5 Haziran 2014, Abdullah Avcı için özel bir gündü. Bundan üç sene önce milli takımı serüveni için veda ettiği eski kulübü, farklı bir anlayışla köklü değişikliklere gitmişti. Tecrübeli teknik adam, 2006 yılında giriş cümlesini yazmaya başladığı aynı yerde, bu sefer yazısını tamamlamak için imza atıyordu. Kendisi de dahil olmak üzere, her şeyin değişeceğinden habersiz bir şekilde.
Abdullah Avcı’nın iki yıllık milli takım serüveni, beklentilerin aksine hayal kırıklıklarıyla geçmişti. Jenerasyon geçişini radikal yollarla yapmaya çalışan tecrübeli teknik adamın saha içerisinde azalan kredisi, saha dışına taşan ‘yedek bırakma’ olaylarıyla sıfıra iniyordu. Dünya Kupası Elemeleri’nde grubu dördüncü tamamlayan Türkiye, geriye dönüp baktığında elinde pek de fazla bir şey kalmadığını fark etmişti: Milliler ne istediği jenerasyon geçişini tamamlayabilmiş ne de sahaya istediklerini yansıtabilmişti. Hemen her anı soru işaretleriyle geçen bu dönem sessiz sedasız kapanırken, yorucu geçen iki senenin sonunda eve dönmek muhtemelen en doğru fikirdi.
Avcı’nın karşılaşacağı ilk sürpriz, bıraktığı ile bulduğu evin aynı olmayışıydı. Ayrı geçen üç senede nasıl gelişip değiştiyse, geride bıraktığı kulübü de bambaşka şekilde karşısına çıkıyordu. Öyle ki, günün sonunda geçmişle bağını koparmayan tek şey boynuna taktığı atkının renkleriydi. Evet, kâğıt üstünde Başakşehirspor İstanbul Büyükşehir Belediyespor’un yerini almıştı. Ancak kulüp yapısındaki değişim, bundan çok daha fazlasıydı. Yeni yapılan stadyum, semt değişikliği ve maddi kaynaklar değişimin mimarı gibi gözükse de kulübün tüm çehresini değiştirecek unsur, kapıdan içeri sekiz sene sonra giren kişiydi. Ancak geçmişten farklı olarak, kulüpteki her şey gibi, o da değişime fazlasıyla ayak uydurmuştu.
Eski adıyla İstanbul Büyükşehir Belediyespor’un Süper Lig macerasını hatırlamak için kendimizi biraz zorlasak, aklımıza ilk gelecek şey büyük takımlara karşı alınmış puanlar olabilir. İstanbul deplasmanları sonrasında spor gündeminin göbeğine oturan Abdullah Avcı, yoğun ilgiden sanıyorum ki hoşnutsuz değildi. Ancak üç sezonluk bu yolculukta asıl hoşuna giden şey, her geçen sene gelişen ve değişen oyun yapısıydı. 2007-2008 sezonunda Süper Lig tecrübesini tatmaya başlayan Turuncu-Lacivertliler, Abdullah Avcı ile geçirdikleri üç tam sezonda sırasıyla 38, 42 ve 56 puan toplamayı başardılar. Bahsi geçen değişimin en somut örneği artan puanlardı. Fakat o günlerde de oyunun içinden bahsetmekten hoşlanan teknik adam için asıl dikkat çeken örnek, takımın direkt oyunda kat ettiği mesafelerdi.
“Futbolda bütün A sınıf takımlar topa sahip olma oyunu oynuyor. Bu güzel. Ama hiç kimse bu işe topa sahip olma takımı olarak başlayamıyor. Futbolda işe başlayıp şunu söyleyemezsiniz: ‘Evet artık top bizim ve diğer takımlar bizi beklemek durumunda’. Yapılması gereken ilk şey – ki belki gerçek hayatta da böyledir – sağlam bir savunmaya sahip olmak.” Melwood Tesisleri’ndeki ilk basın toplantısında gelecek planlarından böyle bahsediyordu Jürgen Klopp. Takvim yapraklarıysa 2015’i gösteriyordu. Bundan beş yaz önce, aynı soru Abdullah Avcı’ya sorulmuş olsa, benzer bir cevap alma ihtimalimiz çok düşük olmazdı. Hatta öyle ki, Jürgen Klopp bu sözleri sarf ettiği sıralarda, Abdullah Avcı tam olarak Alman meslektaşının planlarını uygulamaya çalışıyordu: Önce sağlam bir savunma temeli, sonrasındaysa inşa edilecek topa sahip olma oyunu.
Göreve geldiği ilk günden bu yana sistemler ve sayılardan ziyade bölgeleri göz önüne bulunduran tecrübeli teknik adam, yıllar içerisinde çokça bahsedeceği oyun gücünü yaratma gayretindeydi. Bu gayret, düşük bütçeli sayılabilecek bir kadroyla uygulanabilecek en mantıklı yollardan birisiydi aynı zamanda. Uzun soluklu maceralarda ya B planınız A planınızı geliştirmek olacak, ya da B’den çok daha fazla plan yaratmak zorunda kalacaktınız. Abdullah Avcı’nın yıllar içerisinde A planı değişse de ana fikri her zaman bu planı mükemmelleştirmek oldu.
Saha içi organizasyon, bol miktarda tekrar ve yaratıcılıktan ziyade kas hafızasına güven. Antrenman yöntemlerini anlatmaktan keyif alan tecrübeli teknik adam, sahayı her zaman bölerek çalışmalar yaptığından ve sahadaki her oyuncunun kendine ait bölgeleri olduğundan bahsediyordu ve Avcı bu çalışmaların meyvesini beş senelik istikrarlı oyunla alacaktı. Öyle ki, 2014’ten günümüze uzanan süreçte tamamen sistemin çalıştığı takımların sayısı bir elin parmaklarını geçmiyordu. 15/16 Beşiktaş, 18/19 Trabzonspor ve az da olsa 17/18 Fenerbahçe bu tabirin altını doldurabilse de beş sene boyunca size her hafta aynı oyunu sunabilecek tek takım Medipol Başakşehir’di.
Sol kanat 2014’te Doka’ya, 2019’da ise Elia’ya emanetti. Sağ bek yıllar içinde kalite yükselterek Júnior Caiçara’nın koridoruna evrildi. Sakatlıklardan dolayı çift pivotun hafta hafta değiştiği bile oldu. Beş senelik dönem muhakkak ki çok fazla oyuncunun gidiş gelişlerine tanıklık etti. Ancak doğru işleyen her yapıda olduğu gibi sistem de onlarla birlikte değişip gelişti. Beş senelik serüvende ne değişirse değişsin değişmeyen tek şey bütünün parçalardan büyük oluşuydu.
Dört sene boyunca Türkiye’nin en dominant teknik adamlarından birisiyle çalışan Beşiktaşlı oyuncular, son bir buçuk sene içerisinde parçaların bütünü tamamen yıkıp geçtiği anarşik bir düzende futbol oynamaya çalışıyordu. Siyah beyazlılarla yeni bir maceraya yelken açan Abdullah Avcı’nın kırmakta en çok zorlanacağı şey muhtemelen bu sistem olacak. Ancak bu, çok da büyük bir sorun değil. Çünkü Avcı, saha içerisinde kaldığı her dönemde doğru sınavlar verebilmeyi başardı. Bunun sebebi arkasında köklü kulüp yapısı ve taraftar eksikliğinden ziyade, tercih meselesiydi. Tecrübeli teknik adam için iyi haberse artık tercihlerini değiştirebilme şansına sahip olması.
Ligdeki beş senelik periyotta belki de oyun olarak en çok gelişen takım olmasına rağmen ‘Başakşehir’ denilince akla gelen son maddelerden birisi sahanın içindeki oyun gücüydü. Maddi yatırımların artışı, yepyeni tesisler ve baskıdan tamamen uzaktaki taraftar kültürü, kulübün etrafını tamamen sarmış ve antipatikleşen popülaritesini arttırmıştı. Kulüpteki taraftar sayısının azlığı, rakip taraftarlar başta olmak üzere herkes tarafından ‘rahatlık’ olarak lanse edilmişti. Evet, doğru sistem kuruluncaya kadar tahammül seviyesinin yukarıda olması teknik adamların her zaman işine gelirdi. Peki ya teknik adamın sistemi beş senedir doğru şekilde işliyorsa?
Abdullah Avcı, bu sezon ligin 33. haftasına kadar yürüttüğü şampiyonluk yarışında en büyük darbeleri son kulvara girerken aldı. Her ne kadar zihinsel yorgunlukların başrol oynadığını söylese de arkasında köklü bir geleneğin eksikliğini hissettiğini o da çok iyi biliyordu. ‘Rahatlık’ olarak lanse edilen bu durumun, Türk Telekom Stadyumu’nda yarardan çok zarar getirdiğine canlı tanıklık etmişti. İlk yarıda hızlı bir gol bularak öne geçen Avcı’nın öğrencileri, ikinci yarıda taraftarın yarattığı ambiyansla ne yapacağını şaşırmış ve yedikleri iki golle şampiyonluktan olmuştu. Kaybedilen şampiyonluğun üzüntüsü bir yana, tecrübeli teknik adamın kafasını kurcalayan soruların başında 17 iç saha maçını benzer bir atmosferde oynayabilme keyfinin nasıl olduğu geliyordu muhtemelen.
Bu sorunun cevabını öğrenmek için Avcı’nın artık sayılı günü var. 6 gün sonra evinde Göztepe’yi ağırlayacak olan Beşiktaş, yeni hocasının yıllardır hasretini çektiği birçok şeyi ona vaat edebilir. Köklü bir gelenek, kazanma alışkanlığı ve belki de en önemlisi taraftar kültürü. Abdullah Avcı, son beş senede bunların hiçbirisine sahip değildi. Ve bunlar, daha önce sahip olduğu şeylerden çok daha değerli.
Maddi olanaklar, zamanında ödenen maaşlar ve rahat bir çalışma ortamı artık biraz daha uzakta. İyi haber ise; tutku, baskı, gürültü, coşku ve gol sevinçlerinde arkasını dönüp kutlayabileceği taraftarlar artık Abdullah Avcı’nın yanında. En başından bu yana istediği gibi.
Yazı: Arhan Ata Pilavoğlu