Bu yaz Manchester United, tüm zamanların rekor bonservis bedeliyle Paul Pogba’yı kadrosuna katmış ve herkes Premier Lig’in, artık Serie A’nın en iyi oyuncusuna sahip olduğunu düşünmüştü. Genç Fransız, güçlü bir kazanma alışkanlığına ve mükemmel bir yeteneğe sahipti. Geçen sezonun ikinci yarısında potansiyelini sahaya yansıtmış; Juventus’un 10 numaralı siyah-beyaz formayı kendisine teslim etme kararında ne kadar haklı olduğunu ispat etmişti. 10 numara, tıpkı Michel Platini, Roberto Baggio, Alessandro Del Piero ve Carlos Tevez’e yakıştığı gibi Pogba’ya da yakışmıştı.
Tüm bu veriler Pogba’nın lehine olabilir ancak o, geçen sezon Serie A’daki en iyi futbolcu değildi. Juventus’un Pogba transferinde United’dan kazandığı parayla kadrosuna kattığı Napoli forveti Gonzalo Higuain, ligin en iyisiydi. Pogba ise Torino’da geçirdiği süreç sonunda ‘Yılın En İyi Juventus Oyuncusu Ödülü’nü bile alamamıştı. Yeni jenerasyonun bir başka üyesi Paulo Dybala da ödül üzerinde hak iddia edecek performans çıkarıyordu. Juve’nin efsane Arjantinlisi Omar Sivori’nin doğal mirasçısı, J Stadyumu’nda geçen ilk sezonunda 21 gol kaydetti. Bu istatistik, özellikle Kasım ayına kadar ilk 11’de düzenli yer bulamadığı düşünüldüğünde daha da değerli hâle geliyordu. Pogba ve Dybala’nın takım içerisinde çıtayı yukarı çektiği çok açıktı. Yine de onlar bile, tarihe geçip üst üste beşinci Scudetto’sunu kazanan Juventus’un en kritik ve en etkileyici oyuncusu olmayı başaramamıştı.
Pogba, yaptığı 105 milyon Euro’luk transferle de kanıtladığı üzere takımın MVP’siydi ama ‘Yılın Oyuncusu’ tartışma götürmez şekilde kaptan Gianluigi Buffon’du. 38 yaşında, en iyisi olmasa bile kariyerinin en iyi sezonlarından birini geride bırakıyordu. Bunu; yorumcuların, daha 2010 yılından başlayarak inişe geçtiğini ve artık eskisi gibi olamayacağını söylediği Gigi Buffon yapmıştı…
Juve, 2010 sezonunda Serie A’yı yedinci sırada tamamladı. Buffon, o sezonu bel fıtığıyla geçirmesine rağmen ameliyatını ertelemiş, kötü giden sonuçları tersine çevirmeyi ve ardından da İtalya ile birlikte Güney Afrika’daki Dünya Kupası’nda olmayı ummuştu. Beklendiği üzere acı çekiyordu ve son şampiyon İtalya’nın 2010 Dünya Kupası felaketini başlatacak maçın hemen başında, vücudu onu yarı yolda bırakmıştı. Tüm bu sorunlar, Iker Casillas’ın kariyer zirvesine denk geliyordu. İspanyol kaleci, Avrupa şampiyonluğunun yanına bir de dünya futbolundaki en büyük gururu ekliyor ve kız arkadaşı spiker Sara Carbonero’yu canlı yayında öperek bu başarıyı damgalıyordu.
Eğer Casillas ‘şimdi’ ise geleceği temsil eden de Almanya’nın kalesini emanet ettiği Manuel Neuer’di. Buffon ise biraz göz ardı edilmişti. Ameliyatın ardından iyileşti ama sinyaller pek iyi değildi. Futboldan uzak kalıp paslanmış olması ve Juventus’un elde ettiği hayal kırıcı yedincilik, hâlâ elit seviyede olmasına rağmen Buffon için en güzel günlerin geride kaldığı izlenimini yaratıyordu. Çünkü kalecilik ilerlemeye devam ediyordu. Hatta çoktan ilerlemişti bile, değil mi? Oysa Buffon’a karşı bahis yapılmayacağını bilmek gerekiyordu; o, üzerini asla çizemeyeceğiniz bir isimdi. İspat mı?
O günlerden altı yıl sonra, Buffon hâlâ dünyanın bir numaralı 1 numarası. Akranlarının, şu anki başarılarına karşı yapabileceği tek şey; onu hayranlıkla takip etmek. Casillas, Buffon’dan üç yaş küçüktü ama Real Madrid’deki son sezonunda Jose Mourinho ile yaşadığı güç savaşı sonrasında, geri dönülemez -ve üzücü- bir düşüşe geçti. Neuer’in en son ne zaman bir kurtarışı yahut performansı internette yayıldı, hatırlayan yok. Manchester United’ın son üç sezonda ‘Yılın Oyuncusu’ olarak seçtiği David de Gea bile Buffon’un mükemmelliği karşısında şapka çıkarıyor. Genç İspanyol, Juventus’un Ekim ayında oynadığı bir Şampiyonlar Ligi karşılaşmasını televizyondan takip ederken, alkış emojileri ve büyük harflerle yazılmış ‘TOP’ (zirve) kelimesinin yer aldığı bir tweet ile Buffon’a hakkını teslim etmişti.
???? @gianluigibuffon
— David De Gea (@D_DeGea) October 18, 2016
Buffon’un, 20 yıldan uzun süre önce, hücum hattında her ikisi de Ballon d’Or kazanmış Roberto Baggio ve George Weah’ın oynadığı Milan takımına karşı sahaya çıkarak başlattığı kariyerin dayanıklılığı herkesi hayrete düşürüyor. Tabii ki kariyerinin bu safhasında emeklilik kararıyla yüz yüze gelmek gayet doğal. Şüphesiz ki sonsuza dek sahalarda kalamaz ama ihtişamı henüz sönmeye yakın bile değilken bırakmamalı da… Kış geliyor. Ancak, en azından iki yıl daha eldivenlerini asması beklenmiyor.
Hedef, önümüzdeki Dünya Kupası’nda İtalya’ya kaptanlık yapmak. Tabii yalnızca bu unvan da değil. Buffon, bunu başardığı takdirde beşinci Dünya Kupası’na katılarak Meksikalı meslektaşı Antonio Carbajal ve Alman orta saha oyuncusu Lothar Matthaus’un bulunduğu seçkin bir kulübe girecek. Tüm zamanların en iyi İtalya kalecisi tartışmasında Buffon’un en büyük rakibi olan Dino Zoff, 1982’de kupayı kaldırırken tam 40 yaşındaydı. Serie A’nın umut verici yeni jenerasyonuyla birlikte aynı başarıyı Buffon’un yakalayamayacağını kim söyleyebilir ki? Belki de futbolla işi bitmeden önce, koleksiyona yeni bir Dünya Kupası madalyası daha ekleyecek.
Hâlâ oyunun zirvesinde olması ve kariyerinde geride bıraktığı tüm zamana rağmen daha fazlasına olan açlığı, Buffon hayranlarını şaşkınlık içerisinde bırakıyor. Özellikle de kaleciliğin doğasındaki değişim ve evrim göze alındığında… Buffon, kalecilik için önce ‘mazoşist’ olmayı şart koşuyor. “Bir mazoşist olmalısınız çünkü kalede oynuyorsanız hayatınızda kesin olan tek şey, goller yiyeceğinizdir. Ve tahmin edileceği üzere, gol yemek beraberinde mutluluk getirmez. Eğer mazoşizm anlayışınızda bir terslik yoksa tabii” diyor ve gülerek ekliyor: “O zaman durum daha farklı.”
Topu kendi ağlarınızdan çıkarmak moral bozucu bir iş. Eğer Buffon kadar uzun bir kariyere sahip olmak istiyorsanız, güçlü de bir karakteriniz olmalı. Kalecinin güvenini yitirmesi, bu güven kaybının önce savunmaya ve oradan da tüm takıma bulaşması riskini de taşıyor. Öte yandan oyun da her gün değişiyor. Şu sıralar kaleciler, elleriyle yaptıklarından ziyade ayaklarına göre değerlendiriliyor. Yeni malzemeler de topu daha hızlı bir hâle getirmeye yönelik kullanılıyor. Buffon ise jenerasyonunun diğer üyeleri miadını doldururken, tüm bu değişimlere ayak uydurabiliyor.
Geçen sezon, Serie A’nın 22 yıldır geçerli olan en kutsal rekorlarından birini kırması da bunun kanıtı. 1994’te Milan file bekçisi Sebastiano Rossi tam 929 dakikayı gol yemeden geçmişti. Buffon ise onun rekorunu 973 dakikayla kırmayı başardı. Dev seri, Stadio Grande Torino’daki, Derby della Mole’de noktalandı. Saatler Buffon için rekor anlamına gelen 930 dakikayı gösterdiğinde tüm rekabet ve çekişme bir yana, bütün stattan bir alkış yükselmişti. Artık Buffon’a saygı konusu, rekabetler üstü bir hâl almış durumda. Hem de bu rekabetin seviyesi ne olursa olsun… Buffon, rekoru kırdıktan kısa süre sonra Facebook’ta bir mesaj paylaştı; tüm ta- kım arkadaşlarının isimlerine yer verdiği mesajında, “Hiçbir rekor tek bir kişiye ait değildir” yazıyordu.
Bu, Buffon’un klasını gösteriyordu. Ancak onu Juventus’ta ‘Yılın Futbolcusu’ yapan, yalnızca bu rekor değildi. Gösterdiği liderliğin de etkisi büyüktü. Juventus, 103 yıllık tarihinde ilk kez, sezona ilk iki maçını kaybederek başlamıştı. Andrea Pirlo, Carlos Tevez ve Arturo Vidal’in takımdan ayrılışına tam anlamıyla adapte olamıyorlardı. Kaybedilen Roma maçında fazladan mesai yapmak durumunda kalan Buffon, taraftarlara üstesinden gelmeye çalıştıkları insafsız baskıyla alakalı dil dökmek zorunda kalmıştı. Bir hafta sonra, iç sahadaki Chievo maçının devre arasında kale arkasındaki tribüne gitmiş ve takımı yuhalayanlara “Size ihtiyacımız var” demişti.
Kasım ayının başında işler Juve için olumlu yönde değişmemişti. Bu kez Sassuolo’ya kaybedilmiş ve siyah-beyazlı ekip, zirvenin 9 puan uzağında kalmıştı. O maçın ardından Buffon, medyanın karşısına çıktı ve daha sonra Juventus tarihine kendi ‘Gettysburg Konuşmaları’ olarak geçecek seslenişi yaptı. Bu kadarı yeterliydi. Buffon tüm bunlara daha fazla katlanmayacaktı. O günden sonra Juventus kusursuz işledi. Sadece kalan 28 maçın 26’sını kazanmakla ve şampiyonluk unvanını korumakla kalmadılar, üst üste beşinci Scudetto’yu alarak ‘Grande Torino’ olarak bilinen 1940’ların yenilmez takımını da yakaladılar. Vinovo’daki kutlamaların en unutulmaz karelerinden biri, Buffon’un bir zafer sigarası yakarken verdiği pozdu…
Euro 2016’da ise çok daha iyi bir sonucu hak etmişti. Çeyrek finaldeki penaltılara giden Almanya eşleşmesinde, Almanya’nın ilk üç atıştan yararlanamamasına rağmen turu geçen taraf olması, Buffon’u teselli edilemez hâle sokuyordu. Antonio Conte, insanlara sık sık hatırlatmayı sevdiği gibi; hem futbolcu hem de teknik adam olarak birçok başarı kazanmıştı ama birçoklarını da yitirmişti. Aynı şey Buffon için de geçerli. 2003 ve 2015 Şampiyonlar Ligi ile Euro 2012 finalleri, onun kayıpları arasında. Bunlar tam da insanın içerisindeki futbol ateşini harlayıp canlı kalmasını sağlayacak türden mağlubiyetler.
Kariyerinde eleştirilecek çok bir yan olmadığı için, en göze batan kayıplar bunlar. Bir de nadiren de olsa hata yaptığında kendisine yöneltilen ‘refleks’ eleştirileri var…
Ekim ayındaki İspanya ve Udinese maçlarındaki hataları, Marco Tardelli ve birkaç kişinin Buffon’a dair eleştirilerini de beraberinde getirdi. Onlara göre, belki de artık Buffon’un, Mino Raiola’nın “Kalecilerin Maradona’sı” olarak tanımladığı, 17 yaşındaki Milan ‘wonderkid’i Gigio Donnarumma’ya formasını bırakma zamanı gelmişti. Juventus taraftarı ise Buffon’un arkasına durmuş ve “Bazen Superman bile yalnızca Clark Kent’tir… Sen her zaman bizim süper kahramanımız olacaksın Gigi!” şeklinde bir pankartla kaptanlarına destek vermişti.
Buffon, bu desteğin hemen ardından, Lyon karşısında kariyerinin en iyi maçlarından birini oynadı. Bir penaltı kurtarmakla kalmadı; bir de Nabil Fekir’le karşılaştığı pozisyonda hayret verici bir ‘reaksiyon kurtarışı’ yaparak, 10 kişi kalan Juventus’un deplasmandan galip ayrılmasını sağladı. Eleştirilere cevabını, “İnsanlar cenazemi düzenleyebilir ama ben orada olmayacağım” diyerek veriyordu. Geçen sene FIFA’nın Ballon d’Or aday listesinde yer bulamadıktan bir yıl sonra yine adını oraya yazdırmıştı. Teknik direktörü Max Allegri, 2015 yılında Berlin’de Barcelona ile oynayacakları Şampiyonlar Ligi finali öncesinde “Bu maçın skorundan bağımsız olarak tüm kariyerini düşünürsek, Gigi kesinlikle Ballon d’Or’u kazanmayı hak ediyor” demişti. Haklıydı da…
Diğer adayların hangisi zamanı durdurabiliyor ve zamanda yolculuk yapabiliyor ki? ‘Zamansız’ olan, yalnızca Buffon. Başkası değil.
*Bu yazı, Socrates’in Aralık 2016 sayısında yayımlandı. Tüm sayılarımızı online temin etmek için tıklayın!