Öncelikle şunu belirtmek gerekiyor ki, futbolda olduğu gibi voleybolda da Dünya Kulüpler Şampiyonası, Şampiyonlar Ligi ayarında bir öneme sahip değil. Ancak yine de, Türkiye Kadınlar Voleybol Ligi’nin global ölçekte nerede bulunduğuna dair ortalama spor izleyicisine, hatta ve hatta hiç bu taraklarda bezi olmayıp da omuz üstünden gazete okuyan metrodaki adama ilettiği mesajla bu şampiyonluk değerli.
Turnuvaya bu sene CEV Şampiyonlar Ligi Şampiyonu Eczacıbaşı’nın yanı sıra, Avrupa Voleybol Konfederasyonu CEV’in 2 numaralı kupası yani CEV Kupası’nı kazanan Dinamo Krasnodar, 2014 Asya Şampiyonu Japon Hisamitsu, 2015 Güney Amerika Şampiyonu Brezilyalı Rexona Ades Rio, Orta Amerika Voleybol Konfederasyonu’nu temsilen Dominik Cumhuriyeti’nden Mirador ve ev sahibi Volero Zürih takımları davet edildi. Brezilya ve Japonya voleybolda çok önemli ekoller olsalar da, kulüp bazında Türkiye ve Rusya’nın an itibarıyla diğer tüm ülkelerden çok farklı bir yerde durduğu aşikar. Geride bıraktığımız şampiyona, bu gerçeğin bir defa daha altının çizilmesi olarak da okunabilir.
Aslına bakılırsa CEV Şampiyonlar Ligi’nde son viraja gelinirken Eczacıbaşı Vitra, kupayı kazanmak için en az şans verilen Türk ekibiydi. Yatırıma asla ara vermemesine ve sürekli önemli kadrolar kurmasına rağmen Eczacı, son yıllarda transferde çok büyük şanssızlıklar yaşamıştı. Büyük ümitlerle getirilen yabancıların bir kısmı, gelir gelmez ağır sakatlıklar geçirip neredeyse hiç faydalı olamadan takımdan ayrıldı. Bir kısmı da daha önceki takımlarındaki performanslarının yanına dahi yaklaşamadan silinip gitti. Bu sezon genelinde de, Amerikan Milli takımının yıldızı, geçen sezon Gamova ile beraber Dinamo Kazan’ı CEV Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu’na taşıyan Jordan Larson ve Dominik Cumhuriyeti ile Dünya Şampiyonası’nda harikalar yaratan Bethania De La Cruz gibi yeni transferler pek de öyle ahım şahım oynamadılar. Kazanılan Vakıfbank derbilerinin haricinde takımda genel olarak bir ahenksizlik göze çarpıyordu. Hatta Final Four’a kalmak için Eczacıbaşı, son ön eleme turunda 3-0’ın rövanşında Volero’ya İsviçre’de 1-3 mağlup olup altın set oynamak durumunda kaldı. Fotoğraf her açıdan, her filtreden yine Eczacıbaşı’nın o yüksek standartlarını tatmin etmeyecek bir sezon sonu ihtiva edecek ve çok az ‘like’ alacak gibi görünüyordu.
Ama Eczacıbaşı, büyük bir takım olmanın ne demek olduğunu gösterircesine, Şampiyonlar Ligi yarı finalinde Vakıfbank’ı üçüncü kez üst üste mağlup etti ve daha sonra da kolayca kupaya uzandı. Jordan Larson’un dediği gibi, en can alıcı noktada sezonun en iyi oyununu oynadılar.
Şampiyonlar Ligi zaferi sonrası Dünya Kulüpler Şampiyonluğu çok şaşırtıcı değil. En çarpıcı mesele şu; bu sene, bu iki kupayı Vakıfbank da Fenerbahçe de pekâla kazanmış olabilirdi. Öylesine üç takıma sahibiz ki, dünya voleybol kamuoyunda Türkiye’deki domestik finallerin, uluslararası şampiyonalardan çok ama çok üstün olduğu konuşuluyor. Takımlarımız İtalya ya da Polonya gibi liglerde yıldızlaşmış oyuncuları transfer ettikleri zaman bu oyuncuların hayranları “Bizim kız Türkiye Ligi’nde sıradan oyuncuya dönüşür mü?” korkusu yaşıyor.
Gelecek yıl 50. Kuruluş yıldönümünü kutlayacak olan Türk sporunun lokomotiflerinden Eczacıbaşı, müzesinde bulunmayan iki büyük kupayı bu yıl arka arkaya kazanarak harika bir iş başardı. Kadın voleybolundaki bu parlak dönem olanca hızıyla sürüyor sürmesine de, bu başarıyı yurtiçi ve yurtdışında yeterince iyi pazarlayabiliyor muyuz, bana kalırsa bundan sonra yoğunlaşılması gereken soru bu olmalı.