Öncelikle, olimpiyat vizesi aldığın ve benim rekorumu kırdığın için seni tebrik ediyorum. Yüzmeye nasıl başladığını öğrenebilir miyiz?
Üç yaşında jimnastiğe başladım. Dört yaşında yüzmeyi öğrendim. Bahar Oktay ve Türker Oktay ile tanıştım yedi yaşındayken. İki yıl sonra babam beni yüzmeden alıp voleybola vermek istedi. Türker Abi de babama, benim olimpiyat yüzebileceğini söylemiş. Babam da gelip bana sordu, yüzmeyi seçtim. O günden bugüne her gün sudayım. Hiç pişman olmadım, bırakmak hiç aklıma gelmedi. 13 yıldır yüzüyorum. Çok zorlandığım zamanlar oldu. Özellikle derslerimden dolayı. 11 yaşındayken babamın işlerinden dolayı İzmir’den Ankara’ya geldik. İnsanlar, Ankara’da daha da zorlanacağımı söylediler. Derslerim de iyiydi, beden eğitimi ve spor yüksek okulu hayallerim yoktu yani. Ne istediğimi bilmiyordum ama ne istemediğimi biliyordum. Şimdi de Başkent Üniversitesi’nde, tam burslu olarak Psikoloji okuyorum.
Psikoloji bölümünü seçmenin özel bir nedeni var mı?
Elbet bir gün yüzme bitecek ama bunu çok uzun süre yaptım ve bir noktada bana katkı sağlaması lazım. Spor psikolojisi Türkiye’de yaygın değil. İnsanlarla iletişimim de iyidir. Tanımadığım insanlarla bile sohbet etmeyi çok severim. Bunları düşündüm ve böyle bir karar verdim. Etrafımdaki insanlara yüzmeden sonra faydam olsun istedim.
Ankara’da kiminle ve nerede çalışıyorsun?
Ankara’da Eryaman Olimpiyat Hazırlık Merkezi’nde, Gjon Shyti ile çalışıyorum. Shyti, Arnavut asıllı bir İtalyan; daha önce Luca Marin’i 400 metre karışıkta olimpiyata götürüp madalya almasını sağlayan antrenör. Uzun mesafe antrenörü, bir buçuk yıldır burada. Ben de 10 aydır kendisiyle çalışıyorum. 10 ayda çok ciddi bir ilerleme kaydettim.
Ben de tam olarak onu soracaktım… Son bir yıl içinde çok ciddi bir ilerleme kaydettin. Programını mı değiştirdin, nasıl antrenman yapıyorsun?
İki yıl önce en iyi derecem 2:15’ti ve ardından üniversite hazırlık yılım geldi. O yıl antrenmanları hiç bırakmadım. Kondisyon dışında normalde dokuz antrenman yapıyordum. Haftada üç veya dört de kondisyon antrenmanım oluyordu. Sınav yılımda bu sayı beş-altı düzeyine geriledi, kondisyon antrenmanları da ikiye… Hatta bir noktada kondisyon antrenmanlarını bırakmak zorunda kaldım. Normal çalışmalarımı yapmama rağmen çok kilo aldım bu yüzden. Gjon ile antrenmanlara başladığımızda ise neredeyse her şeyim değişti. En basiti; antrenörüm, kollarımı yavaş attığımı ve bu kadar yavaş kollarla yüzersem iyi bir derece gelmeyeceğini söyledi. Sonrasında da kol atım ritmimi hızlandırdık.
25 metre ve 50 metrede kaç kol atıyorsun?
Önceden 18-19’du. Şimdi arttı, 23 oldu. Ben daha önce milli takımlarda birçok antrenörle çalıştım. Gjon, sistem olarak çok çok farklı. Daha önce Bob Bowman ile bir süre kampa gitmiştim, sistem olarak benziyorlar. Ama ikisini ayrıştıran farklı özellikleri var. Çok net söyleyebilirim ki geçen yıldan bu yana sadece yüzme antrenmanlarıyla 10 kilo verdim. Haftada yaklaşık 80 kilometreye yakın yüzüyorum, önceden 40 kilometre falan yüzerdim en fazla.
Peki bunun ne kadarını branş olarak yüzüyorsun? Kelebek ağırlıklı mı?
Asıl sıkıntım orada… Benim serbest stil tempolarım çok çok iyi değil, daha doğrusu kelebek dışındaki branşlarım çok çok iyi değil. Antrenmanlarımın yüzde 50-60’ında kelebek yapıyorum. Mesela bu sabahki antrenmana 25 ve 50 metrelerle başladım, sekiz set. Bunların tamamı kelebekti. Ardından iki tane 300, üç tane 250, 12 tane 50 ile tamamladım. Klasik bir setim mesela şöyle: 400, 300, 250, 200, 150, 100 ve bunların hepsi kelebek.
Olimpiyatla ilgili ne hissediyorsun, seçilmek nasıl bir duygu, Rio’dan neler bekliyorsun?
Çok yoğun bir yıldan çıktıktan sonra “Acaba gidebilecek miyim?” gibi düşüncelere sahiptim. Ve bir süre derecelerim hiç düşmedi, 2:15 yüzüyordum. Çok antrenman yapıyordum. Ardından 2:14’ü gördüm. Sonra 2:14 yüzmeye devam ettim. O sırada “Ya olmayacak galiba, yapamıyoruz” dedim. Ben B barajı bile geçmemişim daha ve olimpiyat hayali kuruyorum hâlâ. Olacaksa bile çok zor olacak diye düşündüm. Sonra 2:13 yüzdüm ve B barajı geçtim 80 saliseyle. Ardından “Galiba oluyor artık, antrenmanların karşılığını adım adım almaya başladım” dedim. Ardından Avrupa Şampiyonası’nda 2:10:23’ü yüzdüm. Üç saniye geliştirmiştim ama o kadar yoğun antrenmanlar düşünüldüğünde o dereceyi yüzmem normaldi. Ardından “2:09 gelir mi, A barajını geçebilir miyiz?” diye düşündük. Fakat sonrasında kendimi mi koruyamadım, yoksa antrenman temposundan mı bilinmez, sürekli hasta oldum. Serum yedim, iğne yedim, antibiyotik kullanmak zorunda kaldım, sakatlandım. Hatta şu anda da omzum ve belim sıkıntılı, kasığımda da iki yıldır kemik iliği ödemi var ama hiçbir zaman yılmadım.
2:10’da bu yıl çok fazla A barajı geçen vardı. Ben de FINA’nın dünya sıralama listesini sürekli açıp kaçıncı olduğuma bakıyordum ve “Beni alırlar mı?” diye düşünüyordum. Her şeyi bunun için ayarladık; gerektiğinde okula gitmedim, hocalarla konuştum.
Sonra bir gün telefonum çaldı, “Davet aldın, gidiyorsun” dediler. Durdum, sevineceğim ama yine de “Emin misiniz?” diye sordum. 13 yıldır hayalini kurduğum şey bu. Bir sporcunun görebileceği en büyük uluslararası müsabaka ve bana “Gidiyorsun” dediler. Ben de doğal olarak çıldırdım o an, aşırı mutluydum.
Olimpiyattan sonra olimpiyat halkalarını dövme yaptırmayı düşünüyor musun?
Öyle bir düşüncem var ama nasıl ve nerede olması gerektiği konusunda kesin bir şey yok hâlâ. Olimpiyat kolyesi kesin istiyorum. Bir de biraz yüksek mi uçuyorum bilmiyorum ama A barajla gitmediğim için içime sinmiyor. A barajla gidersem onu yaptırmak daha çok keyif verecek.
Aynısı bana oldu ve ben 19 yaşında Atina’ya gittim. Orada hastalandım ve hiç istediğim gibi bir performans sergileyemedim. Ve yaptırmadım dövmeyi, hiç içime sinmediği için. 2008’de bir daha olimpiyata gittiğimde yaptırdım. O yüzden seni çok iyi anlıyorum. Yine de öyle düşünme, dünya standartlarında bir derece yüzdün… Neyse, hadi sorulara dönelim. Yurt dışına neden gitmedin?
Ben normalde ABD’deki projeye dahil olacaktım ve Bob Bowman’la birlikte orada antrenman yapacaktım. Fakat istemedim. Bunun ilk sebebi ailemden uzak kalmamaktı. Geçtiğimiz yıl babaannem felç geçirdi. Bu ben Türkiye’deyken ve sınava çalışırken oldu. Durdum ve dedim ki: “Zaman akıp geçiyor. Amerika’da olsaydım şu ankinden çok daha fazla üzülecektim.” Bu yüzden hiç pişman olmadım. Ailemden uzak kalmak, motivasyonumu kötü etkiler diye düşündüm her zaman. Ana kuzusu değilim, annem ve babam olmadan da yapıyorum ama onların yanımda olması bana güç veriyor. Eğitim de benim için çok önemli. Ben Ankara Atatürk Lisesi mezunuyum, ABD’ye gitsem sıradan bir liseden mezun olacaktım. Yüzme benim için çok daha öne çıkacaktı, eğitim ise ikinci-üçüncü plana düşecekti. Öyle olsun istemedim.
Örnek aldığın biri var mı?
Niye bilmiyorum ama Katinka Hosszu ve Michael Phelps’ten çok fazla hoşlandığım söylenemez. Mükemmel oldukları için olabilir. Gerçekten insanüstü gibi geliyorlar, o yüzden onları idol gibi göremiyorum. Kelebekte Sarah Sjöström’ü fiziksel olarak kendime yakın buluyorum ve karakter olarak da çok samimi geliyor. Daha önce birkaç uluslararası yarışta yan yana yüzme şansım oldu ve orada onu gözlemlediğimde “Dünya rekortmeni ama mükemmel bir insan” dedim. Onun bir antrenmanını izlemeyi çok isterdim. İşine çok bağımlı ve bunu keyif alarak yapan biri. Ben de öyleyim, mesela Türkiye’deki şampiyonalarda bana hep kızarlar; çünkü şarkı söylerim, dans ederim. Ben yaptığı şeyden mutluluk duymak isteyen bir insanım, ne olursa olsun.