İnsanlar anlatmayı sever. Dünya belki de asırlardır bu heves üzerinden şekilleniyor. İlk çağlardaki efsanelerden Oscar alan filmlere kadar, kalıcı olan hemen her şeyin ortak özelliği ‘bir şey anlatmaya çalışmak”tır. İnsan anlatmak ister. Son 100 yıla damgasını vuran futbolda da durum aynı. İzlenen bir maç bittiğinde; aklınızdan “Ben bu maçı yarın mahallede, 10 yıl sonra bir masada, 25 yıl sonra evladıma anlatırım” düşüncesi geçiyorsa, o zaman iyi bir şey yakalamışsınız demektir.
Futbolun çok önem atfedilen marka değerinin temelinde de bu duygu yatıyor. İzlediğiniz maç; ne kadar çok ve iyi anlatılabiirse, ürünü o kadar iyi pazarlarsınız. O nedenle bir futbol liginde en yoğun hikayeler derbilerden çıkar. Süper Lig’de derbilerin yükünü yıllardır İstanbul çekiyor. Oysa üç takımın kendi arasında oynadığı altı maçın büyük kısmı pek bekleneni vermiyor. Bekleneni vermediği için de “Kalitesiz futbol” ile suçlanıyorlar. Sahadaki oyunun kaliteli olduğunu iddia etmek mümkün değil, ama kabul etmek gerekir ki kalite de önemli olan tek kıstas değil.
Balkanlarda veya Güney Amerika’da kıtaları aşarak haber olan ve merak uyandıran derbilerde de kaliteli futbol öne çıkmaz. Fakat konuşulur ve anlatılır. Anlatılacak bir şey varsa; ertesi gün konuşacak bir şeyiniz olursa, seneler sonra hatırlayacağınız bir maçı izlemişseniz kalitesizliği göz ardı edebilirsiniz.
Son oynanan Beşiktaş – Fenerbahçe maçında da ortada çok üst düzey bir futbol yoktu. Hatta Fenerbahçe adına futbol hiç yoktu. Beşiktaş ise ilk yarıda şampiyonluk adayı ve lig lideri olduğunu gösterse de ikinci yarıda da o havasını bir kenara koymuştu. Ama yine de; olan biteniyle, yaşananlarıyla, son dakikasıyla, hatta hemen herkesi “Futbolda bunları görmek istemiyoruz” dedirtmeye zorlayan olaylarına rağmen, en azından benim içime sinen bir derbi oldu. Kesinlikle izlediklerimizin en iyisi değildi ama özellikle son iki sezonda oynanan derbilerden sonra, hatırlaralarımıza ekleyebileceğimiz nadir 90 dakikalardan biriydi. Galatasaray’ın iki senedir olmadığı bir derbi ortamında; 2015’in Eylül ayında oynanan Beşiktaş – Fenerbahçe maçından sonra ilk defa dişe dokunur bir şey izledik.
Ne olursa olsun; bir takımın deplasmanda son dakika golüyle beraberliği yakalaması önemlidir. Bunu sahada 9 kişi kaldıktan sonra yapabilmesi ayrı bir olaydır. Üstelik bunu kendisinin yapamaması ve rakibinin inanılmaz bir hatasıyla oluşması çok başkadır. 89 dakika boyunca keyifsiz bir maç izlemiş olsaydık bile, gözlerimizin önünde cereyan eden olay uzun yıllar hafızalarımızda kalacak.
Üstelik 89 dakika da keyifsiz değildi. Eski takımına karşı sağ bekte oynayan bir sol bek, trivela ve rabonasını eksik etmeyen bir dünya yıldızı, derbilerin baş kahramanı olan bir kaleci, rakibine hareket çeken ve gündemi daha maç oynanırken belirleyen bir hücum oyuncusu, kalabalık bir stadyum, deplasman tribünü, sene sonunda takımının başında olmayacağını açıklayan ve kötü bir sezon geçirmesine rağmen derbilerde yenilgi yüzü görmeyen bir teknik direktör ve daha fazlası… Bunları seneler sonra bile anlatacağız. O zaman bir derbiden daha başka ne istenir ki? Ne de olsa atılan şut sayısı, yapılan paslar, topla oynama oranları da bir yere kadardır; sezon sonu unutulacak belki de…
Ama belki de artık hikayelere ve onları anlatmaya/dinlemeye çok fazla önem verilmiyordur. Ne de olsa artık herkes, her şeyi anında izliyor ve öğreniyor. Etrafımıza bize farklı bir şey anlatacak kimse kalmadı. Biz de etrafımızdakilere, kimsenin görmediği bir şey anlatamıyoruz. O nedenle artık herkes -madem anlatamayacak- en kalitelisini izlemek istiyor. Bunun için para ödüyor. Para ödemese bile, çağın en değerli ve çabuk akan olgusunu harcıyor; zamanı!
Yine de ben kendi açımdan pazar günü izlediğim dakikalardan memnun kaldım. Ve sonrasında, maçtan keyif alan da almayan da, hepimiz, “Beraberliğe sevinilir mi?” tartışmaların ortasında bulduk.
Volkan Demirel, hemen hemen bir sene önce “Allah bize beraberliği sevinmeyi nasip etmesin” dediğinde işin buralara geleceğini tahmin etmemiş olabilir. Ama ortada sevinmeyi engelleyecek bir durum da yok gibi duruyor. Ezeli rakibine böyle bir maçta ve böyle bir sezonda yenilmemiş olmak, son dakikada beraberliği yakalamak, sadece o organizasyon içinde alınacak bir puandan daha fazlasına tekabül eder. Kulüp tarihine ve psikolojisine eklenecek ‘yenilmezlik’ duygusu, önümüzdeki yıllarda oynanacak maçları bile etkiler. Bu da sevinmek için yeterli bir durumdur. Muhakkak Fenerbahçe, böyle bir sezonun içindeyken sevinecek sadece bir akşamı olabilir. Sevinme işi uzarsa sıkıntı büyür.
Ama zaten derbiler de; bütün sıkıntıların ötesine geçebildiği için güzeldir.