Vera Caslavska, ‘68 Mexico City’de dört altın ve iki gümüş madalya ile jimnastik müsabakalarını tamamladığında yeni bir sayfa açmıştı hayatında. ‘64 Tokyo’nun gümüş madalyalı 1500 metrecisi Jozef Odlozil ile evlenmişti. Sporcu çift, düğün törenlerini Xocalo Meydanı’ndaki Roman Katolik Kilisesi’nde düzenlemişlerdi. Caslavska’nın on bin hayranı trafiği tıkayarak tanık oldu bu düğüne. Fakat hayatı sadece başarılardan ibaret değildi.
Vera, tarihe ‘Prag Baharı’ olarak geçen o ünlü direniş süreci sırasında gençlerin örnek aldığı bir yıldızdı. 1960 Roma’da takım gümüş madalyası ile başlayan kariyeri, 1964 Tokyo’da üç altın bir gümüşle parlamış, Meksika öncesinde tüm otoritelerin favorisi olarak gösterilmeye başlamıştı. Ama keyifsizdi. Sovyetler Birliği, Prag üzerindeki baskısını her geçen gün artırıyor, hayatı çekilmez bir yük hâline getiriyordu.
Yeraltı muhalefeti Nisan ayında su yüzüne çıkmaya karar verdi. Ülke aydınlarından Ludvik Vaculik’in kaleme aldığı 2000 Sözcüklü Manifesto, savaş sonrası sosyalizmi benimseyen Çeklerin, yanlış ellerdeki rejim ve iktidardan rahatsızlığını dile getiriyor, tüm dünyaya özgürlük için haykırıyordu.
Vera; aydınlar, sanatçılar, işçilerle birlikte manifestoyu imzaladı. 27 Haziran 1968’de yayımlanan manifesto Vera’nın hayatını sıkıntıya soktu. Oyunlara iki ay kala Sovyet tankları Prag’a girdi. Sporcu dostlar Vera’yı uyardı: “Kaybol, git, gittiğin yeri biz bile bilmeyelim. Ruslar ve hükümet, seni bulur bulmaz öteki aydınlarla birlikte bir kaşık suda boğacak. Git ve unuttur kendini!”
Kulak arkası edemezdi bu öğüdü. Küçük bir kasaba olan Sumperk’te kampa girdi. Bir jimnastikçi için çok da uygun olmayan bir ortamda, çayır çimende koşarak, zıplayarak, tahta döşemelerin üzerinde artistik yer hareketlerini tekrarlayarak günler geçirdi.
Olimpiyat kafilesi yolculuğa hazırlanırken, fısıltıyla takıma davet edildi ve Mexico City’ye uçtu. Yolculuk sırasında Odlozil’le dertleşerek, biraz olsun moral buldu. Birkaç gün içinde ideal formunu kazanmıştı.
Yer hareketlerinde canını sıkan bir şey oldu. Sovyet rakibi Larissa Petrik’le birlikte birinci ilan edildiler. Kurala göre önce Çekoslovak, sonra da Sovyet ulusal marşları çalınacaktı. Sıra Sovyetler Birliği’nin marşı Enternasyonal’e geldiği zaman, Vera duruşunu bozdu. Zorunlu kürsü ortağından biraz uzaklaşıp, bayrağa değil, başka bir yöne baktı. Salondaki binlerce hayranı da bu protest tavrını paylaşıp uğultularla dinlemeye koyuldular. Ülkesine döndüğünde büyü bozulmuştu. Sporcu olarak devam etmeyi düşünmüyordu. Antrenör olarak çalışabilir, Çekoslovakya’nın yeni Vera’larını yetiştirebilirdi. Ne var ki Sovyet güdümündeki hükümet, Vera’nın tasfiyesinde kararlıydı. İşsiz ve ortada kalmıştı. Eşinden de umduğu yardım ve desteği göremiyordu.
Japonlar parlak teklifler sundu. Ama hiçbirine hükümet izin vermiyordu. Hayat hikâyesini kitaplaştırmak istedi, engellendi. 1980’lerin ikinci yarısında Meksika Jimnastik Federasyonu, antrenör olarak davetiye gönderdi. Aylarca yanıtlanmadı. Sonradan anlaşıldı ki Vera’nın yurt dışına çıkması ve çalışması kesin olarak yasaklanmıştı. Meksikalılar bu duruma kayıtsız kalmadı. Çekoslovakya’ya diplomatik bir nota vererek Vera Caslavska’ya çalışma ve seyahat özgürlüğü verilmediği takdirde petrol ihracatının durdurulacağı bildirildi. Vera birkaç gün sonra Mexico City’ye uçtu. Orada iki yıl kadar kaldı. Eşi Jozef’le sorunları devam ediyordu.
1989’da Varşova Paktı dağıldı, Comecon çöktü. Komünizm tarihe karıştı. Çekoslovaklar, özgürlüğe ve demokratikleşmeye yelken açtılar. Yazar Vaclav Havel, cumhurbaşkanlığına seçildi. İlk işlerinden biri, Vera’yı danışmanlığına atamak oldu. Ülkesine gurur kazandıran Vera’nın rejimle kavgası bitmişti. Daha da ötesi, ülke Vera’dan adeta özür diliyor, çoğu insanın rüyalarında göremeyeceği önerilerde bulunuyordu. Önce Tokyo Büyükelçiliği önerildi kendisine. Kabul etmedi. Prag Belediye Başkanlığı’na aday gösterilip desteklenmesi önerildi. Bunu da geri çevirdi. Spor Bakanlığı’na da “Hayır” dedi. Sonunda Ulusal Olimpiyat Komitesi Başkanlığı’na seçtiler Vera’yı. Ülkesiyle barışmıştı.
Ne var ki toplumsal yaşamındaki bahar, özel yaşamına bir tek çiçek bile sunamadı. 1968’de ömür boyu beraberlik sözüyle mühürlenen nikah, 1992’de Prag’da bir mahkeme kararıyla çözüldü. Jozef çocuklarıyla da geçinemiyordu, özellikle Martin’le kavgaları günlerce sürüyordu. 10 Eylül 1993’te, Domaskov’da, içkili bir lokalde baba-oğul yine karşı karşıya geldiler. Martin babasına sert biçimde vurdu. Eski şampiyon yere düştü. Martin tekmelemeye başladı. Araya girenler oğlu kenara aldıktan sonra, yerdeki babayı ayağa kaldırmaya çalıştılar. Gayretleri boşuna oldu. Jozef ölmüştü. Vera yıkıldı. Oğlu yakalanıp hapse girdi. Bir zamanlar aşkla sevdiği eski kocası yoktu artık. Kızı Radka ile birlikte hayatın yeni ve ağır yükünü taşımaya başladı.
1991’de Çek Cumhuriyeti ile Slovakya barış içinde birbirlerinden ayrıldı. Her iki ülke de yeni hayatın kahramanlarını arıyordu. Yapılan bir ankette, yeni cumhuriyetin en büyük sporcusu olarak Emil Zatopek seçilmiş, Vera Caslavska ikinci sırayı almıştı. İki sporcu ödüllerini alırken birlikte dakikalarca alkışlandılar. Baba-kız gibiydiler. Çocuklar, ölümsüz şampiyonu “Emil Amca” diye çağırıyordu. 75 yaşındaki Emil Amca, Vaclav Havel’e açık bir mektup yazdı günün birinde. Vera’nın Çek spor tarihindeki parlak kariyerini ve baskı altında yaşadığı acılı hayatını özetledikten sonra, sadede geldi:
“Sayın Başkan, birlikte tanık olduğumuz bu onurlu ve trajik yaşam öyküsüne bir teselli katabilirsiniz. Olayın üzerinden dört yıla yakın bir zaman geçti. Martin pişmanlıklar içinde acı çekerek vicdanıyla hesaplaştı. Belki de bundan sonra hiç mutlu olamayacak. Ama annesini, bu ülkenin şampiyon Vera’sını hiç değilse biraz olsun acısından uzaklaştırabilirsiniz. Evet, lütfen Sayın Başkan, Martin’i affediniz!”
1997’de Martin baba katili olarak girdiği cezaevinden Vaclav Havel’in özel affıyla çıktı. Vera hiç değilse çocuklarıyla beraber olacaktı artık. Ama bir süre psikiyatrik tedavi görecek, yaşadığı onca travmanın tahribatıyla hayatını sürdürecekti.
Vera Caslavska bugün 73 yaşında. Ülkesinden baskı görüp, derin bir aşkla sevdiği adamdan sadece mutsuzluk edinebildi. Halkının ve çocuklarının sevgisiyle yaşıyor şimdilerde.
*Bu yazı, Socrates’in Ağustos 2015 sayısında yayımlanmıştı. Derginin eski sayılarına buradan ulaşabilirsiniz.