağlar‘ı çekmeye başladığımızda aslında bizim de hayalimizde olan buydu, takımı her şeye rağmen başardığı bir yerde bırakmak. Üç sezon boyunca 2. Lig’e çıkma hayallerinin gerçek olacağı anı bekledik. Fakat sonra şunu anladık ki bölgedeki gerçeklik bu aslında klişeleşmiş gerçekliğin ötesinde bir yerde. Mutlu son dediğimiz son yok. Esas başarı da bu mutlu sona pek de rastlanmayan alanda mücadeleye devam etmek. Bunu biz kurgu sürecinde keşfettik. Kazanmak veya kaybetmekten çok mücadeleye devam ruhunun Bağlar‘ı çok daha iyi yansıtacağını kavradık.
İki kadın yönetmen olarak Diyarbakır’da yaşadığınız deneyimi anlatır mısınız?
Melis Birder: Ben bir kadın olarak kendimi İstanbul’dan çok daha evimde hissediyorum Diyarbakır’da. Kelimelerle anlatması güç bir saygı ve özenle el ustünde tutulduk hep. Bağlarlı oyuncuların bize ‘abla’ deyişlerindeki içtenlik sayesinde ben hepimiz kardeşiz duygusunu pekiştirdim. Artık sokakta tanımadığım kişilere ben de ‘abla’, ‘abi’, ‘kardeş’ diyorum. Kendimi daha insan hissettiren bir duruş.
Berke Baş: Diyarbakır’da kadın olarak kendimi İstanbul’dan farklı hissettiğim bir deneyim olmadı. Hem spor dünyasında hem de kamera arkasında çok aktif bir kadın varlığı var, göze batmamız, dikkat çekmemiz gibi en ufak bir durum olmadı. Kadın olmamız sebebiyle değil, şehri çok tanımamaktan dolayı çekimlerde oralı arkadaşlarımızla çalıştık. Ortak yapımcımız Zeynel Doğan, yapım asistanımız Serdar Acar özellikle sokak çekimlerinde bizimle oluyorlardı. Soyunma odasına girme konusunda da sıkıntı çekmedik ama birkaç maç sonrası çekimini erkek arkadaşlara devrettiğimiz oldu.
Bölgede geçirdiğiniz üç yılın sizde bıraktığı etki ne oldu?
Bizim çekim yaptığımız zamanlar inişli çıkışlı ama yine de 2013 Newroz’uyla çözüm sürecine evrilen çok yoğun bir siyasi döneme denk geldi. Çoğunlukla çatışmasızlık ortamı hakimdi ama polis baskısı hep vardı, demokratik taleplerin dile getirildiği sokak protestoları, sivil itaatsizlik eylemleri oluyordu. Orada hem bu siyasi arenada hem de basketbol sahasında eşitlik için verilen mücadeleyi gördük, ‘asla vazgeçmeme’ azmine tanık olduk. Bizi en çok etkileyen bu mücadele ruhuydu diyebiliriz. Ve bugünden bakınca görüyoruz ki o üç yıl aslında ne kadar kırılgan bir yerden ilerlese bile barışa, birlikte yaşamaya ait müthiş bir inanç vardı. Çok daha iyi bir ‘bugünü’ elbirliği ile kurmak mümkündü. Şu anda hissettiğimiz ise karamsarlık ve çaresizlik.
Bugünün siyasi ikliminde, Bağlar‘ın bize vereceği mesaj ne olabilir?
Herkesin filmden alacağı mesaj farklı olacaktır. Biz bir mesajı seyirciye empoze etmekten cok seyircinin soru sormasını sağlayacak bir film yapmak istedik. Belgeselin çekimlerini 2013 yılında, barış süreci başladığında bitirdik. Bağlar‘ın da bu barış sürecinde geçmişte yaşananlara dair bir ayna olacağını, geçmişin hafızası olarak varolacağını düşünüyorduk. Yine beklenmedik bir şekilde barış süreci bir anda kanlı bir savaşa dönüştü. Böylece filmin aslında misyonu da değişmiş oldu. Bugünün siyasi iklimi hepimizi cinnet geçirtecek şiddette, bir o tarafa bir bu tarafa savuruyor. Güvende hissedebileceğimiz alanlar gittikçe yok oldu. Bağlar yine başlangıç misyonunun ötesine geçerek belki de bir oksijen alma alanı oldu bu dönemde. Ancak birbirimize daha güçlü sarılarak daha güçlü nefes alabileceğimizi hatırlatan…
Bu röportaj, Socrates’in Nisan 2016 tarihli 13. sayısında yayınlanmıştı.
Socrates’in tüm sayılarına ulaşmak için lütfen tıklayınız.