*The Guardian‘da yayınlanan Sid Lowe imzalı bu yazının orijinaline buradan ulaşabilirsiniz.
Andrés Iniesta, sessizliği duyduğunu söylüyordu. Sonrasını da Isaac Newton’a bırakması gerektiğinin farkındaydı. Top yükselmişti; yer çekimi topu tekrar yere indirdiğinde golünü atacaktı. Johannesburg’daki maçın 116. dakikasında oluyordu bu. Sonrasında köşeye koşuyor ve tişörtünü kaldırıp malzemeci Hugo’nun mavi bir kalemle yazdığı mesajı dünyaya gösteriyordu: “Dani Jarque her zaman bizimle”. Kilometrelerce ötede İspanya golü kutlarken Jessica da gözyaşlarını tutamıyordu. Gözyaşlarının arasından Dani’yi, onun Dani’sini görmüştü.
2010 Dünya Kupası finali, Jessica’nın 11 ay önce kaybettiği 26 yaşındaki eşinin ölümünden sonra izlediği ilk maçtı. Top havalandığında annesi Maria ve 10 aylık kızı Martina’yla televizyon karşısındaydı Jessica. Iniesta’ya göre o anın ardından gerçekleşen olay hepsi için bir golden daha fazlasıydı. Iniesta, yaklaşık altı yıl sonra güneşli bir Sant Joan Despi gününde o anın onu nasıl “karanlık”tan kurtardığını anlatıyor.
Iniesta o an orada olmayabilirdi ve o golü atmasaydı şimdi nerede olabileceğini de bilmiyor. Belki de dünyanın en iyi futbolcularından biri olarak burada, Barcelona’nın antrenman tesislerinde olmayabilirdi. Finalden önceki gecenin geç saatlerinde herkes uyurken o sessizce odasının kapısını açtı ve otel içinde koşmaya başladı. Kendine inanana kadar koridorlarda koştu. Takım doktorları turnuva boyunca aksini düşünseler de ona bir sorun yaşamayacağını söylediler. Şimdi ise savunmasız ama hazırdı.
O gol, Iniesta’nın sadece kaslarıyla yaptığı bir şey değildi, aklının da payı vardı. Newton’u beklemenin getirdiği güven, önceki aylarda yaşadığı güvensizlik ve acıları maskelememişti. 2009’da Şampiyonlar Ligi’ni kazanmıştı ve sonraki yaz da Dünya Kupası’nı. Hayatının en güzel yılını yaşaması gerekirken en kötüsünü yaşamıştı. “Tam olarak depresyon sayılmazdı, hastalık da değildi ama tedirginlik hissediyordum. Hiçbir şey doğru değilmiş gibiydi.” Bugünlerde yayımlanan kitabı The Artist’te böyle açıklıyor o dönemi.
Iniesta 2009’daki finali sakat sakat oynadı ve şut çekmemesi konusunda maçta önce uyarıldı. Yeni sezon öncesinde Carles Puyol o haberi Iniesta’yla paylaştı: arkadaşı ve Espanyol’un kaptanı Jarque hayatını kaybetmişti. Etkisi çok büyük olmuştu. Hem bedeni hem de zihni acı çekiyordu. Testlerde fiziksel bir sorun yoktu ama antrenmanlarda çalışamıyordu. Pep Guardiola, ona ‘ne zaman istersen antrenmanı bırakabilirsin’ diyordu ve o da sıkça bunu yapıyordu. Guardiola onu beklediklerini ve bu beklemenin uzun süre devam ettiğini söylüyordu. Iniesta oynamaya başladığında da eskisi gibi değildi. Nisan ayında yeni bir sakatlık daha yaşadı. Aradığı çıkış kapısı olan Dünya Kupası da onun için kapanabilirdi.
Iniesta o günleri açıklamak için ‘serbest düşüş’ kavramını kullanıyor. Artık yapamayacağını anladığına kulüp doktorlarına psikolojik tedavi görmek istediğini söyledi. Böyle bir şey insanın adı üzerinde bir leke bırakabilir, özellikle de sporda… Iniesta ise böyle düşünmüyor: “Yardıma ihtiyacınız varsa bunun peşinden gitmelisiniz. Bazı anlarda buna mecbursunuz. Uzmanlar bu yüzden oradalar, onlardan faydalanmalısınız.”
Bunu yaptı da. Sessiz ve kimseye haber vermeden… Yardıma ihtiyacı vardı. “Uçurumun kenarında olmak”tan, ”savunmasız kalmak”tan ve “onu korkutan bir şeyin kurbanı olmak”tan bahsediyordu. Takım arkadaşları bunu bilmiyordu. Herhangi bir açıklama da yapmamıştı. Newton hakkında daha önce de konuşmuştu ama o anın öneminden ve arkasında yatan şeylerden bahsetmemişti. O an olmasaydı Iniesta’ya ne olurdu? Peki ya İspanya Dünya Kupası’nı kazanmasa? Bunların cevabını öğrenmek kolay değil.
Yaşadıklarını ‘depresyon’ olarak tanımlamak istemese de kitabındaki bir bölümde insanların nasıl ‘bir delilik’ yapmaya karar verdiklerini anlayabildiğinden bahsediyor. Demek istediği ne? Çok güçlü, korkutucu ve rahatsız edici bir kelime… Zihinsel sağlık çok narin bir şey olabiliyor, depresyon ve sonuçları korkunç olabilir.
“Tam olarak kendinizde değilseniz sizi etkileyen ve endişelendiren şeyleri tecrübe ediyorsunuz.” Bunu açıklarken kullandığı kelimeler “te imponen respeto”nun tam olarak karşılığı yok ama korku, karşılaştığın durumun senden büyük olduğunu ve kontrol edilemez olduğunu hissetmek anlamına geliyor. “Bunlar çok zor ve rahatsız edici anlardan başka uçlara gidiyorsunuz. Her sorunun kendine has özellikleri var.
“Zihnin savunmasız kaldığı anlar var. Çok fazla şüphe duyuyorsunuz. Bütün insanlar birbirinden farklı. Anlatmaya çalıştığım şey, durumunuzun iyiden kötüye çok kısa sürede değişebileceği.
“Hiçbir zaman ‘pes ediyorum’ diyecek noktaya gelmedim. Zor bir zamandan geçtiğimi anlamıştım ama çevremdeki insanlar ve futbola sığındım. Futbolu bırakmayı aklımın ucundan bile geçirmedim. Bir gün ileriye doğru bir adım atabileceğimi biliyordum, ardından daha fazla adım atabilirdim belki. Bu süreci ancak böyle geride bırakabilirsiniz.
“İnsanlar futbolcuları çok farklı görüyor. Dokunulmaz ve zarar göremez olduğumuz düşünülüyor ama biz de insanız. Tabii ki bazı açılardan ayrıcalık sayılabiliriz ama temelde herkes gibiyiz.”
Herkes gibi mi? Belki daha da kötü? Göz önünde olmak, baskı, mücadele ve tanınırlık durumu da kötü yapıyor mu? Birkaç meslekte bu kadar genç insanlar bu kadar göz önünde oluyor… Iniesta hiç düşünmeden cevap veriyor: “Kurban durumunda değiliz, çoğu insan bizim yerimizde olmak ister. Her işin kendi zorlukları var. Babam inşaatlarda çalışırken her iskeleye çıktığında düşme ihtimali vardı. Fakat bu riski kabullendi ve bunu yapmak zorundaydı. Bir tır şoförü ya da başka bir iş yapanlar insanlar için de geçerli bu… Futbolcular zorlukların farkında; baskı, eleştiri ve güçlü olma zorunluluğuyla büyüyorlar. Çoğu da bu süreci geçemiyor.”
Iniesta 12 yaşındayken evinden ayrılıp Barcelona’ya katıldı. Her gün bir köşede yalnız başına ağlıyordu. Ailesi sürekli bozulan bir Ford Orion’da Fuentealbilla, Albacete’ye dönerken La Masia’da geçirdiği ilk gecenin hayatının en kötü gecesi olduğunu söylüyor.
“Futbolcu olduğumuz için şanslıyız. Benim o kötü anımı anlatmamdaki amacım insanlar bana acıması değil. Futbolcuların hayatlarındaki duygular ve zorluklar da diğer insanlarınki gibi. İnsan hayatı bu. Ben de bir istisna değilim. A takıma çıkmak çok çaba gerektiriyor, orada kalmak ise daha da fazlasını… Bütün hayatım Barcelona’da geçti ve 12 yaşımdan beri baskıyla yaşıyorum. Ama futbolcu olarak doğuyorsan ya da futbolcu olmak istiyorsan kaç yaşında olduğun fark etmez.”
Neredeyse bir sene boyunca kendi gibi değildi. Güney Afrika onu tekrar hayata döndürdü ve kendi deyimiyle “tekrar futbolcu gibi hissetmesini” sağladı.
Barcelona’nın kaptanı, herkesçe sevilen, Lionel Messi’nin sahada bir sorun olduğunda yakınında görmek istediği bir futbolcu. 30’dan fazla şampiyonluk ve kazanabileceği her kupayı kazandı: 2006’da (fakat yedek kulübesinde başladığı finaldeki Frank Rijkaard yönetimini kabullenemediğini itiraf ediyor Iniesta), ve 2009, 2011 ile 2015’te Şampiyonlar Ligi şampiyonu, 2008 ve 2012’de Avrupa şampiyonu, 2010’da dünya şampiyonu ve o golü atan isim.
Durmaya da niyeti yok. 32 yaşında… Artık Xavi Hernandez’le yan yana oynamıyorken ve Barcelona da oyun stili değiştirmişken Iniesta’nın kariyerinin sona yaklaşması doğal karşılanırdı. Fakat hiç olmadığı kadar futboldan keyif alıyor.
Onu Iniesta yapan özellikler hâlâ orada. Oyun sezgisinin de hâlâ güçlü olduğunu söylüyor. Bunu da kendinden büyük ve sayıca fazla rakip oyuncuların arasında tek başına olduğu anlarda görebiliyorsunuz. Beş rakip oyuncu yerine tek oyuncuyu tercih ettiğini söylese de sanki onları bilerek üzerine çekiyor.
“Kısa olmanın bir dezavantajını yaşamadım. Herkesin kendi yetenekleri var. Benden 1.80’lik bir oyuncuyu hava topunda yenmemi beklemeyin, ondan daha iyi olduğum şeyleri yapmamı isteyin.
“Çoğu şey insanın içinden gelir ve sezgilere dayanır. Ben de böyle biriyim. Taktik ve strateji önemli ama futbolu tahmin edilemez, çünkü saniyenin binde biri kadar kısa bir sürede karar vermek zorundasınız. Top bana doğru geliyorsa ve arkamda biri varsa “Sağa mı gitsem yoksa sola mı?” diye düşünmüyorum. Düşünmeden bir yöne gitmem gerektiğini biliyorum ama bazen de bunu bilmem mümkün olmuyor.”
Odanın diğer ucunda oturan Iniesta’nın bir arkadaşı “Her zaman oluyor” diye bağırıyor. Iniesta da ona bakıp konuşmaya devam ediyor.
“Bazı şeyler değişti ama işin temeli her zaman aynı olacak. Değişen ve evrim geçiren her şeyin zamana ihtiyacı var. Eylül 2014’te 2015 Berlin finalindeki kadar iyi oynamıyorduk. Oyun stili, futbolcuların yarattığı bir şey. Daha fazla alanı kontrol etmek için Messi, Neymar, Suarez ve hatta orta saha oyuncularını kullanmak zorundasınız. Ama ben sadece bir stilde oynayabilen biri değilim. Geçtiğimiz sene en çok keyif aldığım sezonlardan biriydi. Koştuğum mesafe rekorumu kırdım ama bu da benim stilimle çok bağdaşmayan bir şey değildi.”
Luis Enrique’nin yönetiminde bir sezonda üç, diğerinde ise iki kupa kazandı Barcelona. Şimdi ise yeni bir sezonun başındalar ve Şampiyonlar Ligi hedefinde karşılarında tanıdık bir yüz var. Iniesta’nın çocukken duvarına astığı posterlerden bir yüz. Kulübü ve kendi kariyerini değiştiren antrenör… Barcelona vs. Manchester City. Böyle kurayı istemezlerdi muhtemelen ama şimdi karşılaşmak, diğer turlarda eşleşmekten iyidir. Duygusal bir buluşma olacağı da kesin.
2008’de Guardiola yönetiminde Barcelona ilk iki maçını kazanmadı ve takım üzerindeki baskı çok fazlaydı. Neden Jose Mourinho yerine bu tecrübesiz adamı seçmişlerdi? O günlerde biri Guardiola’nın kapısını çaldı. Iniesta’ydı kapının önündeki ve şunları söylemek için gelmişti: “Devam et. Antrenmanlarımız çok iyi gidiyor.”
“İyi başlamamıştık ama Guardiola’ya inanıyordum. Aramızda bir bağ olduğunu düşünüyordum. Bir şey içinizden geldiğinde doğru olduğunu bilirsiniz. Ona bunu söylemek ve destek olmak zorunda hissettim kendimi.
“Euro 2008’den dönüp St Andrews’e gittik ve bazı şeylerin farklı olduğunu hemen hissedebiliyordunuz. Antrenman, iletişim, teknik direktörün hali… O güne kadar hiç böyle bir stil görmemiştim ama hemen kendimi bu stile yakın hissettim. Her şey değişmişti ve bizim de ihtiyacımız olan şey buydu. O günden sonra diğer antrenörler de daha önce yapılmayan bu şeyleri deneme başladı. Defansif orta sahalar ve bek oyuncuların oyuna daha çok katılması gibi. Antrenmanlarda hücumcu orta sahaların topu almak için geriye gelmesi yerine bizi daha da ileriye gönderdi ve ilerideki pas opsiyonlarının çoğalmasını sağladı. Sadece bir noktaya kadar geriye gelebilirdiniz. Gidebileceğiniz noktayı gösteren işaretler olurdu.
“Bütün o düşünceler antrenmanlarda konuşuldu. Topu kaybettikten sonra yapılacak baskı da… Topu kapan grubun altı pas yapması halinde puan aldığı oyunlar da vardı.” Peki ya kaleci? “Evet o da her zaman bizim için önemliydi. Topu geriden oyuna sokulduğunda rakibin tek ya da çift forveti olmasına göre o da oyuna katılırdı. Kaleci size sayısal üstünlük kazandırıyor.”
Joe Hart da bunu şimdiden öğrendi. Peki Guardiola’nın felsefesi Manchester’da da işe yarayacak mı? “Pep nasıl adapte olacağını biliyor ve İngiltere’de durumun böyle olacağından eminim. Ayrıca Mikel Arteta gibi ligi tanıyan ve ona yardımcı olacak yardımcıları var.
“City iyi transferler yaptı ve iyi kadroya sahip. Nolito’yu yakından tanıyorum çünkü benim Barcelona’da ve İspanya milli takımında takım arkadaşımdı. İyi bir başlangıç yaptı ve umarım devamını getirecek. David Silva’ya da yıllardır hayranım. İnanılmaz bir oyuncu bence. Oyuncular her geçen gün tecrübelerinden, takım arkadaşlarından ve teknik adamlardan yeni şeyler öğreniyor. Ben de Pep’ten çok şey öğrendim. Gelişmeme yardım etti ve eminim ki City’de aynısını yapacak.”
Guardiola, her şeyden önce Iniesta’nın Iniesta olmasını istedi, sadece kendinde olmadığı o aylarda da değildi bu. Çünkü Iniesta, Iniesta gibi oynadığında eşi bulunmaz bir oyuncu. Arkadaşlarıyla Fuentealbilla’da oynamakla Camp Nou’da 98 bin taraftar önünde oynamak aynı şey değil. O, “Keşke öyle olsaydı” dese de. Fakat o sahnedeyken ve üzerinizde baskı da varken bazı şeyler aynı kalıyor. “O stadyumda yaptığım şeyleri okul bahçesinde de yapıyordum. 12 yaşında yaptıklarımı hâlâ yapıyorum.”