Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

Diğer SporlarRöportajTutya Yılmaz: “Hedef 2020…”

Tutya Yılmaz, 2016 Rio’da artistik jimnastikte büyüleyici bir performans ortaya koydu. Genç yetenekle bugünü ve bundan sonrasını konuştuk.

Mutluluk. Tutya Yılmaz’ın sıkça bahsettiği bir kelime bu. Kendi performansını anlatırken, ABD’deki artistik jimnastik sistemiyle Doğu Avrupa’yı kıyaslarken ya da gelecekten bahsederken de bu kelime etrafında dönüp dolaşıyor. Ama aslında bunu söylemesine de gerek yok. 7 Ağustos Pazar günü, Rio’ya açılan televizyonlarında onu görenler, farklı aletlerde performansını sergilerken gülümsemesini, ortaya koyduğu enerjiyi seyredenler mutluluğun ne demek olduğunu çok derinden anladılar. Mete Gazoz ile birlikte bugünlerde en çok konuştuğumuz genç yeteneğe, 17 yaşındaki Tutya Yılmaz’a mikrofon uzattık, Rio’dan hislerini aldık.

Heyecan, performansınızın ilk bölümünde yüzünüzden okunuyordu. Atlama tahtasında başladınız, arkasından asimetrik paralel geldi. Neler hissediyordunuz?

Tabii, heyecan vardı. Olimpiyat sonuçta, bütün herkes beni, yani bizi izliyor. Çok heyecanlandım bu defa öncekilere oranla ama heyecanımı iyi kontrol ettiğimi düşünüyorum. Çok güzel geçti yarışma benim adıma.

O an hepimiz “Bir sporcumuzun buralarda olması bile başarı” şeklinde konuşuyorduk kendi aramızda. Fakat denge aletine çıktığınız an her şey değişti…

Denge benim en iyi olduğum alet; Avrupa, Dünya Şampiyonalarında iddialı olduğum bir alet. Ama olimpiyatta tabii ki beklemiyordum böyle bir şey. Ben de “Burada yarışmam bile çok büyük bir şey” diyerek çıkmıştım oraya ama denge aletinde bir anda her şey değişti. Günü 11’inci bitirdim, şu anda üçüncü yedek finalistim. Bu benim için çok büyük bir mutluluk. Aslında biraz da denge aletine final beklemeden, rahat çıktığım için bu kadar iyi yarıştığımı düşünüyorum.

Denge aletinde elde ettiğiniz 14.500 müthiş bir puan. Olimpiyat öncesinde hedef puan belirlemiş miydiniz, böyle bir şey bekliyor muydunuz?

Benim bugüne kadarki en yüksek puanım 14.300’dü. Biz antrenörümle bunu hedeflemiştik, “Bu puana ulaşayım, ondan sonra finale kalamasam da üzülmeyiz” diyorduk. Bunun da üzerine çıkınca çok daha büyük bir mutluluk yaşadım ve yedek finalist oldum.

Denge aletinde kendi grubunuzda ikinciydiniz. Performans bittikten sonra kafanızda “Şunu geçerim, buna geçilirim” gibi hesaplar var mıydı?

Biz en son ana kadar ilk sekizi bekliyorduk ama ben aslında tahmin ediyordum yedek finalist olacağımı. Tabii ilk seansta Çinli rakiplerimi geçmem beni umutlandırmıştı, yalnızca birini geçemedim, ikinci oldum. Sonraki seansta da Rusları geçince final ihtimalim arttı ama böyle neticelendi. Yine de sonuçtan çok mutluyum.

Sizden sonraki seride iki Britanyalı sporcunun sürpriz puanları vardı, onlar da 14.500 yaptılar…

Aynı notu aldık iki Britanyalıyla. Ama onlar puan olarak daha az kesinti verdikleri için benim önüme geçmişler. Zaten şimdi üçümüz de yedekte bekliyoruz. Ama finale kalan da bizden çok az bir not farkla finale kaldı; biz 14.500 yaptık, Kanadalı 14.533’le finale kaldı. Yani finale de çok yaklaştım aslında.

Bazı jimnastikçiler performanslarını daha ciddi suratlarla sergiler. Siz ise aksine gülümsemeniz, pozitif tavrınız ile dikkat çektiniz. Bunu planlayarak mı yapıyorsunuz yoksa doğal olarak mı ortaya çıkıyor?

Doğal olarak çıkıyor, güzel bir performans verdiğim zaman gülmeye başlıyorum. Bende o var, bütün ailem söyler bunu, performansımdan memnun olduğum zaman bir gülümseme yerleşiyor yüzüme. Zaten ben oraya yapabileceğimin en iyisini yapmaya çıkmıştım, hedefime ulaşınca da gülmeye başladım.

14.500 yaptıktan sonra birçok sporcunun size gelip sarıldığını, tebriklerini ilettiğini gördük. Aslında rakipsiniz ama farklı bir iletişim vardı aranızda. Nasıldı o anki hava?

Biz yarışmalardan dolayı birbirimizi tanıyoruz ve aslında hiç de rakip gibi değiliz orada, gayet arkadaş gibiyiz. Hepimiz birbirimizi destekliyoruz, herkes birbirinin iyiliğini istiyor. Jimnastiğin bu tarafı da çok güzel aslında; herkes iyi performanslarda birbirini tebrik ediyor, kötü performanslarda teselli etmek için sarılıyor. Jimnastiğin bu yanını gerçekten çok seviyorum.

Oksana Chusovitina

Orada özellikle 41 yaşındaki Oksana Chusovitina ile bir sohbetiniz vardı, o da gelip kutlayanlar arasındaydı…

Onunla aramız çok iyi. Ben onun çocuğu yaşındayım, benden çok deneyimli bir jimnastikçi, Rio yedinci olimpiyatı biliyorsunuz, bu da tarihte bir ilk. Oksana ile Mersin’deki Dünya Kupası’nda iletişimimiz gelişmeye başladı. Burada da antrenörüm söyledi, denge serisi yaparken hep beni desteklemiş, aşağıdan bağırmış, sonra da sarıldı zaten. Ben de onun adına çok mutluyum, o da atlamada final yaptı beşinci olarak. Öyle bir efsane ile iletişimde olmak çok güzel; ben onu küçükken televizyondan izlerken şimdi onunla konuşuyorum. Bu benim için bir hayaldi ve gerçekleşti diyebilirim.

Yol gösterdiği, tavsiye verdiği oluyor mu?

Yok, o konulara pek girmez. Antrenörün işine karışmak istemez diye düşünüyorum. Hiç öyle şeyler konuşmadık biz.

Kendi serinizi ikinci bitirdikten sonra beklemeye başlamıştınız. Akşam ABD’li jimnastikçilerin performansıyla birlikte ilk sekiz dışına çıktınız. Simone Biles, Aly Raisman gibi isimler akşam yarıştı. Onları izlerken neler hissettiniz, bekliyor muydunuz sizi geçmelerini?

Tabii, Amerikalıların geçmesini bekliyordum. Amerikalılar zaten doğal favori, ilk ikideler ve onlara kimsenin rakip olabileceğini sanmıyorum. Özellikle Simone Biles biliyorsunuz robot gibi, çok iyi. Hollandalı bir kız geçti, onun belki geçmesini beklemiyordum diyebilirim. Diğer Hollandalılar da dengede çok iyi ve onları geçtiğim için mutluyum.

ABD’nin bu başarısının sırrı ne? Beş olimpiyattır arka arkaya kadınlarda takım klasmanını kazanıyorlar. Fark yarattıkları unsur sadece yetenek mi, yoksa sistem mi?

Bence sistem ABD’de çok büyük bir etken. Rusya’da, Romanya’da, Çin’de kamp sistemi var, bir kampın içinde tıkılı kalıyorlar, sosyal hayatları yok, makine gibiler, mutlu değiller bir kere jimnastik yaparken. Mutsuzlukları da yansıyor dışarıya. Ama Amerikalılara dikkât ederseniz mutluluklarını gözlerinden okuyabilirsiniz. Sosyaller, işlerini severek yapıyorlar çünkü jimnastik dışında bir yaşamları da var, okula da gidiyor onlar. Sadece kamplarda yaşamıyorlar. Bir de sistemlerinin başında Nadia Comaneci’nin eski antrenörü Marta Karolyi bulunuyor. Onun da büyük bir etkisinin olduğunu düşünüyorum, sistemi o kurmuş çünkü.

Özellikle Simone Biles’tan herkes şu an inanılmaz övgüyle bahsediyor. Artistik jimnastiğin “Simone ve diğerleri” diye ayrıldığını söyleyenler de var. Buna dair neler diyeceksiniz?

Evet, buna kesinlikle katılıyorum, Simone Biles’ın rakibi yok. Bir kere hata bile yapsa onu kimsenin geçebileceğini düşünmüyorum. Bence o artık farklı bir kategori, robot gibi bir şey, insanlarla yarışmaması lazım.

Simone Biles

Simone ile iletişiminiz nasıl? Egoist bir insan olduğunu söyleyenler var…

Dünya Şampiyonası’nı hatırlıyorum, aslında onunla çok konuşmuyorduk, birazcık da havalıydı diyebilirim. Ama burada rozet falan değiştirdik onunla, bir diyaloğumuz oldu, tatlı bir kız aslında. Tabii birazcık da havası var, bunu da garipsemiyorum, kaç defa dünya şampiyonu oldu, inanılmaz bir sporcu.

Artistik jimnastiğe dair birçok şehir efsanesi var; bazı sporcuların ince kalmak için yemek yemediği söyleniyor örneğin. Ama bir röportajda anlattığına göre Simon Biles çok dikkât etmiyormuş, fizik olarak daha kalın bir yapısı olmasından mütevellit daha fazla yiyormuş. Siz bu duruma nasıl yaklaşıyorsunuz, beslenme programınıza harfiyen uyuyor musunuz yoksa gündelik hayatınızda kaçamaklar yaptığınız oluyor mu?

Ben gündelik hayatımı yaşamayı severim ama tabii ki bizim jimnastikçiler olarak yediklerimize dikkât etmemiz gerekiyor. Olimpiyata gelmeden ben de bu konuya çok özen göstermeye çalıştım. Benim de kas tipim birazcık kalın olduğu için öyle çok incecik kalamıyorum, ne kadar dikkât etsem de sprinter gibi bir fiziğim var ama bu konuya özen gösteriyorum. Sonuçta biz kendi vücut ağırlığımızı taşıyoruz ve 500 gramın bile önemi var, performans sırasında bizi etkiliyor. Simone Biles da ne kadar dikkât etmediğini söylese de muhakkak ki o da özen gösteriyor. İnsanlar onu yapılı, şişman gibi görüyor ama yakından gördüğünüzde onların hepsi kas.

Artistik jimnastik tarihine ilgili misinizdir? Örneğin az önce Nadia Comaneci’yi andınız, eski performansları, bu sporun ikonik isimlerini izler misiniz?

Nadia Comaneci tabii ki büyük bir efsane, jimnastik dendiğinde de herkesin aklına o gelir, benim de küçüklüğümden beri izlediğim bir isim. Ama günümüz sporcularını izlemeyi daha çok seviyorum. Çünkü o zamanki jimnastikle şimdiki arasında çok büyük bir fark var, kurallar başta olmak üzere her şey değişti.

En çok ne fark var o dönemle şimdiki zaman arasında?

Kurallar değişiyor, hatta bu olimpiyattan sonra da farklı kurallar devreye girecek, sürekli bir değişiklik var. Hareketler çok zorlaştı her şeyden önce; Nadia Comaneci’nin hareketleriyle bizim şu an yaptığımız hareketler arasında bin kat fark var ama tabii ki Comaneci şu anda, bizim zamanımızda yarışsa yine olimpiyat şampiyon olurdu. O iki dönemi karşılaştırmamız pek mümkün değil, hareketler de puanlar da değişti. O dönem 10 üzerinden puan veriliyormuş, bugünse herkesin kendine göre bir başlangıç puanı var.

Günümüzde ABD’liler ve Avrupalılar, bilhassa Doğu Avrupalılar arasında bir tarz farklılığı olduğu söyleniyor. Doğu Avrupalılar jimnastiğin baleye, dansa yakın, daha bir estetik tarafını ön plana çıkarmayı severken ABD’liler biraz daha fiziksel, akrobatik tarafına yoğunlaşıyorlar gibi bir yorum var. Katılıyor musunuz buna?

Evet, katılıyorum. Özellikle Hollandalılar yalnızca dönüş, sıçrama; hani hep baleye, dansa yakın şeyler yapıyor ama Amerikalılar çok akrobasi ağırlıklı performans sergiliyor ki kurallar da bu olimpiyatın ardından iyice Amerikalıların yaptığına yatkın olacak. Bale gibi dönüşlere çok not verilmeyecek. Ama tabii jimnastikte önemli olan ikisini birden yapabilmek. Sonuçta artistik jimnastikte hem esnek hem de kuvvetli olmanız lazım, ikisini birleştirdiğinizde daha başarılı oluyorsunuz. Amerikalılar da yapabildikleri kadar dönüş yapmaya çalışıyorlar.

Birçok sporda 17-18 yaş profesyonelliğe başlama yaşıdır ama artistik jimnastikte durum farklı. 20 yaşında emekli olanlar görüyoruz. Sizin planınız ne? 2020 Olimpiyat Oyunları’nda madalya hedefi var mı?

Elbette bir sonraki olimpiyatı hedefliyorum. Rio’da gösterdiğim başarıdan sonra 2020 için daha da heyecanlanmaya başladım. Daha çok çalışacağım. Ama 2020’den sonra üniversiteye devam etmeyi düşünüyorum. Ama 2020’ye kadar dünya ve Avrupa şampiyonaları hedeflerim arasında olacak. Ardından 2020 gelecek elbette. Oradan sonra da işletme ya da uluslararası ilişkiler okumak istiyorum. Şu an lise öğrencisiyim, iki senem var liseden mezun olmaya.

Bu olimpiyatla birlikte artık artistik jimnastiğin çok daha göz önünde bir spor olacağını biliyoruz Türkiye’de. Nasıl yetmişlerde, özellikle de 1976 Montreal’den sonra Nadia Comaneci bütün dünyayı etkilediyse bu olimpiyatta Ferhat Arıcan’la birlikte boy göstermeniz, başarılı performanslar ortaya koymanız da birçok aileyi, çocuğu etkileyecek. Peki Türkiye, artistik jimnastikte başarılı, gelenek sahibi bir ülke olmak için neler yapmalı?

Türkiye nasıl böyle bir ülke olabilir? Öncelikle spor kültürümüzün biraz daha gelişmesi lâzım, antrenörlerin biraz değişmesi, kendilerini geliştirmeleri gerekiyor. Çünkü artistik jimnastikte antrenör çok büyük bir etken ve Türkiye’de çok yetenekli çocuklar var ama çoğu zaman antrenör olmadığından dolayı başarılı olunamıyor. Eğer madalya kovalamak, Simone Biles gibi isimlerle yarışmak isteniyorsa ya yabancı antrenörler gelmeli ya da Türk antrenörler kendilerini geliştirmeli.

2012 Londra’da Göksu Üçtaş, Türkiye’den artistik jimnastikte olimpiyat oyunlarına katılan ilk sporcu olmuştu. Arkasından Rio’da sizin performansınız… Muhtemelen televizyondan sizleri izleyen birçok çocuk heveslenecektir.

Evet, umarım onlara örnek olabilmişimdir bu sporu yapmak için. Eğer örnek olduysam, ne mutlu bana.

Merve Aydın

Instagram hesabınızda ilginç bir fotoğraf var. 2012 Londra’da Türkiye adına yarışan ünlü atlet Merve Aydın ile çektirdiğiniz iki farklı fotoğrafın kolajı. Kendisi de sizin gibi Ordu, Mesudiye doğumlu. Mesudiye’den arka arkaya iki olimpiyat sporcusu nasıl çıktı? Havasında, suyunda bir şey mi var?

Evet, Merve Abla ile ikimiz de Ordu, Mesudiye doğumluyuz. O, çok saygı duyduğum bir sporcu. Zaten geçmişte olimpiyat oyunlarında yarışmıştı. Ben ona küçükken hayrandım. 2008’de o olimpiyat oyunlarına hazırlanırken yanına gidip fotoğraf çektirmiştim. Yıllar sonra bu olimpiyat öncesi o benim yanıma geldi. O da beni çok sever. Bilmiyorum, belki Mesudiye’den Merve Abla’nın çıkışıdır bunu başlatan belki de genlerimizde böyle bir sporcu şeyi var…

Mesudiye demişken… Bunun çok sorulduğunu tahmin ediyoruz ama dün artistik jimnastik izleyen binlerce insan da Tutya isminin manasını merak etti. Hatta “Devşirme atlet mi?” diye soranlar oldu. Bunun hikâyesi ne?

Benim ismim Ordu’da, Mesudiye’de dağlarda yetişen bir çiçeğin ismi. Bu bana da çok soruluyor, devşirme olup olmadığımı merak edenler oluyor…

Son olarak 2016 Rio’dan nasıl bir ders çıkardınız? Tokyo yolunda neyi daha farklı yapmak gerekiyor?

Ben açıkçası bu olimpiyatta güzel yarıştığımı düşünüyorum. Yapabileceğimin en iyisini yaptım. Ve 2020 yolunda daha fazla çalışmam gerektiğini biliyorum. Çünkü açıkçası ben bu olimpiyata denge aletinde final, madalya hedefleyerek gelmemiştim. Ama 2020’ye madalya hedefiyle, final hedefiyle gideceğim. Ve orada daha tecrübeli olacağım.

Röportaj: İnan Özdemir – Atahan Altınordu

İlginizi çekebilecek diğer içerikler

Sessizliği Kırmak

Sessizliği Kırmak

3 sene önce
Kazanmak

Kazanmak

4 sene önce
Dönemler Üstü

Dönemler Üstü

4 sene önce