Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

FutbolKaderimin Yazıldığı Gün

Yetenek er veya geç fark edilir ama yine de bazen ufak dokunuşlara ihtiyaç duyar. Nou Camp’a uzanan yola çıkmak için bir kola şişesi kağıdı size yardımcı olabilir.

Yaklaşık 10 yıldır Türkiye’de Arda Turan rüzgârı esiyor. Galatasaray formasını giyer giymez atmaya başladığı goller onu bir anda manşetlere taşımıştı. Işıltılı başlangıçların örneğine daha önce de rastlanmıştı. Ama Arda, benzerlerinden farklı olarak devamını da getirdi. 2008 yılında bir gazete tarafından ‘Türkiye futbolunun son 25 yılındaki en iyi 11’ine seçilmişti. Henüz 21 yaşındaydı, özgeçmişi çok kısaydı ve sadece bir lig şampiyonluğu vardı. Yine de kimse tartışmadı onun efsane oyunculardan kurulu 11’de yer almasına. Potansiyeli büyük bir vaat olarak tam ortada duruyordu. O da her geçen gün hikâyesini biraz daha uzattı. Şimdilerde İspanya’da yazılmaya devam eden bu öykü nasıl devam ederse etsin, değişmeyecek bir başlangıca sahip. Bir kırılma noktasına…

Arda’nın Bayrampaşa’dan Florya’ya, oradan da Barcelona’ya gitmesinin yolunu açan sihirli gün…

2009’da bir televizyon programında da, hakkında yazılan kitaplarda da aynı gün anlatılmış, aynı isimden bahsedilmişti. Geçtiğimiz sene YouTube üzerinden yayılan ve oldukça popüler olan ‘Bayrampaşa’s Dream’ adlı videoda Arda şunları söylüyordu:

“Altıntepsi minik takımıyla bir maça gitmiştik. Maçta bileğime darbe aldım. Kenara gittim. Yanıma biri geldi; İlker Akbaş diye biri. Ne olduğunu sordu. ‘Ayağıma vurdular’ dedim. Sonra ‘Hayalin ne?’ diye sordu. ‘Galatasaraylıyım, Galatasaray’da oynamayı çok istiyorum’ diye yanıtladım. ‘O zaman al bu kartı, git Galatasaray idmanına’ dedi. Kartı aldım, antrenmanlara gittim, sonra seçmelere girdim…”

İnsan istediği kadar plan yapsın, istediği kadar yetenekli olsun bazen böyle müdahalelere ihtiyaç duyar. Anlık gelişen, tesadüflerle dolu sihirli anlar. Film sahnesi olabilecek büyülü bir diyalog. Bir dünya yıldızının, henüz 11 yaşındayken önünü açan bir kartvizit.

Peki kimdi bu İlker Akbaş? İnternette arama yapınca karşınıza çıkan isimlerden biri değil. Arda’yı Galatasaray’a getiren kişi olduğuna göre bir teknik direktör veya scout olabilirdi. Buna rağmen TFF’nin resmi internet sitesinin kayıtlarında ismi yoktu. Futbol istatistik sitelerinde de adı yazmıyordu. Gazete arşivlerinde de adı geçmiyordu. Türkiye futbol tarihinin belki de en kariyerli futbolcusunun hayatına yön veren ismi bilgisayar başında bulmak mümkün değildi.

İnternet araştırmasından sonuç çıkmayınca sokağa inmek farz oluyor. Şimdi İstanbul’un amatör kulüplerinden olan Yaylaspor’un lokaline gidiyoruz. İçeride, 50 yaş üzeri erkek nüfusun ağırlığı var. Çoğu okey oynuyor. Televizyonda TJK TV açık, duvarlarda ise siyah-beyaz eski futbol fotoğrafları. Karşımızda uzun boylu, şık giyimli, beyaz saçlarına rağmen hala fit duran yaşlı bir adam var. İlker Akbaş internette yoktu ama çok uzağımızda da değildi. Sokaktaydı. Karşımızdaydı. Masaya gelen simit ve çay eşliğinde ona Arda’yı sorduk. O bize daha fazlasını anlattı.

Yanına gitmemize neden olayı belki daha önce defalarca anlatmıştı. O nedenle olsa gerek konuyu oldukça hızlı geçti. Ama bizim Arda’dan dinlediğimiz gibi değildi, ufak tefek farklar vardı. Bizim beklediğimiz gibi değildi. Arda’nın hikâyesi heyecan verici bir Hollywood filmi ise, İlker Akbaş’ın anlattığı tam bir Zeki Demirkubuz filmiydi. Tamamen İstanbul gerçekleriyle kurgulanmış, ne olursa olsun o ‘yırtma’nın ne kadar zor olduğunu gözümüze sokan, imkânsızlıkları, rekabeti, inadı yeniden hatırlatan cinsten.

“Sene 2001. O tarihlerde çalışmıyordum. Herkes 15.30’daki maça gider, ben sabah 9’da, 11’de oynanan maçları takip ederdim. Çünkü altyapılar o saatlerde oynardı. Arda, Altıntepsi’nin futbolcusuydu. Onların maçını izliyordum. 7-0 öndelerdi, o da sanırım dört gol atmıştı. Hocası onu oyundan çıkarınca sinirlendi. ‘Beni neden çıkarıyorsunuz’ gibi bir şeyler söylemeye başladı. Ben de çağırdım yanıma. ‘Sen ne egoist adamsın. Bırak başka bir arkadaşın da oynasın’ dedim. ‘Ama ben futbolu seviyorum’ cevabını verdi. Hangi takımı tuttuğunu sordum, ‘Galatasaray’ dedi. O zamanlar Tamer Güney, Galatasaray’da koordinatördü. Aslında kartvizit vermedim. Oradaki bir kola şişesinin kâğıdını koparıp, Galatasaray altyapısındaki hocaların adını yazdım’’

Herkes gibi yeteneklerine güvenerek ‘yırtmak’ isteyen bir gencin kaderini aslında bir kola şişesinin yırtık kâğıdı şekillendiriyordu. Fakat hikâyenin devamı da kolay değildi.

Arda, birkaç gün sonra annesiyle beraber kulübe gider. Fakat belki mahcubiyetlerinden, belki de bir kola şişesinin yırtık kâğıdına ilk etapta güvenmemelerinden yetkililere bir şey söylemezler. Fakat o sırada bir futbolcunun sakatlanması kadere bir dokunuş daha yapar. İlker Akbaş’tan gelen kağıt parçasını gören antrenörler, Arda’yı maça dâhil eder.

Birkaç gün sonra kulübe uğrama sırası İlker Akbaş’a gelir. Tamer Güney’e, gönderdiği çocuğun akıbetini sorar. Aldığı cevap çok ilginçtir, çünkü hem olumlu hem olumsuz anlama gelebilir:  “Aman İlker, şeytanın biri o!”

Bu cevap, Güney’in Arda’yı övme biçimidir. Ve belki de yazının bu kısmına kadar hâkim olan kaderci söylemlere gerek yoktur. Yetenekli olan en sonunda muhakkak kendini gösterir. Akbaş’a soruyoruz, Arda’yı izlerken nesinden etkilenmiş, onda farklı olarak ne görmüştü? Sadece oyundan çıkarken ağladığı, sinirlendiği için yeteneğini keşfedemezdi ya…

“Maçı seyrettim. O dönemdeki fiziğini hatırlayamıyorum. Ama 30-40 metreye ters top atıyordu. Çok mükemmeldi. Hatta bir sene sonrasında, bu sefer Muhammet Demirci’yi Bahçelievler’deki bir maçta izlemiştim. Daha ufaktı. Çektim bunu, velede ‘Senin maçta kaç tane kontra topun var?’ diye sordum. Çocuk, ‘Ne kontrası abi?’ diye şaşırdı. Ne olduğunu bilmiyordu daha. Zaten şimdi de al-ver ile oynayan bir oyuncu oldu. Yakınıyla oynar sadece. Ters top atamaz’’

Sohbette Arda’dan Muhammet’e uzanışımız oldukça kısa sürüyor. İkili arasında ilginç bir tesadüf de var aslında. Muhammet Demirci’nin bir televizyon yıldızına dönüşüp Barcelona yollarına düştüğü günlerde Arda Turan, Manisaspor’a kiralanmıştı. O günlerde hangisinin Barcelona’da oynayacağı üzerine bir bahis oluşturulsa favori yanıt Arda olmazdı.

Türkiye’nin son dönemdeki en ilgi çekici ve iki ayrı kutuba doğru ilerleyen iki futbol karakterinin hayatına ufak bir şekilde olsa da değmiş biri var karşımızda. Merakımız artıyor. Sorularımız Arda eksenli olmaktan da çıkıyor artık. Kim bu adam? Teknik direktör olmadığını biliyorduk. Gençliğinde Galata’da, Davutpaşa’da futbol oynadığını da öğrenmiştik. Ama ya sonrası?

İlker Akbaş, futbolu bıraktıktan sonra muhasebecilik işleriyle uğraşmış ve bütün boş zamanını futbolla geçirmiş. İstanbul’un hemen her sahasında maç izleyerek bir ömrü yaşamış. Teknik direktör olmamasının nedenini anlatırken neden mali müşavir olmadığını da söylüyor:

“1972 senesinden beri muhasebecilik yapıyordum. İmza yetkilerim de olmasına rağmen mali müşavir olmadım. Mali müşavirliğin kurulduğu ilk sene, yanılmıyorsam 1989, kayıt yaptırmaya gittim. Daha içeri girer girmez benden kafadan 500 lira istediler. Form parasıymış. Formu diyelim ki yanlış yazdım, ne olacaktı, bir daha mı 500 lira verecektim? Kızdım ve formu doldurmadım. O yüzden mali müşavir de olmadım. Benim belgeyle falan işim yok! Aynı neden dolayı teknik direktörlük için de lisans çıkartmadım.”

Yine de antrenörlüğe hiç bulaşmamış değil. Belgesiz zamanlarda, dönem dönem bu işi yaptığını söylüyor. Unutamadığı bir şampiyonluk anısı da var. Kırıkhan’da askerlik yaparken, ilçenin gençlerinden biri yanına gelir. Genç adam, dönemin en popüler dergilerinden biri olan Hayat Spor’da İlker Akbaş’ın fotoğrafını görmüştür. Kısa bir konuşma yapılır. Ertesi gün etraf hareketlenir. Komutanlardan izin alınır ve kısa bir süre içinde ‘Teğmen İlker’ Kırıkhanspor’un başına geçer. Sonuç; 1969 Hatay şampiyonluğu.

Bu futbol adamının yanına geliş nedenimizi unutmuyoruz. Tekrar Arda’ya döndürüyoruz konuyu. Akbaş, Arda’nın çevresindeki kalabalığa biraz sitemkar gözle baksa da yıldız oyuncunun çevresindekileri devamlı Barselona’daki villasında ağırlamasını övüyor. Bu arada uzun süredir hem onunla hem de ailesiyle görüşmediğini de ekliyor. Ama Arda’nın, annesine sık sık Bayrampaşa Caddesi’ndeki pilavcıdan pilav sipariş ettiğini de biliyor. Arda’nın hayatına yön verdiği konusunda da bir yandan mütevazi davranıyor ama aslında oldukça da iddialı. “Bizim yaptığımız, her zaman yaptığımız şey’’ diyor.

Birçok genç futbolcu onun himayesinden geçmiş. Bu isimler arasında 1980’lerde Beşiktaş’ta forvet olarak oynayan Necdet Ergün’ü de sayıyor. Her kuşaktan, her dönemden futbolcular… Son dönemde futbolcu yetiştirmede sıkıntıları da bir örnekle anlatıyor:

“Veliköy’ün belediye başkanı ile bir diyalog kurduk. Birkaç sene evvel Galatasaray’a iki-üç tane futbolcu gönderdik. O yaş grubuna eski futbolcu Küçük Metin (Yıldız) bakıyordu. Çıkardı, oynattı. Çocuk sırım gibi, 1995 doğumlu. ‘Abi yarın da gelsin’ dedi. Ya kardeşim sen bir kararını ver. Bu adam yarın da gelsin de niye gelsin. Beğendiysen hep gelsin. Sen sahip çık, idare heyetine, ‘Ben bir adam buldum, Veliköy’den geliyor. Masraflarını karşılayacağız’ de! Öyle bir vasfı yok o hocaların. Gelsin çıksın diyerek olmuyor ki. U-19 takımında yedi sene boyunca Kırklareli’den gelen çocuk var. Babası İstanbul’da ev tutmuş, çocuk bazen o evde kalıyor.

Bir yol masrafı, iki okul. Bunlar çok önemli. Şimdi yeni bir şey yaratıyorlarmış gibi, futbol takımlarını okullara bağlamaya çalışıyorlar. Biz bunu 10 sene evvel söyledik. Bir Davutpaşa Lisesi, bir Şehremini Lisesi… Orada sporu seven hocaların gayreti var. Futbolcu sınıfı yapıyorlar. Arda oradandır mesela. Adam ona göre ders çalışıyor, ona göre sınava giriyor. Futbolcu dediğin bazen bir hafta okula gelemez. Sınıfta mı bırakacaksın? Anlayışlı hoca olursa bırakmaz. Ama anlayışlı olmazsa bırakıyor çocuğu.”

Artık anılar ve analizlerle dolu kusursuz bir futbol sohbetinin içinde olduğumuzu kabulleniyoruz. Bodrumspor ile Manchester United aynı cümlede geçiyor. Bu durum gayet doğal. Çünkü İlker Akbaş, gerçekten de futbolla yatıp futbolla kalkan biri. Arda’yı veya diğer isimleri keşfetmesini sağlayan göze sahip olmasının nedeni tam olarak bu. Devamlı sahalarda veya televizyon başında.

Bodrumspor’da 18 yaşındaki bir çocuğun, takımında şans bulamamasının nedenini sorduğunda aldığı ‘Takım şampiyonluğa gidiyor, daha vakti var’ cevabı onu oldukça sinirlendirmiş mesela. Hemen arkasından “Yahu Manchester United’daki esmer çocuk (Rashford) 18 yaşında değil mi? Manchester United nasıl oynatıyor? Burada Bodrumspor oynatmıyor!”

Rıdvan Şimşek, Burak Yılmaz, Hakan Şükür, Peter Briegel, Neymar, Fernandao gibi birçok ismin adı geçiyor sohbetimizde. Son dönemden beğendiği futbolcu olup olmadığını soruyoruz. Mustafa Pektemek diyor ama sesinden de bir kırgınlık hissediliyor. Beklediği patlama tam anlamıyla olamamış. Fakat Tuncay Şanlı ile Caner Erkin’e kızgın. “Tuncay Şanlı ne oldu? Para kazandı mı, kazandı. Ama üstüne koyamadı. Sen önce asli görevini yapacaksın, sonra tali görevini. Mesela bekin hücuma katılma meselesi… Önce adamını tut, sonra hücuma çıkarsın. Şimdi önce hücuma katılıyorlar. Caner mesela çok yapıyor onu. Niye artık Hasan Ali’yi alıyorlar? Caner’in umrunda bile değil arka taraf. Orta yapacak da şut çekecek de…”

Yaylaspor’un lokalindeki sohbetimizin sonu Leicester City analizi ile geliyor. İlker Akbaş, Arda’nın Barcelona’da ‘cambazlarla’ beraber oynadığını ama kendisine keyif veren gerçek futbolu geçen sene Leicester’ın oynadığını, “Hasta oluyorum. Basit basit ne top oynuyorlar. Futbolda teferruata da gerek yok” diyerek vurguluyor. Sonrasında da bizi hafta sonu Davutpaşa’nın oynayacağı Yeşilköy maçına çağırıyor.

Yoğun olduğumuz için o hafta sonu Vefa Stadı’na gidemedik. Fakat İstanbul’da herhangi bir amatör sahada, herhangi bir yaş grubunun maçında kenarda onu görebileceğimizi anlıyoruz. Hâlâ kartviziti yok ama futbol dünyasında tanıdıkları yine mevcut. Yani; yeni Arda’lara yol göstermemesi için hiçbir neden yok.

İlginizi çekebilecek diğer içerikler

Tahterevalli

Tahterevalli

3 sene önce
Başka Bir Yol

Başka Bir Yol

4 sene önce
Hayal Albümü

Hayal Albümü

4 sene önce