1990 yılında Kosova’da dünyaya geldiniz. O zamanlar Kosova, Sırplar ve Arnavutlar arasındaki etnik tansiyonun merkezi konumundaydı. Bütün bu kargaşanın ortasında büyümek nasıldı, o günlerle ilgili hatırladıklarınız neler?
1999’da olanlara kadar çocukluğumun güzel geçtiğini söyleyebilirim. Biz 1999’un sonunda Kosova’dan ayrıldık. Zor zamanlardı, özellikle bir çocuk olarak benim için. Neler olduğunun farkında değildim. Doğduğum ve çocukluğumu geçirdiğim yeri terk etmek kolay olmadı. Kosova hâlâ en güzel anılarımda yaşamaya devam ediyor ama o günleri atlatmış olmaktan, hayatta kalmış olmaktan dolayı mutluyum.
Böyle bir ortamda voleybol oynamaya nasıl karar verdiniz? Voleybolda bir kariyerin peşinden gitmek, bütün olup bitenlerden sakınabilmek için sizin ya da ailenizin aldığı bilinçli bir karar mıydı?
Sporu her zaman sevmişimdir, her türlüsünü. Ancak başlangıçta voleybolcu olmak gibi bir planım yoktu. Bu düşünce okulda ortaya çıktı. İlk koçum beden eğitimi dersine gelmişti ve sınıftaki tüm uzun boylu kızlardan ertesi günkü voleybol antrenmanına katılmalarını istedi. Elbette ben de gittim ve daha ilk andan itibaren oyunu çok sevdim. Ve o sayede şu anda buradayım.
Bir röportajınızda topla oynanan tüm sporları çok sevdiğinizi ve voleybolcu olmasaydınız pivot pozisyonunda görev yapan bir basketbolcu olabileceğinizi söylemiştiniz. Aynı ölçüde bir kariyere sahip olabilir miydiniz sizce?
Bilemiyorum, bunu tahmin etmek güç. Okulda basketbol da oynadım ama voleybolun kadınlara biraz daha uyan bir spor olduğunu düşünmem, voleybolu tercih etmemdeki etkenlerden biriydi.
İlk kulübünüz Arandjelovac’tı ve akabinde isminizi yavaş yavaş parlatmaya başladığınız Dinamo Pancevo’ya geçtiniz. Bildiğim kadarıyla anneniz hâlâ Pancevo’da ikamet ediyor. O günlerle ilgili aklınızda kalan neler var? 2010’da Pancevo’yu ve ailenizi bırakıp Fransa’ya, Cannes’a transfer olmak zor muydu?
Cannes’daki ilk sezonum bir hâyli zorlayıcı olmuştu; zira ailemi ve tüm arkadaşlarımı arkamda bırakmıştım. Ancak profesyonel bir sporcu olarak zamanla bunlara alışıyorsunuz. O ilk sezonun ardından her şey giderek yerine oturmaya başladı. Takımda benimle birlikte beş Sırp oyuncunun olması da büyük bir avantajdı. Herhangi bir şeye ihtiyaç duyduğumda, üzgün olduğumda, evi özlediğimde, daima yanımdaydılar.
Cannes’da geçirdiğiniz dört senede voleybolun en önemli yıldızlarından biri hâline geldiniz. Sizinle beraber takım da büyük aşama kaydetti ve başarılar kazandı. Cannes kulübünün Milena Rasic efsanesini yaratan yer olduğunu söylemek doğru olur mu?
Aslına bakılırsa ben, bir oyuncu olarak, Sırbistan Milli Takımı’nda koç Zoran Terzic ile büyümeye başladığımı düşünüyorum. Tabii ki daha önceki tüm koçlarım da gelişimimde bana çok yardımcı oldular. Cannes’a transfer olmak ve orada oynamak da süreci bir adım öteye taşıyan hamleydi. Ancak Fransa Ligi çok zorlu bir lig değildi ve daha ziyade Şampiyonlar Ligi maçlarına yoğunlaşıyorduk. Bir sene finalde kaybettik, bir keresinde de Vakıfbank ile çeyrek finalde karşılaşmıştık. Sanırım Giovanni Guidetti’nin dikkatini çektiğim an da o olmalı. Aile havasına sahip, gerçek anlamda iyi bir takımdık ve oraya dair mükemmel anılarım var. Cannes benim adıma daima özel yerlerden biri olarak kalacak.
2014 yılında Vakıfbank’tan teklif aldınız. Karar verme süreci nasıl gelişti?
Doğal olarak, dört senenin ardından Cannes’dan ayrılmak epey güçtü. Ancak Vakıfbank’tan teklif aldığımda, bu kulübün, Avrupa’nın hatta dünyanın en iyilerinden biri olduğunun farkındaydım. Aynı zamanda Giovanni Guidetti hakkında hep pozitif şeyler duymuştum. Diğer seçenekleri çok fazla düşünmedim çünü Vakıfbank’a gelmek istiyordum. İyi ki de öyle yapmışım. Bunu buraya geldiğim ilk anda anladım. Şimdi neredeyse üç yıl bitiyor ve ben tamamen o ilk andaki gibi hissediyorum. Memnuniyetime puan verecek olursam “Yıldızlı 10” derdim. En önemlisi, bulunduğunuz yerde mutlu olmaktır. Ve bu kulüp, bana her zaman bir aile gibi davrandı. Neye ihtiyacım olduysa karşılandı. Tüm takım arkadaşlarım, tüm teknik ekip ve başkanımız harika ve ben herkesi çok seviyorum. Onlar da bana sürekli olarak bu ailenin bir parçası olduğumu söylüyor. Vakıfbank çok büyük bir kulüp. Her şey, her zaman dört dörtlük. Organizasyon olağanüstü. Daha önce böyle bir kulübü hiç görmedim. Seçme şansım olsaydı, kariyerimin sonuna kadar burada kalmayı isterdim.
Sosyal medyada elinizden geldiğince Türkçe yazmaya gayret ediyorsunuz. Dilimizi öğrenmek ve akıcı konuşmak gibi bir niyetiniz var mı?
Türkçe dersleri almıyorum ve açıkçası böyle bir planım yok. Ancak elbette, duyduğum bazı cümleler ve kelimeler aklımda kalıyor. Bunların ne anlama geldiğini Naz’a ve diğer Türk oyunculara soruyor, öğrendikten sonra da hatırlamaya gayret ediyorum. Taksi şoförlerinden de hâyli fazla Türkçe kaptığımı söylemeliyim! Esmer olduğum ve sanırım bir Türk’e benzediğim için genelde benimle Türkçe konuşuyorlar. Hatta birçoğu “Türkçe bilmiyorum abi” dememe aldırmadan konuşmaya devam ediyor ve ben de bu sayede yeni kelimeler öğreniyorum!
Belgrad’da tek havalimanı var ve Nikola Tesla’nın adını taşıyor. Bildiğim kadarıyla, şehre daha yakın olan askeri havalimanı Batajnica’nın da ticari uçuşlara açılması ve Belgrad’ın ikinci havalimanı olması gibi bir düşünce var. Eğer gerçekleşirse ve bu havalimanının bir Sırp spor figürünün ismiyle anılması kararlaştırılırsa tercihiniz hangisi olurdu?
Ben Novak Djokovic derdim ve sanırım Sırbistan’daki insanların büyük çoğunluğu da benimle aynı fikirde olurdu. Çünkü o çok büyük bir yıldız ve uzun süre dünya 1 numarası olarak kaldı. Herkes onu tanıyor ve onun sayesinde Sırbistan da tanınıyor. Benim cevabım, kesinlikle Novak Djokovic olurdu.
Tam bu noktada sormak isterim; Novak Djokovic’in başardıkları, bir Sırp sporcu olarak sizin için hangi ölçüde ilham ve gurur kaynağı oldu?
Elbette ki onunla çok gurur duyuyorum. Ülkemizin reklamını en iyi şekilde yapıyor ve gerçekten çok iyi bir insan. Aynı zamanda çok da eğlenceli. Onunla Rio’da zaman geçirme şansım oldu, bütün Sırp sporcular olarak beraber kalıyorduk. Daha önce de 2011 Avrupa Şampiyonası’nda Belgrad’da kendisiyle tanışmıştım. Bizi ziyaret edip ilham verici bazı şeyler söylemişti. Hepimizi çok etkilemiş ve ateşlemişti. Bunun için, kendi adıma hâlâ ona müteşekkirim.
2011 Avrupa Şampiyonası’ndan söz ettiniz. Belgrad’da, kendi evinizde altın madalya kazanmıştınız. O şampiyona sizin çok özel olmalı...
Kesinlikle öyle. Takım olarak ilk maçtan son maça kadar yüreğimizi koyarak oynamıştık. Sırbistan Kadın Voleybol Milli Takımı’nın tarihinin zirve noktası olduğuna inanıyorum. Maçları oynadığımız Pionir Arena hınca hınç doluydu. Kupayı kazandıktan sonra Belgrad caddelerini de görmeliydiniz… Her yaştan binlerce insan dışardaydı. Biz de otobüsle ve bayraklarla o kalabalıkların içine girmiştik. Bir noktada otobüsten indik; insanlar bize sarılmaya ve bizi öpmeye başladı. Başardığımız şeyle ne kadar gurur duyduklarını söylüyor ve bize teşekkür ediyorlardı. Sırbistan ile ilgili en sevdiğim şeylerden biri de bu aslında; halkın çok büyük bölümü sporu çok seviyor ve takip ediyor. Belgrad 2011, hayatımda asla unutamayacağım sayfalardan biri.
Sırbistan Milli Takımı son yıllarda ivme kazandı. Son olarak Rio’da final oynadınız ve aslında altın madalyayı da kazanabilirdiniz. Bu genç ve yetenekli takım için bir limit var mı?
Rio’ya giderken elbette bazı beklentilerimiz vardı. Ancak açıkça söyleyebilirim ki takım olarak üzerimizde hiç baskı yoktu. Oraya gidip bu müthiş tecrübenin keyfini çıkarmak, kendi oyunumuzu oynamak gibi bir zihniyetteydik. Koç Terzic de sürekli “Sadece oyununuzu oynayın” diyordu. Herhangi bir maçı illa kazanmak zorundaymışız gibi bir düşünce hiç olmadı. Ve sanırım bizi finale taşıyan unsurlardan biri de buydu.
Grupta yendiğiniz Çin’e karşı finalde kazanamamak bununla alakalı olabilir mi? Turnuva boyunca hissetmediğiniz o baskıyı altın madalya maçında hissetmiş olabilir misiniz?
Final maçından önce hepimiz titriyorduk, bu doğru. Ancak o gün Çin takımı da gerçekten müthiş oynadı. Herkesin bildiği meşhur bir cümle vardır: “Bir rakibi aynı turnuva içinde iki kez mağlup edemezsiniz.” Bizi grupta yenen ABD’yi yarı finalde yendik ama Çin ile bunun tersi oldu. O maç sonrası takımdaki herkes çok ağladı. Ve tüm gece kimsenin ağzını bıçak açmadı. Ama ertesi gün, aslında ne başardığımızı anlayınca, hepimiz daha iyi hissetmeye başladık. Olimpiyatta gümüş madalya kazanmıştık ve bu, Sırp voleybolunda daha önce yapılmamış bir şeydi.
Bu yıl ligde ezeli rakibiniz Eczacıbaşı ile çılgın bir maç oynadınız. Setlerde 0-2, 3. sette de 10-20 gerideydiniz ve o noktadan geri gelerek kazanmayı başardınız. Daha önce voleybolda böyle bir şey gördüğünüzü hatırlıyor musunuz?
O maçta neler olduğunu gerçekten bilmiyorum. İnanılmaz bir olay. Bana göre, geri dönüşteki kilit nokta genç oyuncularımızdı. 0-2 geri düştükten sonra hepimiz çok demoralize olmuştuk ve oyuna giren gençler enerjileriyle yavaş yavaş yeniden hava yakalamamızı sağladı. Yüzümüz yeniden gülmeye başladı ve toparlandık. Vakıfbank ile ilgili en temel gerçeklerden biri de bu. Her maçta her dakika süre alabilecek 14 tane kaliteli oyuncuya sahibiz. Daha önce böyle bir maçı ne yaşadım ne de gördüm. Takımımızın karakterini özetleyen bir maçtı. Pes etmek, bizim sözlüğümüzde yok.
Vakıfbank antrenörü Giovanni Guidetti artık Türk Milli Takımı’nın da çalıştırıcısı. Onun milli takıma neler katacağını düşünüyorsunuz?
Giovanni’nin bu göreve gelmesi beni çok sevindirdi. O çok üst düzey bir koç ve bence Türk Milli Takımı ile harika işler başaracak. Türkiye’de hâlihazırda zaten çok kaliteli oyuncular var. İhtiyaç olan tek şey, çalışmak ve daha çok çalışmak. Bu işbirliğinin çok iyi bir sonuç vereceğine eminim.
Elit düzeyde bir profesyonel sporcusunuz ve işinizi en iyi şekilde icra edebilmeniz için mutlu ve güvende hissetmeye ihtiyacınız var. Türkiye’de ve İstanbul’da son birkaç yılda yaşanan terör saldırıları bu konuda sizi ne ölçüde zorladı? Burada devam edip etmeme konusunda yol ayrımına geldiğiniz bir nokta oldu mu hiç?
İstanbul’dan ayrılmayı hiç düşünmedim. Elbette her olay sonrasında dehşete düştüm ve düşüyorum ama burada hâlâ kendimi güvende hissediyorum. Yaşananlar çok acı ve üzücü. Bilhassa yılbaşı gecesi Reina’ya yapılan saldırı sonrası ailem, yakınlarım ve arkadaşlarım çok korktu, sayısız telefon aldım. Umarım en kısa sürede tüm bunlar geride kalır.
Naz ile aranızdaki “majmune” (maymun) muhabbeti nasıl ortaya çıktı?
Uzun kollarımız ve uzun bacaklarımız sebebiyle! Sırpça ve Türkçedeki ortak kelimelerden bir tanesi ve söylemesi kolay, eğlenceli bir lakap.
Niksicko mu Jelen mi?
Niksicko
Sırp baklavası mı Türk baklavası mı?
Türk baklavası
Cevapcici mi döner mi?
Cevapcici
Partizan mı Kızılyıldız mı?
Partizan
*Bu yazı Socrates’in Mart 2017 sayısında yayımlanmıştır. Bütün sayılarımıza buradan ulaşabilirsiniz.