Bir dönemin en başarılı kulüplerinden olan Kocaelispor, uzun süredir alt liglerde mücadele ediyor. Mali sıkıntılar ve kötü yönetimler Yeşil-Siyahlı kulübü amatör lige kadar sürüklemişti. Kulüp, iki sezonu Bölgesel Amatör Lig’de geçirdikten sonra geçen sene tekrar profesyonel liglere döndü.
2016-17 sezonuna 3.Lig 1.Grup’ta başlayan takımın asıl hedefi ligi korkulu rüya görmeden bitirmekti. Fakat, bir anda şampiyonluk yarışına girdiler, daha sonra play off’a yükseldiler. Tüm Türkiye’nin ilgisini çeken Altay – Kocaelispor finali penaltılara kadar kaldı, kazanan tek gol farkla belli oldu.
Kocaelispor, sezonun sonunda üzüntülü taraftaydı ama tüm camiayı heyecana sürükleyen bir sezon yaşanmıştı. Takımı sezon başında devralıp finale kadar getiren teknik direktör Ümit Metin Yıldız ile sezonu değerlendirdik.
Hocam; Kocaelispor Bölgesel Amatör Lig’den (BAL) yeni yükselmiş bir takımdı ve göreve başladığınızda kulübün transfer yasağı vardı. O günlerde sezona dair planlar ve hedefler nelerdi? Sezon sonunda finalde olmayı tahmin etmiş miydiniz?
Biz yönetim ve kulüp başkanıyla anlaştığımızda “Rahat bir sezon geçirelim, düşme sıkıntısı yaşamayalım” anlayışı vardı. En iyimser düşüncemiz buydu. Play off’u biraz zorlayabilirsek bizim için harika olurdu. Ama bu da zordu. Zira transfer yasağımız vardı ve BAL’dan çıkmış bir takımdık.
12 Temmuz’da sezonu açtık. Çalışmalara başladığımızda en önemli avantajımızı fark ettik. İki senedir beraber oynayan bir oyuncu grubuyla ve çok karakterli bir yönetim kuruluyla beraberdik.
Kulüp birkaç sene önce kapanma noktasına geldiğinde şimdiki yönetim kurulu görevi devralıyor. 15 tane Kocaelispor sevdalısı, hayatının 20-30 senesini tribünde geçirmiş bildiğimiz taraftarlar taşın altına elini sokarak “Biz bu kulübü borçsuz bir duruma getireceğiz” diyerek bir hedef koyuyor. Öncelikli amaçları var olan 70-80 milyonluk borcu düşürmekti. Onu da şu anda büyük bir oranda başarmış durumdalar. O nedenle önceliği ekonomi olan kulübün sportif hedefi, ligde rahat bir sezon geçirmek ve olursa play off’u zorlamaktı. Fakat hem oyuncuların birlikteliği, hem bizim planlamamız, hem aramızdaki ilişkilerin güçlenmesi bizi oldukça iyi bir yere getirdi. Hatta sezon içinde bir ara 2.Lig’e direkt çıkacak noktaya da geldik. Fakat devre arasında hemen hemen bütün takımlar 7-8 oyuncu transfer edebilirken biz bundan da mahrum kaldık. Sezonun sonlarında iki haftalık bir düşüşümüz oldu. Play off da tehlikeye girdi. Play off’u son hafta Gölcükspor’u 2-1 mağlup ederek garantileyebildik. Artık takımı tanımış, takım da bizi tanımıştı. Play off’un iyi geçeceğini tahmin edebiliyorduk. Çok ciddi bir seyirci desteğimiz de olmasına rağmen final maçında penaltılarla elendik. Bu da, sezonun sonunda bizi yıkmasa da moralimizi bozdu.
Benim her zaman bir düşüncem vardı. Bana göre, Türkiye’nin özel yetenekli 5-10 oyuncusunu bir kenara koyarsak, geri kalan oyuncular arasında çok büyük farklar yoktur. Asıl belirleyici olanın antrenman kalitesi olduğunu savunurum. Bunu Kocaelispor’da hayata geçirebilmemiz bizi çok mutlu ettik. Amatör kümeden çıkıp, aynı sezonda 2.Lig’e yükselmek daha önce çok fazla örneği olan bir hikâye değil. Afjet Afyonspor bunu başardı ama onlar da sezon içinde yaklaşık 20’ye yakın transfer yapmıştı.
Bu sene profesyonel liglerde 127 takım mücadele etti; bizim konumumuzda olan, transfer yasağı ile sezona başlayan sadece Mersin İdman Yurdu’ydu. Onlar geldikleri ligden de aşağıya düştüler. Biz ise son anda bir üst lige çıkmayı kaçırdık. O nedenle bir üst lige çıkmamız çok değerli olacaktı. Yaptığımız işe ‘değersiz’ demiyorum ama taçlandıramadık. Başarsaydık tarihe geçip, bir resmiyet kazanacaktık. Ondan mahrum olmamız bizi üzdü. Ama her şeye rağmen çok ciddi bir başarı elde ettik.
Peki önce normal sezondan bahsedersek, fena gitmeyen sezonun sonlarında bir düşüş yaşadınız (Son sekiz maç iki galibiyet). Bunun nedeni sezonu yorgunluğu muydu, yoksa mental mi?
Bizim gözlemlerimize göre, bunun nedeni mentaldi. Ben 20 yıldır antrenörlük yapıyorum. Süper Lig’den, amatör lige kadar bütün liglerde bulundum. Bütün takımlar sezon içinde fiziksel dalgalanmalar yaşar. Bu da oldukça normaldir. Buna rağmen biz sezon içinde asla fiziksel sıkıntı yaşamadık.
Sancaktepe ile sezonun ikinci yarısında oynadığımız maçı 1-0 kaybettikten sonra direkt çıkma şansımızı mucizelere bıraktık. O günden sonra da mental bir yorgunluk başladı. Bunun da nedenleri vardı. Mesela kent bizi şampiyonluğa hazırlamıştı. Kocaeli, çok sabırsız bir kenttir. Zira, yıllarca Süper Lig’de oynamış, kupalar kazanmış ve futbolu seven bir kentten bahsediyoruz. Birinci sıradan 2.Lig’e çıkamayacağımızı gördükten sonra kent de oyuncular da biraz düşüşe geçti. Buna biz de istemeden sebep vermiş olabiliriz. Bu ağır bir baskıdır. Oyuncuyu bu baskıdan uzak tutamadık.
Sezon içinde futbolculara devamlı, “İyi oynayın, oyuna bakın, iyi futbolu hedefleyin, kazanmayı kaybetmeyi gözünüzde büyütmeyin” dedik. Bu isteğimize de çok ciddi cevap verdiler. Fakat birincilik iddiası ortadan kalkınca iki hafta boyunca sıkıntı yaşadık. Mesela Sancaktepe maçının hemen ardından küme düşme hattında yer alan (ve sezon sonunda küme düşen) Beylerbeyi’ne deplasmanda 2-0 mağlup olduk. O yenilgi takımın moralini bozdu. Fakat sonra takım o sıkıntıyı atlattı. Zaten fiziksel bir sıkıntı olsa, onu kısa sürede çözemezsiniz. O sıkıntı başlarsa, devam eder. Beylerbeyi maçından sonra oynadığımız 24 Erzincanspor deplasmanıyla takım tekrar ivme yakaladı. Zaten play off yarı finalinde deplasmanda oynadığımız Ankara Demirspor maçı da hem fiziksel hem mental açıdan çok iyi geçti. O karşılaşma Altay maçı öncesi bizi umutlandırmıştı. Fakat maalesef finali kaybettik. Yine de takım, kent, yönetim, bizler çok önemli bir sezon geçirdik. Çok başarılı olduğumuzu söyleyebilirim.
Finalde elendiğiniz Altay’a, hem normal sezondaki iki maçta (5-3 / 1-1) hem de 120 dakikalık finalde yenilmediniz. Finalde kaybetmeniz sizi muhakkak üzüyordur ama bu durum da üzüntünüzü arttırıyor mu?
Bunu belki de başka bir platformda konuşmalıyız ama seri penaltı atışları işine bir çözüm getirmek lazım. Mesela bu tür maçlarda normal sezonda alınan skorlara bakılabilir. Biz Altay’a iki maçta üstünlük kurduk, bu bize avantaj sağlayabilir. Veya Altay ligi ikinci, biz beşinci sırada bitirdik. Belki o sıralama dikkate alınabilir. Penaltı ise çok başka bir şey. Mesela finaldeki seri penaltı atışlarında onlar hiç kaçırmadı, biz ise sadece bir tane kaçırdık. O da üst direğe vurdu ve tek bir top çıkan takımı belirledi.
O penaltıyı da soracağım. Halen tartışılıyor, maçtan sonra tekrar izlediniz mi? Sizce gol mü, değil mi?
İlk baktığımda gol olarak gördüm ama ağır çekimde seyrettiğimde gol olmadığı gözüküyor. Hangi çekim insanı yanıltıyor bilemiyorum ama çok zor karar verilebilecek bir pozisyondu. Gerçi maçın naklen yayını vardı, belki o sayede daha net tespit edilebilir ama esasında artık çok da kıymeti yok. Gol veya değil; bu saatten sonra sadece senin üzüntünü artırır, diğerinin de belki sevincini biraz burkabilir. Artık olan oldu.
Finalin Antalya’ya verilmesi Kocaelispor taraftarlarını çok rahatsız etti. İzmir’e nispeten daha yakın bir şehirdi Antalya. Siz bu karardan rahatsız oldunuz mu?
Karar ilk açıklandığında biz de olumsuz etkilendik. Ama ondan sonraki sürece çabuk adapte olduk. Biz hep sonuçla ilgilenen bir toplumuz. Bizim için yolculuk değil de yolculuk sonunda varılacak hedef önemli olduğu için yolculuğu kaçırıyoruz. Tabi seyircilerimiz çok sıkıntı çektiler. 12-13 saat süren bir yolculuktan sonra şehre ulaştılar. O hafta sonu Marmaris’te üzücü bir trafik kazası da yaşandı. O nedenle otobüslerin Antalya’ya gelememe durumu ortaya çıktı. Yönetim kurulumuz, müthiş bir mücadeleye girdi ve bir tane taraftarı dahi maçı izlemekten mahrum etmediler. Başkanımız Bahri Yavuz 24 saat uyumadı, telefonu devamlı açıktı. Vali ve belediye başkanının da çok ciddi katkıları oldu. Ama başkanın bu konudaki çabasını asla unutamam. O gün 10-12 bin taraftarın tribünlerde olduğu söyleniyor. Müthiş bir atmosferdi. Sonuç kötü olunca, dönüş yolunda herkes çok üzüldü ama artık yapacak bir şey de yoktu.
Peki, önümüzdeki sezon devam edecek misiniz?
Finalden sonra başkanımız bırakma kararı aldı. Çok yorulduğunu, çok yalnız kaldığını söyledi. Haklıydı da. Ben 20 senedir antrenörlük yapıyorum, böyle bir enerji kimsede görmedim. Bırakma kararını aldığından beri, şehrin bütün birimleri “Bunu kesinlikle kabul etmiyoruz, bırakamazsın” diyerek destek oluyor. Bugün yarın kararı netleşecek, biz de ona göre bir sezon değerlendirmesi yapacağız.
Biraz ligi değerlendirebilir miyiz? 3.Lig’in oyun kalitesi sizce nasıl?
Süper Lig’deki kalite neyse, 3.Lig’e kadar o kalite giderek azalır. Süper Lig’de özellikle son dönemdeki kaliteyi görüyorsunuz. 3.Lig’i de o anlamda değerlendirebilirsiniz. Ciddi bir kaliteden bahsetmek mümkün değil. Bunu bizim takımımız için söyleyemem. Gerçekten çok saygı duyulacak bir takımımız var. Tek derdimiz oyuncuyu geliştirmek ve futbolun kalitesini yükseltmekti. Skor kaygısı gütmedik. Bir gün dahi hiçbir bahane üretmedik. 12 Temmuz’dan itibaren sezon boyunca 238 tane antrenman yaptık. Oyuncuların başladığımız gündeki durumuyla bitirdiğimiz gündeki durumları arasında inanılmaz bir fark oluştu. Emeğin ne kadar kutsal olduğunu, planlı çalışmanın oyuncuyu ne kadar geliştirdiğini biliyorduk. Bunu yaşayarak gördük ve bu bizi çok sevindirdi.
Biz devamlı bahane üreten bir toplumuz. Oyuncusu, antrenörü, yöneticisi devamlı bahane üretir. Biz ideallerimizi küçük dünyamızda hayatımıza geçirdik. Futbolun kalitesini yükseltmek istiyorduk. Bunu hayat geçirmek için de oyunculara, “Oynayın, oynayın, oynayın! Bir tek saniyeyi dahi ziyan etmeyin” dedik. Fakat maalesef rakip takımlardan bu anlamda bir karşılık görmedik. Abartmadan söylersem, birkaç maçımız dışında (bunlardan biri play off finalindeki Altay maçıdır) hiçbir maçımız 90+ dakika üzerinden oynanmadı. Rakiplerimiz bunu özellikle yaptı. Bu durumu beni çok fazla yıprattı, çok fazla demoralize etti. Yattılar, kalktılar ve bizim oyunumuzu sürekli çaldılar. Aynı karşılığı görebilseydik, oyun çok daha fazla oynansaydı gelişme de çok iyi olacaktı.
Fakat her şeye rağmen biz bundan vazgeçmedik. Son saniyeye kadar oynamanın dışında bir şey düşünmedik. O bağlamda oyuncularıma çok büyük teşekkür borçluyum. Çünkü Türkiye’de, özellikle 3.Lig gibi yetersizliklerin çok öne çıktığı bir ligde bunu uygulamak çok kolay değil. Hakemler yetersiz; biz de hakem kadar yetersiziz. Seyirci yetersiz; biz de seyirci kadar yetersiziz. Yine de çok ciddi kaygısı olan bir takımdık. Rakiplerden karşılık görseydik, oyuncu yetiştirme bağlamında da çok ciddi katkılar sağlayabilirdik. 1-2 takımı dışarıda tutarak söyleyebilirim ki; yalnız kaldık.
Mesela sezonun ilk yarısında oynadığımız Sancaktepe maçında önce 10. dakikada 1-0 geriye düştük. Sonra ilk 15 dakika bitmeden 9 kişi kaldık. O gün Şenol Güneş de maçtaydı. O andan sonra maçı izlemeyi bırakmış ve stadyumdan ayrılmış. Çünkü ondan sonra oluşacak sahneyi hayal edebildi; sahada çok ciddi bir fark oluşacaktı. Fakat biz o maçı 9 kişiyle 1-1 bitirdik. Beraberlik golünü de ilk yarıda attık ama biz o 9 kişi; maçın sonuna kadar bir kez olsun maçı soğutmayı, oyunu durdurmayı, 1 puanı korumayı düşünmedik ve devamlı galibiyet için yüklenmeye çalıştık. Hatta maçtan sonra Şenol Güneş skoru duyunca inanamamış ve başkanı arayıp tebrik etmiş. Böyle bir takımımız vardı ama bunlar karşılıklı şeylerdir. Genel olarak bir puanı alabilmek için her şeyi mübah görüyoruz, öne geçtikten sonra skoru korumak için oyundan vazgeçiyoruz. Bunlar gelişimin önündeki en büyük engeldir.
Alt ligleri yakından takip eden bir kesim, Süper Lig’de yabancı sınırının artması nedeniyle üst liglerdeki kaliteli yerli oyuncuların alt liglere gelmek zorunda kaldığını ve bu sayede alt liglerin kalitesinin arttığını düşünüyor. Bu görüşe katılır mısınız?
Asla böyle bir şeye katılmıyorum. Aşağıdaki kaliteyi yukarıdan gelen oyuncu yükseltecekse bizim antrenör olarak orada ne sorumluluğumuz kalır? Düşük kalitede dediğimiz oyuncuları ne kadar geliştirebiliyoruz; bizim meselemiz bu olmalı. Yukarıdan gelen oyuncu siz tekrar yukarıya gidecek hale getirebiliyor musunuz, getiremiyor musunuz? Yoksa Mert Nobre Erzurumspor’a gelince futbolun kalitesi yükselmiyor.
Bizim Kocaelispor – Altay maçının üzerinden gidersek; o gün canlı yayında izlenme rekoru kırıldı. O esnada Tottenham – Manchester United maçı da vardı Gaziantepspor – Galatasaray maçı da… Ama insanlar bizim maçımızı izledi. Çünkü iki takım da, bütün hatalarına rağmen oyun oynamak istediler. Tek dertleri buydu. Bizim bütün maçlarımız böyle geçti. Altay da bize cevap verince inanılmaz bir maç ortaya çıktı.
Bizim eksiğimiz ve artımız olabilir; onlar apayrıdır. Fakat bizim ‘oynamak’ gibi bir derdimiz vardı. Bu sayede birçok oyuncumuz kendini geliştirdi. Biz 34 yaşındaki oyuncuyu da, 17-18 yaşındaki oyuncuyu da geliştirmeye çalıştık. Bu takım içinde birlikte olabilecek bir şey. Bireysel olarak bunu başaramazsınız. Takımın böyle bir derdi olursa, onları bu şekilde yönlendirebilirseniz böyle bir şey ortaya çıkar.
Hatta ben, yukarıdan aşağıya gelen oyuncunun kaliteyi arttırdığını değil, kaliteyi düşürdüğünü dahi söyleyebilirim. Yukarıdan gelen, zaten yukarıdan geldiği için aşağıdakini hakir görüyor. “Ya ben sizle mi oynayacağım, siz zaten pas atmasını bilmiyorsunuz” diyebilir. Bizim ülkemizin böyle de bir kültürü var.
Kalite denilen olgu tek bir ligle alakalı değildir. Sizin amatör liginizdeki kaliteyi esasında Süper Lig belirler. Ben yabancı oyuncuya da karşı değilim. Gelsin! Önemli olan bizim kendi futbol ortamımızda oyuncuya bir kültür verip veremememizdir. Biz o kültürü verdikten sonra oyuncu yetersiz kalıyorsa, sen dışarıdan da Afrika’dan da, Avrupa’dan da alırsın. Zaten artık global bir dünyada yaşıyorsun.
Süper Lig, 1.Lig ve 2.Lig’deki oyuncular belli bir yaşa kadar askerliklerini tecil ettirebiliyorlar ama aynı statüde olan profesyonel ligdeki oyuncuya bu hakkı vermiyorsun, ondan sonra o ligden kalite bekliyorsun. Olmaz ki! Süper Lig’deki oyuncuya bir hak veriyorsan, bunu 3.Lig’deki bir başka profesyonel oyuncuya da vermelisin. Bunu yaparak, “Yaşlı oyuncuyu 3.Lig’de tutmak istemiyorum, orada genç oyuncu yetiştireceğim” demek mi istiyorsun? Ama yetişmiyor işte! Binlerce hocanın binlerce oyuncunun olduğu yerde bir tane Mesut Özil çıkaramıyorsun. Demek ki bizim kendi sistemimizde bir hata var.
Geçen sene ben küme düşme potasındaki takıma, Denizlispor’a gittim. Sezonun bitmesine 13 hafta vardı ve takımın ligde kalma şansı mucizelere kalmıştı. Orada da aynı prensiplerle çalıştık. Biz o takımı aldık ve aslanlar gibi oynayarak ligde kaldık. Ben orada Recep Niyaz ile çalıştım. Takım anormal bir başarı yakalayınca, adam Rizespor’a transfer oldu. Takım iyi olunca, oyuncu da yukarıyı zorlar. Başka bir kültür yaratınca oyuncu da gelişir.
Cengiz Ünder de aynı dönemde aynı ligden Başakşehir’e yükseldi. O da belli bir planın oyuncusu olarak ortaya çıktı. Sözgelimi, Galatasaray’a gitseydi belki de başka bir takıma kiralık gidecek ve orada oynamaya çalışacaktı. Başakşehir’deki Altınordu’daki sistemin bütün ülkede olduğunu düşünsenize! Tabi onların başka bir durumu da var. Türkiye’de seyirci denen bir kitle de yer alıyor. Seyirci baskısı denilen bir durum var. Bu baskıya karşı bir şey yapmak da kolay değil. Altınordu da, Başakşehir de o tür baskılardan uzak takımlar. Bazen “Bunların bir de seyircisi olursa acaba ne olacak?” denilir ama acaba seyirci olursa ne olacak; onu da oturup konuşmak lazım.
Her şey birbiriyle ilişkilidir. Bizim seyircimizin, antrenörümüzün, futbolcumuzun kalitesi neyse diğerinin de kalitesi o kadardır. Bu unsurların hepsi, olumlu-olumsuz bu topraklarda büyümeye çalışıyor. Bizim tek başına futbolu düzeltmek gibi bir şansımız kesinlikle olamaz. Bizim önce kendi hayatımızı düzeltmemiz lazım. Biz hep balıklarla uğraşıyoruz ve ‘balık hasta’ diyoruz. Oysa balık hasta değil ki, bizim suyumuz kirli. Suyun içine giren bütün balıklar hastalanıyor. Aragones geliyor hastalanıyor, Löw geliyor hastalanıyor, Advocaat geliyor hastalanıyor. Onlara hasta diyoruz. Oysa bizim suyumuz kirli. O suyun içine girersen sağlıklı kalamazsın. Suyu temizlememiz lazım.
‘Takım olma’ durumuna çok fazla vurgu yaptınız. Sezon içinde buna örnek verebileceğiniz bir anı var mı? Veya, ‘Biz şimdi takım olduk’ dediğiniz bir an var mı?
Ben oyuncuya koşulsuz saygı duyan bir antrenörüm. Bu saygı, oyuncuya bana saygısızlık yapma hakkını vermez. Ama zaten oyuncu o saygıyı samimi bir şekilde gördüğü zaman saygısızlık yapmaz. Biz kendi aramızda da az buz olmayan sıkıntılar yaşadık. Ama bir şekilde, sevgiyle sabırla o sorunları çözdük. Bazen çok değerli oyuncularımıza sezon içinde kadro dışı cezası vermek zorunda kaldık. Ama o cezaları, onları yok etmek için vermedik. Bazen sorunları kendi yöntemleriniz ile çözemez ve çaresiz kalırsınız. O durumda başka yaptırımlara mecbur kalırsınız. Oyuncunun biraz uzak kalmasını, uzak kalınca elindekinin değerini fark edeceğini düşünürsünüz.
Takım olma olgusuyla ilgili o duyguyu konuşursak, az önce bahsettiğim Sancaktepe maçı benim daha önce futbol hayatında görmediğim bir şeydir. 15 dakikada 9 kişi kalıp, o 9 kişinin atılan iki oyuncuyu kurtarabilmek için sergiledikleri oyun çok önemlidir. O maç o gün 8-0, 9-0 da bitebilirdi. Öyle bir durumda kırmızı kart gören iki futbolcuyla ilgili çok başka kararlar alınabilirdi. Sırf o iki oyuncu için o duygu sahaya yansıdı ve sahadaki oyuncular insanüstü bir mücadele verdiler. Lig liderine karşı, uzatma süresi dahil 80 dakikayı 9 kişiyle oynayacaksın ve maçı berabere bitireceksin. Ben o gün çok sağlam bir kök saldığımızı düşündüm ve bu beni acayip şekilde mutlu etti. Kazandığımız bir puanı değil ama oynadığımız oyunu görünce birçok şeyi başardığımızın hissine kapıldım.
Yönetim kurulu ile de çok iyi organize oldunuz galiba…
Bizim yönetimimizin yaptıkları, profesyonel ligde olduğumuz için bu sene çok fazla öne çıktı ama üç senedir kulübe büyük bir katkı veriyorlar. Kocaelispor için başardıkları korkunç bir şeydir. Biz 238 idman yaptık, başkanımız en az 230 tanesine geldi. İnanılır gibi değildi.
Oysa başkanların idmana gelmesi, teknik direktörleri rahatsız eder… Sizin bir çekinceniz olmadı mı?
Bu gelen insanın geliş niyetiyle alakalıdır. Ben bir iki idmanda başkanı sahada göremeyince, idmana başlamadan başkanı aradım. O da telefon çalınca “Hoca neden idman saati arıyor ki?” diyerek heyecanlanmış. İdmana neden gelmediğini sorunca, acil bir işi çıktığını, o nedenle gecikeceğini söyledi. Sanki oyuncuyu idmana getiriyormuşuz gibi oldu. Zaten biz oyuncular için çizelge tutarız ve ne kadar idmana çıkıp çıkmadığını oradan takip ederiz. Herhalde başkan, birçok oyuncudan fazla idmana çıkmıştır.
Bizim başkanla müthiş bir ilişkimiz vardı. Eğer idmana gelişleri sizin aklınızdan geçtiği gibi olsaydı, bizim başarımız zaten ortaya çıkamazdı. Profesyonel liglerde 127 takım mücadele ediyor. Bunlardan sadece 20’ye yakını teknik direktör değiştirmeden sezonu bitirdi. Biz de onlardan biriydik. Üstelik Kocaeli çok zor bir şehirdir. Çok olumlu yönleri vardır; mesela taraftar büyük bir güçtür. Fakat en ufak sallantıda her şey darmadağın olabilir. Biz orada sezonu tamamlayabildiysek bu sadece bizim kişisel başarımız değildir. Önce oyuncunun, ardından da yönetimin inanılmaz desteği ve katkısı bunu sağladı. Mütevazı davranmayalım, biz de çok ciddi bir emek verdik.
Biz bir sezon boyunca sadece bir tane adale sakatlığı verdik. Türkiye’de her lig bazında 10’dan aşağıya adale sakatlığı olmaz. Bizim sadece bir tane oldu, o da sezon başında yaşandı. Bu Türkiye’de çok ender görülen bir hikâyedir. Biz bunu çok fazla konuşamıyoruz, çünkü hemen “Sen kendin yaptın diye söylüyorsun” karşılığı geliyor. Tabi ben de içindeydim ama bunu oyuncu yaptı, yönetim yaptı, taraftar yaptı, orada herkes bir şey yaptı. Konuşulması gereken de bunun nasıl olduğudur. Mesela yerel basın da bize ciddi bir şekilde destek verdi. Oranın yerel basını da çok serttir. İşler kötü gittiğinde acımasız eleştiriler yapabilir. Fakat onlar da bize her zaman sahip çıktılar, destek verdiler. Onlara da teşekkür etmek lazım.
Biz son maça kadar bu işi getirdik. Ben çalıştım diye demiyorum ama bu sene Kocaelispor’da olanların çok ciddi bir şekilde analiz edilmesi lazım. Mesela ben Fatih Terim’in yerinde olsam, bir tane müfettiş gönderip orada neler olduğunu incelettirirdim. Çünkü, kimse farkında değil ama, bu Türkiye futbolunda sessiz bir devrimdir.