Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

FutbolÇınar

Herkes bir zamanlar çocuktu. Halit Kıvanç da... İşte usta spikerin öyküsü...

Halit Kıvanç konuşuyor. Her zamanki gibi, heyecanla. NTV Spor stüdyolarında, Mert Aydın ile birlikte hazırlayıp sundukları programda az önce naklettiği bir anıdan bahsediyor. Soyadı Kanunu çıktıktan sonra Mustafa Kemal Atatürk’ün nasıl Fenerli Nedim’e Kaleci soyadını verdiğini anlatıyor. “Çok güzel anılar” diyor ve duraksıyor. Şimdi önünde bir mikrofon yok. Bu kez konuştuğu, ses kayıt cihazlarımız. Ve başlangıç noktamız, televizyonun icadından biraz daha öncesi. Radyo da henüz her evde yok. Önce yazı vardı.

1

Cumhuriyet’in ilk yılları. Fatih’te yaşayan geniş bir aile. Baba, her akşam eve gelirken gazetesini almayı unutmuyor. Eski yazı okumayı biliyor ama yeni yazıyı sökememiş. Eşi ikisini de bilmiyor. Buna rağmen karı-koca, Cumhuriyet gazetesinin sıkı bir takipçileri ve okuma faslında çocuklarından yardım alıyorlar. Sanat okuluna giden ve terzilik öğrenen kızı, gazeteyi babası için yüksek sesle okuyor. Bazen bu görev Maliye’de memur olan büyük oğluna, bazen de elektrikçi olan ortanca oğluna düşüyor. Aynı odada, ailenin en küçük çocuğu da var. Onun okula gitmesine çok var ama bu gelenekten ilham almış. Büyükleri de çabuk öğrenen kardeşlerine yardımcı oluyor, onun merakını gidermeye çalışıyor. Küçük de yavaş yavaş ilerleme kaydediyor, gazeteyi karşısına almaya, büyükler gibi açmaya ve ekonomiden siyasete kadar bütün sayfalarını okumaya başlıyor.

Halit Kıvanç ailenin çabuk öğrenen, meraklı küçük çocuğu olduğu o günleri mutlulukla yâd ediyor. Bu hızı, o günlerde erkenden okul koridorları ile tanışmasını da sağlamış: “Babamın Tokat’ta akrabaları vardı, bir iş için Samsun’a gidiyordu, bizi de yanında götürdü. Oradaki akrabanın kızı da öğretmendi. ‘Aa, bu gazeteyi okuyor’ deyip şaşırdı, beni oradaki okulun müdürüne götürdü. Müdür de ‘Ah be, hiç olmazsa 6 yaşında olsaydı’ diye hayıflandı. Sonra ekledi: ‘Yahu durun bakalım…’ İstanbul’da da ağabeyim beni yanında götürüp başka birine soruyor. O da 7 yaşına gelince başlayabileceğimi söylüyor. 6 için belki bir sınav yapabileceklerini, o şartla alabileceklerini ifade ediyor. O sırada müdürün masasında gazete duruyor. ‘Gel bakalım oğlum, oku şunu’ diyor bana. Tabii oradaki gazetenin adı Cumhuriyet. Başlığı okutuyor. Ben hatırlıyorum orasını. Bu gazeteyi kaldırıyorum ve katlıyorum. Burası ne? Yunus Nadi’nin başyazısı. Harfleri okumaya başlıyorum. Yazıyı okumaya başlıyorum. Adam ayağa kalkıyor. ‘Bizde bu rahatlıkla üçüncü sınıfta okumaya başlıyor çocuklar, zaten ikinci sınıftan itibaren teferruatı öğretiyoruz’ diye şaşırıyor. Yazıp yazmadığımı merak ediyor. ‘Akşam’ yazıyor kâğıda, ‘Akşam’ yazıyorum ben de…”

2

Sadece okuma değil, yazı merakı da kısa sürede onu farklı noktalara götürür. Okulda çalışkan bir öğrenci olan Halit Kıvanç, Türkiye İftihar Kitabı’na her sene girmeyi başarır. Lisede de bu çizgisi devam eder. Almanca öğrendiği Pertevniyal Lisesi’nde sıfırcı kimliğiyle tanınan matematik hocası Mantık Lütfü’nün zorlamasıyla Fen şubesini seçer. Ancak gönlü sayılarda değildir. Lise bittiğinde tercihini İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden yana kullanır. Fatih’in tarihi sokakları ona sadece okuma-yazma merakını kazandırmamıştır. Evinin yakınındaki boş arsalarda ilk futbol eğitimini de alır. Kendi itirafıyla, iyi bir futbolcu değildir. O yıllarda Fatih Camii’nin hemen arkasında müezzinin de katkılarıyla bulunan bir alanı top sahası yaparlar. İki taş, bir kale yapmaya yetmektedir. Gerisi ise yeteneğe kalır. Halit Kıvanç, bazen kaleye konulduğunu gülümseyerek anlatıyor: “O yıllarda enayiler kaleye geçerdi.”

Futbolcu olamaz ama iki merakını birleştirdiği durakları üniversitede bulur. Spor dergisinde futbol mizahı yazıları kaleme almaya başlar. Yazılarında kullandığı ‘Kanarya’ mahlası kimilerince yorumlandığı gibi Fenerbahçe taraftarı olmasından ileri gelmez. Daha çok, o dönem hoşlandığı sarışın bir hanımefendi ile alakalıdır. Üslubu dikkat çeker. Türkiye’nin ilk spor spikerlerinden olan Eşref Şefik, “Yahu bu adam benden daha iyi yazıyor” diye nitelendirdiği bu gencin artık kendi ismiyle yazması gerektiğini kanaat getirir. Aynı dönemde ünlü edebiyatçı Yusuf Ziya Ortaç’ın da ilgisini çeker. Çevresindekilere “Bulun bu çocuğu” der ve böylece Halit Kıvanç, daha üniversite bitmeden meşhur Akbaba dergisinde yer almaya başlar. O dönem çalıştığı yerler bununla da sınırlı kalmaz. Şut dergisinde çalışırken yazılarına karikatür çizen ve henüz Galatasaray Lisesi’nden mezun olmamış olan Abdi İpekçi ile tanışır. İkilinin yolları daha sonra ‘bir gazetecilik okulu’ olarak tabir edilecek İstanbul Ekspres’te kesişir. Yıllar sonra ise Abdi İpekçi Milliyet’te Genel Yayın Yönetmeni olurken Halit Kıvanç da spor yazarı ve magazin müdürü olarak görev yapar.

O çağlar herkes için yeni şeyleri keşfetme ve yapma dönemidir. İlklerin devridir. Cumhuriyet yeni kurulmuştur ve spor, bütün ulus-devletlerde olduğu gibi burada da itici güçtür. Yerel ve uluslararası başarılar önemsenir, yurtdışına çıkışın bir hayli zor ve külfetli olduğu zamanlarda spor gazetecileri takımların izinden dünyanın farklı noktalarına gider. Halit Kıvanç da basamakları tırmandıkça spor basınının önde gelenlerinden biri hâline gelir, sadece maç spikerliği ve radyodaki yeteneği ile değil, yazılarındaki mizahi tat ile de dikkatleri toplar. Bu merakını daha sonrasında serbest yazar olarak sürdürdüğü kariyerine de yansıtmayı başarır.

Gazeteciler Cemiyeti tarafından Başarı Armağanı’na layık görülen bir yazısında, Portekiz seyahatinde oradaki yayıncı kuruluşta kendisine yardımcı olabilecek isimleri ararken yaşadığı maceraları anlatır. Portekiz Radyosu’nda herkesin sekiz-dokuz ismi olduğunu, Senyor Afonso Rodrigez Murao Marcio Augustinho Antononio Pereira Pinto Da Silva’yı bulma çalışmaları sırasında öğrenmiştir ve Türkiye’nin yüzünü kara çıkarmamak için de kendisine şöyle bir isim yaratmıştır: “Turkos Radyos Desportos / Sabah İşbaşı Gece yarısı Paydos / Trafik Tıkalı Elektrikler Fos / Vergi Taksit Bono Bırakmaz Kazanç / Bendeniz de Senyor Don Halit Kıvanç…” Aynı kalem, yetmişlerde Asteriks’i Türkçeye çevirir. ‘Hopdediks’, ‘Toptoriks’, ‘Dertsiziks’ onun bulduğu isimlerdir.

3

İstanbul kitabında şehre ve ailesine dair hatıralarını anlatan Orhan Pamuk, bir bölümde şimdilerde ünlü bir akademisyen olan ağabeyi Şevket Pamuk ile oynadığı bir oyunu anlatır: “Erkeksi futbol dünyasını, bütün toplumsal yankıları ve efsaneleriyle oyunlaştırdığımız ‘bilya maçı’na çok yıllar verdik.” Arkasından ekler: “Ağabeyim, tıpkı İstanbul radyosunda o zamanlar ‘naklen futbol maçı anlatan’ Halit Kıvanç gibi oynadığımız oyunu hayali bir seyirci kitlesine anlatır, gol olunca da atan taraf tribünlerdeki seyirci gibi ‘Gool’ diye bağırır, arkasından bir de uğultu çıkarırdı.” Pamuk, 2008’de Alman Der Spiegel gazetesine verdiği bir röportajda, ara sıra kendisine geçen mikrofon abisinin elindeyken herhangi bir oyuncu ismi hatalı söylendiğinde yaptığı müdahalelerden söz eder. Bu düzeltmeyi sessizce yapmaktadır zira o an, milyonlarca radyo dinleyicisinin rahatsız olmasını istemez. Radyo, tıpkı edebiyat gibi, ona hayal kurmayı öğretmiştir.

Bu, çoğumuz için gerçekten bildik bir his. Küçükken futbola merak salan hemen herkes, bir noktada televizyondaki spikerle birlikte maç anlatmaya kalkar. Halit Kıvanç da bunu yapmış. Geç konuşmaya başlamasına rağmen çocukken evde yaptığı düğme maçlarını seslendirirmiş. Radyo tarihimizin ilk spikerlerinden biri olan ve heyecanlı güreş anlatımıyla Atatürk’ü de makamından kaldırıp müsabakaların yapıldığı yere götüren Sait Çelebi, Kıvanç’ın ilk kahramanlarından olmuş. Basında yollarının kesiştiği Eşref Şefik de aynı şekilde ustaları arasındaymış. Ve bir gün Fenerbahçe’nin maçını takip etmek için gittiği Moskova’da maçı anlatan Niyazi Sel’in “Yerime baksana” demesiyle maç spikerliğine geçiş yapmış. Ve hepimizin bildiği, kuşaklardır süren anlatıcılık kariyeri orada, belki de bir tesadüf eseri başlamış. Önce radyodaki anlatımıyla ünlenmiş, arkasından İTÜ TV’de televizyonla tanışmış, TRT’nin de girişimleriyle beyaz camda maç anlatmış. Gerisini biliyorsunuz. O mikrofon, hep Halit Kıvanç’ın elinde oldu. Bazen bir maçta, bazen bir güzellik yarışmasında, kimi zaman bir etkinlikte…

4

Maçlardan, radyolardan ve tesadüflerden önce başlı başına ‘konuşmak’, Halit Kıvanç için mühim bir hadiseymiş. Hukuk fakültesini bitirdikten sonra yolunun düştüğü Batman Kozluk’ta (Kürtçe adıyla Hazo) başlayan hukuk kariyeri de belki bu yüzden kısa sürmüş: “Hazo o dönem yasak bölgeydi. Memnu mıntıka deniliyordu. Ve ben ilk hakimim orada. Bir de bir kaymakam vardı.Elektrik yok, iki-üç telefon var. Çocuklar Kürtçe konuşuyor. Orada Haydarpaşa Lisesi’nden mezun biri vardı, bana yardım ederdi. Dükkân yok, hiçbir şey yok. Kasaba ilan etmişler, ilçe yapmışlar ama bir ben varım, bir de kaymakam. Ve baktım, evime gelemiyorum. Otobüs bir yere gidiyor, sonra inip üç-dört saat katır sırtında ilerliyorsunuz. At çok nazik hayvan, o dağ yolunda yere düşüyorlar. Yola 10 at çıkıyorsa 6-7 tanesi orada kalıyor. Atlar o vaziyette yani. E, lokanta yok. Ev sahibi süt yolluyor, sütle yapılan şeyler yolluyor. İki sene stajımı yapmışım. Suç yok, hırsızlık falan yapan yok. Radyo yok doğru düzgün. Hayat hakkın yok. İki kişide radyo var, o da pili biterse gidiyor. Ve ben izin istedim. Annem İstanbul’da. Bir yıl geçmeden izin vermeyeceklerini söylediler. Ben de bastım istifayı, çıktım. Neredeyse bin kişi vilayete kadar beni uğurladı. Oradan Ankara’ya geldim.”

Devamında avukatlığı denemeye karar veren Kıvanç, orada da konuşma fırsatı bulamaz: “İstanbul’a geldim, avukatlığa girerim dedim. Gazetede de spor yazmayı sürdürürüm diye düşündüm. Birinci duruşma, akraba duruşması. Evden çıkarmak istiyorlar birilerini. Davalı götürdü kağıdı, hakimin önüne koydu. Hakim döndü, ‘Efendim, evden çıkmayı kabul ettiler. Üç gün içinde evden çıkacaklarına tahattüt verdiler’ dedi, çıktık gittik. İkinci dava, alacaklı davasıydı. Girdim davaya, adam ayağa kalktı. ‘Efendim’ dedi, ‘zarfım hazır, borcumu huzurlarınızda veriyorum.” Dava düştü, çıktık. Üçüncüsünde hakim davanın reddine karar verdi. Parmağımı kaldırdım. Hakim bana döndü, “Avukat bey, sizin lehinize reddediyoruz davayı” dedi. Hiçbir şey söylemedim. Ertesi gün baroya gittim, ‘Beni konuşturmayan meslekte işim yok’ dedim. Ondan sonra dergilerde, gazetelerde yazdım.”

5

Halit Kıvanç şimdilerde 92 yaşında. Yine hafifçe gülümseyerek “Herkes yaşımı merak ediyor” diyor. Doksanı geçtikten sonra artık bunu çok söylememeye karar vermiş. Fakat hâlâ çalışmayı sürdürüyor. Televizyon ve radyodaki programlarına devam ediyor. Görünüşü, bildiğiniz gibi. Yüzüne baktığınızda kırışıklıklar dikkatinizi çekmiyor. Daha çok konuşmaya odaklanıyorsunuz. Sese, üsluba, nezakete…Bazen duraksıyor, o an aklına gelmeyen bir ismi düşünüyor ve şöyle diyor: “Hayat böyle bir şey işte, bu yaşa gelirsen böyle oluyor.”

Onu dinledik, okuduk, izledik. Pele ile daha ünlü değilken röportaj yapan ilk gazeteci olduğunu, Gerd Müller’den Franz Beckenbauer’e kadar birçok isimle yakın dostluğu bulunduğunu, terör saldırısı ile lekelenen 1972 Münih Olimpiyat Oyunları’nı Uğur Dündar ile birlikte anlattığını, 10 tane Dünya Kupası’nı yerinde gördüğünü, Türkiye spor tarihinin en büyük efsanelerinden biri olduğunu ve bu hayatın aslında herhangi bir dergi yazısına sığmayacağını biliyoruz. Bu serüvenin bir kısmı, gözlerimizin önünde yaşandı. Bizim, annelerimizin, babalarımızın… Buna rağmen kimsenin görmediği bir kısım da var. Bir zamanlar televizyon yoktu ve Halit Kıvanç da çocuktu. Radyo dinliyor, gazete okuyor, mahallede top peşinde koşuyordu. Yetenekli bir oyuncu değildi ama o da herkes gibi kendi kendine maç anlatıyor ve bir gün sahada olmanın hayalini kuruyordu. Herkesten farkı ise burada ortaya çıktı. Çünkü o, başardı.

Halit Kıvanç oradaydı. Gazeteler yükselirken ve düşerken, radyo gelişirken, televizyon ülkeye gelirken, o oradaydı. Hayat bazen böyle bir şey. Yeterince çalışır, işinizi sever ve biraz da şanslı olursanız olağanüstü fırsatlar ayağına gelebiliyor. Bazen, her şey yolunda giderse, düğme maçınız milyonlarca kişiye ulaşabiliyor.

*Bu yazı ilk olarak Haziran 2016 sayısında yayımlanmıştır. Bütün sayılarımıza buradan ulaşabilirsiniz.

İlginizi çekebilecek diğer içerikler

Tahterevalli

Tahterevalli

3 sene önce
Başka Bir Yol

Başka Bir Yol

4 sene önce
Hayal Albümü

Hayal Albümü

4 sene önce