*Daniel Taylor imzasıyla the Guardian‘da yayımlanan bu yazının orijinalini buradan okuyabilirsiniz.
Muhtemelen şimdiye kadar son birkaç gündür ortalarda dönen Brian Clough hikâyesini duymuşsunuzdur – kokarca kadar sarhoş halde, Dean Saunders’ı Nottingham Forest’a o dönem Britanya rekoru olacak bir bedelle transfer etmeye çalışan Brian Clough…
En iyi teknik direktörlerin, oyuncu menajerlerinin sözüne göre hareket etmediği bir zaman diliminin mümkün olduğu düşüncesinden hoşnutsanız kemerlerinizi bağlayın.
Clough’ın aracılara ayıracak vakti yoktu ve o dönem Derby County’de oynayan Saunders’ın görüşmeye yanında bir aracıyla gelmesinden rahatsız olmuştu (Peter Shilton, iki danışmanıyla gittiği bir transfer görüşmesinde Clough’ın, ofis kapısının arkasında elinde bir squash raketiyle danışmanlara çelme takmak için beklediği mükemmel bir hikâye anlatır.)
TalkSport’a konuşan Saunders, “Ayağa kalktım,” diye aktardı o anları, “Biraz gergindim -karşımda Brian Clough vardı. ‘Genç adam, seni görmek güzel’ dedi. Menajerim Kevin’a baktı -elini bile sıkmadı. ‘Evlat, seninle konuşabilir miyim yoksa seninle konuşabilmem için önce onunla mı konuşmam gerek?’ dedi. Ben de ona, ‘Benimle konuşabilirsiniz Bay Clough’ dedim. Şöyle devam etti: ‘Teşekkürler evlat çünkü onun önünde futbol konuşmak istemem -o şişman bir …’”
Ama her şeye baştan başlayalım. Öğrendiğimiz bu anekdot, Clough’ın yardımcısı Alan Hill’in evinde, 1991 Haziran’ında gerçekleşiyor. Saunders, muhtemel 2.9 milyon sterlinlik bir transferi görüşmek üzere geldiği o yeri “Görebileceğiniz en iyi bahçe” şeklinde tanımlıyor. Sonunda kapı çalıyor. “Yeşil kapüşonlu, beyaz şort, beyaz çoraplar ve kızarmış yanaklar,” şeklinde Clough’ı tarif ediyor Saunders. Şimdiden klasik bir Clough rengi… Sunuculardan biri, “Kızarmış yanaklar!” diye tekrarlıyor ve bağırırcasına gülüyor.
Her şey garipleşmeye başlıyor. “Oturduk,” dedi Saunders, “ ve o, evin öteki tarafına doğru yürüyüp burnu duvara birkaç santimetre mesafede, duvara bakacak şekilde sandalyeye oturdu. Bir dakikaya yakın süre hiçbir şey söylemedi -sadece duvara baktı.” Sonunda Clough sandalyesinden kayıyor, yere doğru inip dizlerinin üstüne çöküyor. “O sırada, ‘Neler oluyor lan’ diye düşündüm. Olup bitene inanamıyordum. Britanya rekoru olacak bir transfer görüşmesine gelmiştim sözde…”
Clough, elleri ve dizleri üzerinde müstakbel transferinin oturduğu yere doğru emeklemeye başlıyor. “O anda,” – ve Saunders sıradaki görüşünü, gözlerini kasten deviren biri gibi tonluyor – “Sarhoş olabileceğini düşünmeye başladım.” (İki sunucu da gülüyor.)
Belki de abartılı hikayeler dinlemek için radyolarını açmış insanların seveceği şekilde, (Saunders, www.comedians.co.uk adresindeki online organizatörlere göre şov başına 1000 ila 2000 sterlin alıyor) Saunders yalnızca iyi bir hikayeci değil aynı zamanda kendini geliştiren de bir taklitçi.
“Yerde emekledi,” diyor Saunders. “Durdu, halıya baktı ve:
[Clough taklidi]: ‘Hilly, halını sevdim evlat, nereden aldın bunu?’
‘Carpetright’tan.’
[Clough taklidi]: ‘Ne kadar?’
‘Metrekaresi 12.99 sterlin.’
[Clough taklidi]: ‘Barbara’m bu halıya bayılırdı – iyi seçim Hilly, evlat.’”
Bunun sıradan bir anekdot olmadığını anlamışsınızdır. Ama daha yeni ısınıyoruz. “Bu hikaye nesiller boyu aktarılır. Harika.” Clough, menajere “şişko” diye sesleniyor. Bahçeye giriyor, Saunders’ın “İçinden çiçeklerin sarktığı en güzel saksı” diye nitelediği saksılardan birini alıyor ve müstakbel transferine takdim etmek üzere saksının içini boşaltıyor. Akabinde Clough, elindeki çiçekleri bir mikrofon gibi kullanarak Saunders’ı, Frank Sinatra’nın Chicago adlı parçasını birlikte söylemeye ikna ediyor.
Saunders’a göre, Forest’ın maddi teklifini sunmak, Clough’ın düzenli söze dalışları eşliğinde Archie Gemmill’e kalıyor (Gemmill’in yalnızca A takım antrenörlerinden biri olması başlı başına bu durumu ilginç kılıyor) ve futbolcu sonunda oradan ayrılıp evine döndüğünde, can alıcı noktayı öğreniyoruz. Saunders kapının girişinde eşini, işaret parmağını dudağına götürmüş, kendisine sessiz olmasını işaret eder halde buluyor. “Salonumda, bahçeden getirdiği saksıyla kayınvalidemin boynuna sarılmış halde oturuyordu. Yemin ederim…”
Futbol dünyasındaki herkes, hele ki o dönemlerde yaşamışsa bir Clough anısına sahiptir ama hiçbiri muhtemelen bunun kadar kaçık değildir -ki bunu, Clough’ın işleriyle alakalı birkaç kitap yazmış biri olarak söylüyorum. Ayrıca eminim ki, hatırlayabildiğim kadarıyla ilk defa biri bu şekilde bir anekdot paylaşıp bunu bir mizah unsuru olarak açıkça, içki ve -aralarında TalkSport’un gediklilerinden Ray Wilkins’in de bulunduğunu tahmin ettiğim baz isimlerin hastalık olarak nitelediği- alkolikliğin Clough’ı bitirdiğini öne sürüyor. Rezil bir oyunbozan olduğum için üzgünüm -ki biraz mizah öğrenmem gerektiğini, bunun bir geyik muhabbeti olduğunu söyleyenlerin çıkacağının da farkındayım- ama Saunders’ın ahmaklık edip etmediğini merak etmeye başladım.
Benim de kendime ait sarhoş Clough anım var. Saunders Derby’yi terk edip Liverpool’a gittikten yaklaşık bir yıl sonra, ilk işim olan Newark Advertiser’da çalışıyordum ve Clough da yerel bir sanat merkezinin açılışı için bir ağaç dikmeye davetliydi.
Kayda geçsin diye söylüyorum, bu kez bir takım elbise giyiyordu, yeşil bir kapüşonlu değil. Ama kızarmış yanaklar… Yine öfkeliydi. Alışılagelmiş Clough ihtişamında olmasa da, içinize işleyen bakışları, kusursuz yapılmış saçları, sağlıklı cildi ve lig ile Avrupa Kupaları kazandığı günlerin kendine has, kıymetli sihriyle oradaydı.
Neyse, ağaçtan bahsediyorduk. Çoğu insan fidanı yere koyar, köklerine biraz toprak atıp bir kürekle dibe bastırırdı. Ama Clough böyle yapmadı. Dizlerinin üstünde, çıplak elleriyle toprağı açıp, takım elbisesini berbat etti. Ama kimse gülmüyordu, ah tabi ki bu, yıllar içinde kendime bir Clough aksanı edinip ondan faydalanmadığım için belki de benim ahmaklığım. Clough’la ilgili, adamın sarhoş olduğunu ima etmeyen binlerce hikayeden yalnızca bir tanesi bu.
Hatırlayın, Clough zamanında bir çalışma arkadaşına “Sinatra benimle tanıştı, biliyorsun” demiş biri – beni oyunbozan ya da mizahtan anlamayan biri olarak tanımlayabilirsiniz ama beni asıl güldüren hikayeler bu ve bunun gibiler. Onun kızarmış yanakları ya da alkolik olma yolundayken kendini bir budalaya çevirdiği yönündekiler değil. Bir Roger Federer servisinden daha fazla topspin içerdiğinden şüphelendiğim hikayeler ise hiç değil.
Ama ben azınlıktayım. Radyoya çıkıp birinin alkol problemiyle ilgili şakacı anekdotlar paylaşmak açıkça görülüyor ki gayet adil. Umarım Clough ailesi -Nigel, Simon ve Elizabeth ve onların çocukları- bunları dinlemiyordur. Clough’ın Avrupa kupası kazanan takımlarından bazı futbolcuların onun hakkında neler düşündüğünü biliyorum ve bu hafta bu konuda Hill’e telefon açtım.
“Güzel bir muhabbet ama maalesef çok büyük bir kısmı doğru değil,” dedi Hill. “Brian sarhoş değildi, elleri ve dizleri üzerinde emeklemiyordu, duvara bakarak oturmuyordu, halı hakkında tek bir kelime etmedi ve ortada saksı falan da yoktu… Sanki [Saunders] hikayeyi çok yaratıcı bir metin yazarıyla paylaşmış ve ortaya bu çıkmış gibi.”
Kabul edersiniz ki tüm bunlar biraz garip. “Brian bir şeyler içmeyi severdi ve son günlerine doğru bunun bir problem halinde geldiğini de hepimiz biliyoruz ama koca gün sarhoş gezindiği falan da yoktu,” diye devam etti Hill, “Bahsedilen şeylerin hiçbirini yapmadı ve onun [Saunders] neden böyle şeyler anlattığına dair en ufak bir fikrim yok.
“Brian, Archie Gemmill’le birlikte geldi. Saunders, ‘Merhaba, Mr. Clough,’ dedi. ‘Evlat, bana Brian de,’ şeklinde yanıtladı Clough. Her şey oldukça normaldi. Bir menajerle konuşmak istemedi, burası doğru, ve bize işimizin zor olduğu çünkü Saunders’ın Everton’la çoktan anlaştığı söylendi. Brian ona, ‘Zor olmayacak,’ dedi ‘biz size daha fazla para teklif edeceğiz.’ Akabinde de lavanta kokusu almak üzere bahçeye çıktı.
“Brian çıktığında Saunders, Everton’ın ona 8 bin sterlin teklif ettiğini söyledi. ‘Aylık mı?’ diye sordum. ‘Hayır, haftalık.’ Vay be. Brian’a söyledim ve tepkisi: ‘Vay canına, bu para benim, Nigel’ın ve Pearcey’nin kazandığı paranın toplamından daha fazla’ şeklindeydi. Ama öncesinde, benden bir şey yapmamı istedi. ‘Şu çiçeği kokla,’ dedi, ‘çok güzel.’
“Yarım saat sonra Saunders bu konuyu eşiyle konuşacağını söyledi ve evine gitti. Saat akşam 9’da aradı ve Liverpool’un bizim teklifimizle aynı miktarı önerdiğini, babası eskiden onlar için forma giydiği için onları seçeceğini söyledi. Bu kadar. Brian sarhoş falan değildi ve bunu söylemek hiç adil değil. Brian Clough’la ilgili bir sürü hikaye var ki bir kısmını ben de anlatırım ama hiçbiri bu tür onur kırıcı hikayeler değil.”
Yine de olan oldu. O sekiz dakikalık -Saunders’ın “futbol hayatımda yaşadığım en komik şey” şeklinde bitirdiği- klip her yere yayıldı. İnternette büyük olay oldu ve Liverpool Echo’nun pazartesi günkü manşeti şöyleydi: “Sarhoş Brian Clough nasıl Dean Saunders’ı Howard Kendall’ı reddetmesi için ikna etmeye çalıştı?” Birmingham Evening Mail dahi bu hikayeyi paylaştı. “Sıradaki anekdotun bizim takımlarımızla bir ilgisi yok,” diye açıkladı gazete. “Yine de muhtemelen son 25 yılda duyduğumuz en iyi futbol hikayelerinden biri.” Ya da belki de en aptalca hikayelerden biri; kime inandığınıza göre değişir.
Clough o yıl, dört sezondaki altı Wembley ziyaretinden biri olarak, takımını FA Kupası finaline taşıdı. Clough elbette -paylaştığı anıya ihtilaf ettiğimizi haber verdiğimiz ama yorum yapmamayı tercih eden- Saunders’ı takımına katmayı düşündü ama takımını ileriye götürmek için transfer rekorları kırmaya ihtiyacı yoktu. Bir önceki yıl, Roy Keane’i Cobh Ramblers için oynarken keşfetmiş ve 47 bin sterlin karşılığında onu transfer etmişti.
Bildiğim kadarıyla Keane, 1991 ile 1993 arasında, kötüye gidişin başladığı o zorlu döneme ilişkin, Clough hakkında alkolden kızarmış suratıyla ilgili bir hikaye ya da kendi düşünceleriyle bezenmiş bir kurmaca anlatmadı. Belki de, Keane’in de bir keresinde söylediği gibi, bu oyun düzenbazlarla doludur.
Çeviri: Buğra Balaban