Röportaj: Alexis Menuge Çeviri: Furkan Karasoy
14 yaşınızdan bu yana İspanya’da top koşturuyorsunuz. İspanyol futbolunda sizi cezbeden şey nedir?
Oyunun kendisi ve topun, en önemli şey olması. Burada size topla oynama imkânı tanınıyor, antrenmanlarda yapılan çalışmalar genellikle topla birlikte yapılıyor. Hıza ve tek dokunuş ya da verkaçlara dayanan oyun stilini çok seviyorum. 14 yaşında İspanya’ya geldim ve gelir gelmez bu oyun tarzına aşık oldum. Madrid’de kendimi son derece mutlu hissediyorum ve buradaki lig, gerçekten en üst seviyede. La Liga benim için ideal lig.
Oyun stiliniz de İspanyol futboluna gayet uygun görünüyor, katılır mısınız?
İlk bakışta belli olmayabilir ama sıcakkanlı ve canlı biriyim. Saha içinde bir haksızlık sezdiğim takdirde, beni hakeme itiraz ederken ya da rakip oyuncuya küfrederken görebilirsiniz. Rakibi korkutmak için bugüne dek birçok kez takım arkadaşlarımı biraz daha ateşli olmaya davet ettim. Aynısı antrenmanlarda da geçerli. Takımdan herhangi birinin konsantre olmadığını, olayın içine giremediğini fark edersem sinirleniyorum. İsteksiz bir şekilde idman yapmak beni çıldırtıyor. Çocukluğumda bile sahada ölmeye hazır biriydim. Bunu göze alabiliyor olmanız gerekir. Hiçbir zaman hava nasılmış, rakip kimmiş umursamadım; her şeyimi verdim. Sertlik ve arzu içime işlemiş.
Yeteneğinizin Fransa’da anlaşılamamış olması sebebiyle memleketinize öfke duyuyor musunuz?
Aslına bakarsanız hayır. O dönemki Fransız yetkililer farklı bir oyuncu tipi arıyorlardı. Benim oyunum istediklerine uygun değildi. Ama ülkeme dair hiçbir kızgınlığım yok. İspanya’da kendimi kabul ettirebilmiş olmam, bir intikam gibi görülmemeli.
Futbol sizin için ne ifade ediyor?
Her şeyden önce, futbol benim tutkum ve bir oyun. Çimlerin üzerindeyken hep mutluyum. Taraftarları da mutlu etmek istiyorum çünkü birçoğunun hayatı hiç de kolay değil. Bu gerçeği asla unutmuyorum.
Her zaman profesyonel bir futbolcu mu olmak istediniz? Yoksa diğer çocuklar gibi başka planlarınız da var mıydı?
Evet. Çocukken babam beni evimizin de bulunduğu Macon‘daki maçlara götürürdü. Her zaman koltuk altımda bir futbol topu olurdu. Maçlarda oyuncuları gözlemler ve bir gün büyük bir seyirci topluluğu karşısında sahada olduğumu düşlerdim. Hayalim daima bu oldu.
Peki bir idolünüz var mıydı?
David Beckham. İnsan olarak inanılmaz bir aurası var, ayrıca sahada yaptıkları da olağanüstüydü. İnanılmaz yeteneklerle donatılmış, büyüleyici ve muhteşem bir oyuncuydu.
Serbest vuruşları kullanış şekli beni hep etkilemişti, taklit edilemez bir vuruş tekniği vardı. Onu daima zevkle izledim.
Şu sıralar tıpkı Beckham gibi ‘yıldız oyuncu’ statüsüne geçtiğinizin ve dünyanın en iyi oyuncularından biri sayıldığınızın farkında mısınız?
Medya, sponsorlar ve taraftarlarca daha çok arandığımın farkındayım. Ve bu beni inanılmaz derecede mutlu ediyor. Bu, sıkı çalışmamın karşılığını aldığımı gösteriyor. İnsanları memnun etmeye devam edebilmek için her şeyi yapacağım. Havalanacak bir insan da değilim. Daima olduğum gibi kalacağım.
Günümüzün modern forvetlerini nasıl tanımlarsınız?
Modern bir forvet, belli bir teknik altyapıya ve yeterli bir hıza sahip olmalı. Bunun yanında kafa toplarında da etkili olması gerekiyor. Aynı zamanda geriye dönüşlerde görevini yerine getirmeli.
Siz de bu tanımı harika bir şekilde simgeliyorsunuz…
Ben sadece komple bir forvet oyuncusu olabilmek için çabalıyorum. En üst seviyede beklentileri karşılayabilmenin tek şartı bu.
Kendinizi hangisi olarak görüyorsunuz; bir golcü mü, ikinci santrfor mu yoksa kanat oyuncusu mu?
Ben, ileride şans gelmesini bekleyen klasik santrfor tipinden ziyade; kanatlara açılan, rakibin üzerine giden ya da orta açan bir oyuncuyum. Değişken bir oyun tarzımın olmasını seviyorum, bu sayede ne yapacağım kestirilemez hâle geliyor. İnsanların 20-30 yıl daha Antoine Griezmann’ı konuşması için elimden gelen her şeyi yapıyorum.
Beklentilerle ve baskıyla nasıl başa çıkıyorsunuz peki?
Baskı ne kadar artarsa, ben de o kadar motive ve iştahlı hâle geliyorum. Real Madrid, Barcelona ya da Bayern Münih gibi takımlarla karşılaştığımızda, savaşmaya daha hazır oluyorum. Bu tip düellolar, bana en çok keyif veren şeyler. Kısacası baskı, asla beni geren bir unsur değil. Sahada bunun kıymetini biliyorum.
İki buçuk yıldır Atletico Madrid gibi yarışmacı bir takımın forması giyiyorsunuz. Teknik direktörünüz Diego Simeone’nin başarısının ardındaki sır nedir?
Simeone, her saniye ve tüm kalbiyle yanımızda. Takıma çok ilgi gösteriyor. Yaptırdığı idmanlar çok ağır. Detaylara inanılmaz ölçüde takılan biri ve hiçbir şeyi şansa bırakmak istemiyor. Taktiksel açıdan da çok güçlü bir teknik adam, adeta bir tilki gibi. Maç esnasında takımın daha iyi oynayabileceğini veya sahada bir problem olduğunu fark ettiği anda hemen taktiği değiştiriyor ve doğru reçeteyi buluyor. Oyunu çok iyi analiz edebilen ve çok hızlı reaksiyon gösterebilen biri. Rakibin zayıf karnını bulma ve güçlü olduğumuz yerleri öne çıkarma yeteneğine sahip. İşte bu beceriler, onun Atletico’daki başarısının anahtarları. Her şeyden öte, mental açıdan çok kuvvetli. Motivasyon anlamında doğru zamanda doğru kelimeleri seçiyor. Takımdaki oyuncuları, onun için oynamaya çalışan futbolcular diye tanımlamak yanlış olur; biz daha çok, kendisi için her an savaşa gitmeye hazır askerler gibiyiz. Bu nefes kesici bir şey.
Şimdiye dek ondan öğrendiğiniz en önemli şey neydi?
Simeone, gerek tüm takımın önünde gerekse de bire birde oyuncularıyla çok konuşur ve onlara büyük sorumluluklar yükler. Verdiği güven duygusu sonsuz. Oyuncu olarak, 2014 yazından beri desteği sayesinde büyük aşama kaydettim.
Tam olarak nasıl bir aşamadan bahsediyorsunuz?
Artık oyunu daha iyi okuyor, olacakları daha önceden sezebiliyorum. İşin savunma bölümünde de birkaç yıl öncesine kıyasla çok daha iyi durumdayım. Repertuvarıma eklediklerim arasında, top kaybı sonrasında arkadaşlarıma destek olmak için hemen geriye koşmak var mesela. Böyle bir teknik direktörden neredeyse her gün yeni bir şey öğreniyorsunuz. Olduğunuz yerde sayamazsınız, bu imkânsız. 2014’te Madrid’e geldiğimde iyi bir oyuncuydum. Şimdi ise çok iyi bir oyuncuya evrildim ve bunun için en başta Diego Simeone’ye bir teşekkür borçluyum.
İyi bir oyuncudan çok iyi bir oyuncuya evrildiğinizi söylediniz. Bunu sağlayan şey neydi peki?
Çünkü Simeone beni, ilk birkaç ayın sonunda hücumun merkezine yerleştirdi. Orada potansiyelimin tamamını ortaya koyabiliyor ve oyunumun en iyi taraflarını sergileyebiliyorum. Yeni mevkim kesinlikle kendimi en iyi hissettiğim yer; özgürlüğün tadını çıkarabiliyorum, sık sık yerimi değiştirme ve sahada serbestçe hareket etme iznine sahibim.
Atletico’daki ilk haftalarınızda sıkça yedek kulübesindeydiniz. Bunun nedeni Simeone’nin çalışma metotlarına alışmanın zorluğu muydu?
Yepyeni bir oyun tarzına alışmak için zamana ihtiyacım vardı. Bir önceki kulübüm Real Sociedad’daki oyun felsefesi tamamen farklıydı. Madrid’e geldiğimde antrenmanların daha rahat olacağını düşünmüştüm ama olaylar böyle gelişmedi, çok sıkı çalışmak zorunda kaldım. Simeone beni buna zorladı ve istediği performansa ulaşmam yaklaşık dört ayımı aldı. Bu süre zarfında birçok şey öğrendim. Kesinlikle kolay bir dönem değildi ama hiçbir zaman gevşemedim ve beni çok iyi bir oyuncu yapacak yolda devam etmek adına çok sıkı çalıştım. Önceleri idmanlarla arası çok iyi olan biri değildim ancak bahsettiğim dönemde her çalışmada varımı yoğumu ortaya koydum; çünkü bu sertlik düzeyinde ve bu elit oyuncu grubuyla antrenman yapmak insana zevk veriyordu.
Simeone’den öğrendiklerinizden sadece birini söylemenizi istesem, bu hangisi olurdu?
Pas öncelikli oyunum ve rakip kaleye yeterince şut çekmeyişim Simeone’yi delirtiyordu. Bana, rakibin kalesi önünde dolaşmayı öğretti. Ben de rakip ceza sahasında topla buluştuğunda önce pası düşünen bir oyuncu olmaktan vazgeçip direkt olarak işi bitirmeyi hedefleyen bir forvete dönüştüm. Ayrıca, yeterince uzun bir oyuncu olmasam da hava toplarını iyi bir zamanlamayla kazanmayı da öğrendim. Şimdilerde kafamı da daha etkin şekilde kullanabiliyorum. Bu eksikliğimi de saatler boyu oynadığımız ayak tenisi maçlarıyla kapattım.
Geçtiğimiz yaz, Simeone’nin gitmesi hâlinde sizin de Atlético’dan ayrılacağınız yönünde söylentiler vardı. Bu doğru muydu?
Evet, Simeone’ye çok bağlıyım. Gitmiş olsaydı, nerede devam edeceğimi düşünürdüm. Ancak söylentilerden sonra bir telefon konuşması yaptık ve bana en azından bir sene daha Atletico’da kalacağını söyledi.
Bu konu da benim için o noktada kapandı. Devamında da kulüpteki geleceğim netleşti ve kontratımı uzattım.
İspanya içinde bir transfer yapmanız mümkün mü peki?
Atletico’dan ayrılacak olursam, kesinlikle başka bir ülkeye giderim. Zaten bildiğim kadarıyla, Atletico ve Real yetkilileri arasında transferi engelleyen bir anlaşma var. Bunun dışında da yalnızca Barcelona çekici olabilirdi ama ben gerçekçi biriyim ve o üç canavarı (Lionel Messi, Neymar, Luis Suarez) geride bırakmanın imkânsız olduğunun farkındayım.
28 Mayıs’taki Şampiyonlar Ligi finalinde Real Madrid’e kaybettiğiniz maçı unutabildiniz mi?
Evet, Tanrı’ya şükür! Ancak bunu gerçekten harika bir grupla birlikte yapabildim ki bu benim için çok önemli. Takım içinde birbirimize sıklıkla şaka yapıyor ve çok gülüyoruz. Bu sayede, Milano’da yaşadığımız gibi acı yenilgilerin ardından tekrar pozitif bir havaya bürünebiliyoruz. Ama böyle yenilgilerin en ağır bölümü, bitiş düdüğünden sonraki saatlerde ve bir gün sonrasında yaşanıyor. O hava gerçekten hiç de hoş değil. Bu gibi anlarda kafanı başka şeylere vermek inanılmaz zor; hatırlamak istemediğin sahneler sürekli aklına gelip duruyor, yaşananları değiştirmek istiyorsun ancak bu mümkün olmuyor.
O maçta bir de penaltı kaçırmıştınız…
Daha maçın hakemi penaltı noktasını işaret ettiği anda, atışı kullanacağımı biliyordum.
Ve tabii nereye vuracağımı da karar vermiştim; tam ortaya… Bundan dolayı hiçbir pişmanlık duymuyorum çünkü en başından beri kararım buydu.
Seri penaltı atışlarındaki penaltım ise diğerine göre daha iyiydi; nereye vuracağıma karar vermek için, bu kez önce kalecinin tarafını seçmesini bekledim.
Kendinizi tamamen şanslı hissetmeniz için eksik olan tek şey bir kupa mı?
Kesinlikle bir kupa kaldırmak istiyorum; Şampiyonlar Ligi, İspanya Ligi ya da Kral Kupası fark etmez… Elbette bir Avrupa Kupası daha güzel olurdu ama asıl mesele, ne olduğundan bağımsız, bir kupa kazanabilmek. Artık zamanı geldi! Hem Avrupa Şampiyonası finalinde Fransa’yla Portekiz’e karşı hem de Şampiyonlar Ligi finalinde Atletico’yla Real’e karşı mağlubiyet yaşadım. Ama hâlâ çok gencim, kaybedilen finaller bu işin bir parçası olsa da yakında bir kupa kazanacağıma kesinlikle inanıyorum.
Boş zamanınızı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Birkaç ay önce baba oldum. Bu nedenle boş zamanımı genellikle kızımla geçiriyorum. Bunun dışında vaktimi rejenerasyona, ayaklarımı uzatmaya ve dinlenmeye harcıyorum. Televizyon başında çok vakit geçiriyorum ve hangi maçı yakalarsam onu izliyorum.
Hangi ligleri tercih ediyorsunuz?
Ne gelirse onu izliyorum; Fransa olmuş, İngiltere olmuş, Almanya olmuş, fark etmiyor. Ben tam bir futbol hastasıyım. Top dönüyorsa o bana yeter.
Sadece futbol mu izliyorsunuz?
Hayır, aynı zamanda büyük bir NBA hayranıyım. Fırsatım oldukça gece kalkıp maçları takip ediyorum. Derrick Rose, en sevdiğim oyuncu. Geçen sezonlarda sırf onun için Chicago Bulls’u tutuyordum ama artık New York Knicks taraftarıyım; çünkü Rose artık orada. Ayrıca, Los Angeles Lakers’tan D’Angelo Russell ve Sacramento Kings’ten DeMarcus Cousins’ı da çok beğeniyorum.
Bugüne dek herhangi bir NBA maçını yerinden izlediniz mi?
Evet. Geçen yaz Miami’deydim ve tesadüfen bir restoranda Cristiano Ronaldo’ya rastladım. Bu çok komikti çünkü daha birkaç gün öncesinde Avrupa Şampiyonası finalinde karşılaşmıştık. Kısa bir konuşmamız oldu. Noel ve yılbaşı arasında da yine birkaç maç izlemek için ABD’ye gittim.
Sosyal medyayı da epey aktif kullanıyorsunuz. Hayranlarınızla iletişimde kalmak sizin için ne kadar önemli?
Ben de küçük bir çocuktum ve idolümün o anda ne yaptığını ya da nasıl hissettiğini merak eder, bilmek isterdim. Yıldızlardan imza almaya çalışırdım. Hedefime ulaşmak için resmen ava çıkardım. Bir oyuncu beni reddettiğinde de gerçekten çok üzülürdüm. Bu yüzden, ben de düzenli olarak paylaşımda bulunmaya gayret gösteriyorum. Ancak oyuncuları da anlayabiliyorum. Misal; Kasım ayında Vicente Calderon’da Real Madrid’e 3-0 mağlup olduk. O maçın sonunda fotoğraf çektirmek için poz verebilir miyim sizce? O an sadece eve gitmek ve kendimi kilitleyip yalnız kalmak isterim.
*Bu röportaj Socrates’in Mart 2017 sayısında yayımlanmıştır. Eski sayılarımıza buradan ulaşabilirsiniz.