“Bir gün yine karşılaşacağız, bir gün uzaklardan bakacağım… Son günlerimde her şey için teşekkür edip ebediyen gözlerimi kapatacağım…“
Andreas Gabalier, Avusturyalıların göz bebeği… Kendine has aksanı ile seslendirdiği şarkılarıyla toplumun sahnedeki yansıması oldu son yıllarda. O söyledi, insanlar şarkıların içinde kendilerini buldu. Kendisine son üç yılda takdim edilen plaket sayısını unutmuş olabilir, keza katıldığı hiçbir ödül töreninden boş dönmedi. Yaşı 30’u geçse de yüzündeki o çocuksu ifade kaybolmuyor. Tıpkı yüz hatlarına işleyen, gizlenmeye çalışan ama belirgin olan ebedi hüznü gibi. 2006 yılında Gabalier’in babası intihar etti, 2008’de çok sevdiği kız kardeşi aynı yoldan gitmişti. Genç müzisyenin bu kayıpları atlatabildiğini söylemek mümkün değil.
Yukarıda nakaratını okuduğunuz “Amoi Seg’ Ma Uns Wieder” şarkısını onlara hitaben yazıp, onlar için seslendirmişti. Charles Bukowski der ki; “Ayakta kalmasını bilen insanlar için kaybetmek büyük bir mesele değildir.” Gabalier belki de bu felsefeyi benimseyip, tercümesi “Bir gün yine karşılaşacağız“ olan şarkıyı döktü satırlara. Ayakta kalarak sadece kendini kurtarmakla kalmayıp, insanların da huzur ve umut kaynağı oldu.
Münih’teki Heilige Familie, yani Kutsal Aile kilisesinde de “Amoi Seg’ Ma Uns Wieder” çalındı geçtiğimiz günlerde. Bir babanın oğluna veda şarkısıydı bu. Tıpkı Gabalier’in babasına ve kardeşine veda ettiği gibi. O gün o kilisede başka şarkılar da çaldı, bazılarının içinde neşe emareleri olsa da, hepsinde birer mesaj gizliydi. Eros Ramazzotti’nin “Piu Bella Cosa” şarkısı gibi; “Aşkı tarif etmek için şarkı söylemek yetmez. Yeryüzünde senden daha güzel bir şey olmadığını söylemek için, eşsiz olduğunu söylemek için, sende sonsuzluğu gördüğümü söylemek için, şarkıdan daha fazlasına ihtiyacım var. Var olduğun için teşekkür ederim…”
Bu şarkı da babanın vedasıydı… Evladını çok geç tanımış, çok geç benimsemiş, onun kalbine temas etmesine çok geç müsaade etmiş ve bunun pişmanlığını yaşayan bir babanın vedası.
Franz Beckenbauer geçtiğimiz günlerde 46 yaşında amansız bir hastalığa yenilip hayata gözlerine yuman oğlu Stephan’a veda etti. Bundan tam 50 yıl önce Bayern Münih ile ilk kez Bundesliga’da boy göstermişti; o zamanlar 2. Lig’den yükselen genç takımın çaylak üyesiydi ama buna rağmen kısa sürede takımın belkemiği olmuştu. Bayern’in kulüp yönetimi, 50 yıl önce Bundesliga‘ya yükselen takımı, Hamburg maçının öncesinde onurlandıracak, Beckenbauer’e de sayısız hediyelerden birini daha takdim edecekti. Ama Beckenbauer gelmedi. Kaiser 69 yaşında ilk kez sustu.
Franz, Stephan’ın gidişiyle hayatı boyunca hep kazanıp, ilk kez kaybeden adamın hikâyesinde buldu kendini. O, daha 20’li yaşlarının başındaydı üç çocuk babası olduğunda. Ancak Thomas, Michael ve Stephan’ın bir babayla büyüdüğünü söylemek iyimserlik olur. Franz daha o yaşlarda bir ‘megastar’ idi, Dünya Şampiyonu Almanya’nın kaptanı, dünyanın ilk liberosu… Futbolun dışında müzik yapımlarında yer alıyor, dizilerde boy gösteriyordu. Tüm dünya Franz’a sahipken, sadece ailesi değildi.
Stephan, babasının 60. yaş gününe özel yazılan hatıra kitabında o günleri şöyle hatırlıyordu: “Evde bir babanın olmayışı çok da garibime gitmemişti o yaşlarda. Ne yemek yemeye çıkıyor ne de dondurma yemeğe gidiyorduk. En başından beri böyle olduğu için babamı özlememiştim. Onu gazetede ve televizyonda görüyordum sadece, bu da bana son derece doğalmış gibi geliyordu.”
Franz, Bayern’den ayrılıp, New York Cosmos’un yolunu tuttuğunda ailesinden artık iyice kopmuştu. Brigitte’ten boşanan dünya yıldızı, oğullarını da randevu defteri müsaade ettiğinde görebiliyordu. Bir reklam çekimi için İsrail’e giden Beckenbauer, Münih’ten oğullarını getirilmesini istemiş ve o günün sonunda üçünü tekrar geri göndermişti. Her ne kadar en ufakları olan Stephan bu ayrılıkları çok anlamasa da, belirli bir yasa gelmiş ağabeyleri durumun vahametini kavrayıp kendi hayatları için radikal kararlar almışlardı. Hem Thomas hem Michael, kesinlikle futbolcu olmak istemiyorlardı. “Aile yaşantısı buysa, biz bunu istemiyoruz” diyerek babalarının yolundan çok uzak bir hayatı tercih ettiler. Thomas bugün önemli bir iş adamı, Michael ise psikiyatrist oldu.
Sadece Stephan’dı babasının yolundan gidip, futbolcu olmaya karar veren. “Çocukluğumdan beri benim için sadece futbol vardı, okuldan gelir gelmez çantamı bir köşeye atıp futbol oynuyordum akşama kadar. Babamı düşünecek vaktim yoktu çünkü bahçemize aldığı kalelere gol atmam gerekiyordu ve vaktim öyle geçiyordu” diyen Stephan’ın baba hasreti de yine futbolla bağlantı başlamıştı. “20-25 yıl futbol oynadım ve o beni belki sadece beş kez izledi. Sonradan buna çok üzüldüğümü fark ettim.”
Stephan yetenekliydi ama şans bu ya; o da liberoydu ve adı Beckenbauer’di. Ne yapsa kıyaslanıyor, ne yapsa mutlaka ünlü baba işin içine katılıyordu. Bayern Münih altyapısından bu yüzden erken ayrılıp, ‘Franz Beckenbauer’in oğlu’ değil Stephan Beckenbauer olarak kariyer yapma niyetindeydi. Zor bir süreçti. Yıllar sonra durumu şu şekilde tarif edecekti: “Soyadımın bana yarardan çok zarar verdiğini sonradan anladım. Güzel restoranların kapıları açılıyordu belki, rezervasyon yapmadan oturuyordum en iyi masaya ama kişisel ve sportif gelişimim için bir faydası yoktu bir Beckenbauer olmanın.”
Almanya’da umduğunu bulamayan Stephan, İsviçre’ye kaçmışsa da Bundesliga aşkıyla yanıp tutuşuyordu. Ve Franz belki de bu dönemde ilk kez ciddi anlamda babalık yapmıştı oğluna. O dönem Bundesliga’ya yükselen Saarbrücken kulübü Stephan’ı transfer etmek istiyordu ama bonservisi için maddi gücü yetersizdi. Bunu duyan Franz, Saarbrücken kulübüne maddi destek verip, oğlunun hayalinin gerçek olması için yardım ediyordu. Stephan bu durumdan habersizdi çünkü Franz, desteğinin gizli olması şartını koymuştu.
Bundesliga’da sadece 12 kez boy gösteren Stephan, sakatlığı nedeniyle futbol yaşantısını 28 yaşında noktalamak zorundaydı ve kısa bir süre sonra Bayern Münih altyapısında antrenör olarak görev yapmaya başlamıştı. Stephan, “Burada çocuklarla çalışırken, bir babanın önemini anladım. Keşke bana ‘Oğlum biraz daha gayretli ol’ diyen biri olsaydı futbol oynarken, keşke beni hep eleştiren biri olsaydı. Ben, takımdaki çocuklara bunları söylerken benim bundan mahrum bırakıldığımı anladım” diye konuşmuştu yıllar önce.
Futbolculuğunu başarılarla süsleyemeyen Stephan, altyapı hocası olarak kısa sürede nam salmıştı. Birçok yaş kategorisinde çalışmış ve bugün dünya yıldızı olan birçok ismin yoluna eşlik etmişti. Philipp Lahm, Bastian Schweinsteiger, Diego Contento, Holger Badstuber, David Alaba ve niceleri – hepsinin hocasıydı ve ötesinde hepsinin güvendiği bir isimdi. Stephan geçtiğimiz günlerde vefat ettiğinde taziye mesajı gönderen ilk isim Schweinsteiger’di. Yeni kulübü Manchester United’daki yoğun programına takıldığı için gidememişti cenaze törenine, ancak ailesini göndererek hocasına yakışır şekilde veda etmişti. Franz, oğlunu belki de ilk kez bu dönemde tanımaya başlamıştı. Hoş, oğlunun çalıştırdığı takımları hâlâ izlemeye gitmiyordu ama en azından uzaktan takip etmeye başlamıştı. Ve bazı şeyleri kavramaya başlamıştı.
Franz bir röportajında, “Ben iyi bir baba değildim, çocuklarımın büyümesini kaçırdım” diyordu. Bu yüzden bugün 14 ve 11 yaşlarında olan çocukları Joel Maximilian ve Francesca’da ömrü boyunca yapamadıklarını yapıyor. Bayern Münih, FIFA ve UEFA’daki tüm faal görevleri bırakan Beckenbauer, bir aile babası oldu sonunda. Çocuklarıyla bahçede top oynayan, onları dondurma yemeye götüren ve onlarla birlikte seyahat eden bir baba…
Küçük kızı Francesca, bahçedeki kalelere gol atmayı çok seviyor, bu yüzden ne olursa olsun topa son dokunan mutlaka o oluyor. Ve Franz daha da ötesini başarıp, Thomas, Michael ve Stephan’ı da kazanmaya başlamıştı artık. Onlarla birlikte vakit geçiriyor, resmi davetlere onlarla gidiyordu. Tam bu dönemde oğlu Stephan’ın kansere yakalanması ise kaderin kötü bir cilvesi.
Gittikleri her doktor “Umut yok” dese de, Franz umut kaynağı olmuştu oğluna. Amerika’da, Uzakdoğu’da, Almanya’da tanıdığı her uzmanı arayıp bilgi almıştı, baba ve oğlu tüm dünyayı kol kola gezip birlikte yaşamanın mücadelesini veriyorlardı. Ailenin bir yakını, Bild gazetesine “Bu hastalık kötü oldu ama Franz ile Stephan’ın birbirine aşkla bağlanmasını sağladı” diye konuştu. Stephan mücadeleyi kaybetse de, son iki yılda babasına kavuşmuş ve ona, “Baba, seni affettim” mesajını vermişti.
Stephan, 1 Ağustos sabahı hayata veda etti. Charles Bukowski der ki; “Ayakta kalmasını bilen insanlar için kaybetmek büyük bir mesele değildir.” Franz ayakta kaldı; Stephan için, Joel için, Francesca için…