Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

Diğer SporlarRIO 2016Son Tur

Mültecilerden oluşan bir takım ilk kez olimpiyata katılıyor. Rio 2016, görmezden gelinen bu hayatların seslerini duyurmaları için fırsat.

*S.L. Price imzalı bu yazının Sports Illustrated’da yayımlanan orijinaline buradan ulaşabilirsiniz.

Koştular. Mültecilik günleri de böyle başladı. Yemek, giysi ve bir yardım eli arayışı… Sonrasında da kaçış. Ordu şehirleri işgal etmeye mi geldi? Amaçları askerlik yapmayanları mı yakalamak? Tıpkı iki sene önce Yiech Pur Biel’in babasının kaçmasına ve bir daha geri dönmemesine sebep olduğu gibi… Öyle anlarda hiçbir şeyin bir anlamı yok. Askerler geliyordu; Biel, annesi, iki kız ve bir erkek kardeşi evlerini terk ettiler. Kısa süre sonra Güney Sudan olan ülkenin en kuzey ucundaki Nasir kasabasının dışındaki ormana doğru kaçan insan dalgasına beş damla daha eklenmiş oldu.

Bu 2005 yılındaydı. Fakat hangi ayda ve hangi mevsimde olduğunu Biel hatırlamıyor. O zaman 10 yaşındaydı ve o yaşlarda zamanın fazla bir önemi yoktur. Ancak evden uzak kalmak felakettir. “Bize saldırdıklarında benim ve ailemin yaşamlarının sonunu görmüştüm.” Biel, o günü bu cümlelerle anlatıyor.

Fakat en kötüsüyle henüz karşılaşmamıştı. Rio’da yarışacak mülteci takımı’nın diğer dokuz üyesi gibi, mültecilerin hayvan olmadığını kanıtlama amacı güdecek Biel, o günlerde bir sonraki adımı attı. Bir hayvan gibi yaşadı. Çalılıklarda saklandı, hep tetikteydi ve yiyecek bir şeyi yoktu. Ailesi üç gün boyunca uykusuz ve aç bir şekilde meyve bulmak için ağaçlara tırmandı.

Sonunda Biel’in annesi Nyagony bir karar aldı. Etiyopya sınırı 30 kilometre, bir haftalık yürüyüş mesafesindeydi ve belki orada yemek bulabilirlerdi. Biel kardeşlerinin en büyüğüydü ve acımasız sondan kaçış yoktu. Annesi yolda üç çocuğa bakabilirdi ama dört çocuğa bakması kolay değildi. Biel da bunun farkındaydı: “10 yaşındaydım ve belki onsuz da hayatta kalma şansım vardı.”

Anlayışla karşılamaya çalıştı Biel. Annesi, onu aynı mahalleden bir kadının yanına bıraktı ve diğer çocuklarıyla birlikte yolculuğa başladı. Mülteciliğin en zor ve üçüncü adımı başlamıştı; dünyadaki milyonlarca mültecinin yaşamak zorunda kaldığı ayrılık anı. Biel o günden sonra ne annesiyle, ne de kardeşleriyle konuştu. O uzun yolculuktan, askerlerden ve arada geçen zamandan sağ kurtuldular mı onu dahi bilmiyor.

Kenya’daki Tegla Loroupe Antrenman Merkezi’nde bütün bunlar hakkında konuşurken 21 yaşındaki Biel’in sesi ve yüzü hiçbir şeyi ele vermiyordu. Annesinin onu terk ettiği gün ağladığını ama hayatının en kötü anının o olmadığını söylüyor. En kötüsü annesinin Biel’i bıraktığı kadın ve onun iki çocuğuyla Nasir’e döndüklerinde onu bekliyordu. Biel o anı şöyle anlatıyor: “Her şeyi yakmışlardı, geride hiçbir şey yoktu. Hayvanların bazılarını alıp bazılarını da öldürmüşlerdi. Ordu gitmişti. Geriye kalan ise ölü insan bedenleriydi.”

Biel o an kaybolduğunu anlamıştı. Ona bakan kadının da annesi gibi onu geride bırakacağını düşündü. “Benim için her şeyin sonu olduğunu düşündüm.” Sonraki 24 saat boyunca o 10 yaşındaki çocuk ölümün onu bulacağı anın gelmesini bekledi.

Uluslararası Olimpiyat Komitesi başkanı Thomas Bach geçtiğimiz haziran ayında 10 sporculu ilk olimpik mülteci takımı’nı açıkladığında amacı spordan öte bir etki yaratmaktı. Bach da bunu şu cümlelerle açıklıyor: “Yaşadığımız dünyadaki bütün mülteciler için bir umut sembolü bu. Aynı zamanda da mültecilerin bizler gibi insan ve toplumlar için bir katkı olduğunun kanıtı. Mültecilerin evi, takımı, bayrağı ve milli marşı yok. Biz de onlara olimpiyat köyünde, diğer sporcuların yanında, bir ev imkânı sunacağız.

Kötümser biri bunu bir çeşit pazarlama stratejisi olarak görebilir. Rio’dan gelen sayısız finansal, politik, sosyal sorunlar, Zika virüsü, Rusya ve Kenya gibi sporun lider ülkelerindeki doping sorunları gibi konularla ilgili çıkan sayısız haberin ardından olimpiyat markası büyük hasar aldı. Baron Pierre de Coubertin’in amaçladığı gibi insani çalışmaların daha fazla zarar getirmeyeceği ortada.

IOC yetkilisi Pere Miro da bu durumu şöyle açıklıyor: “İnsanlara sporun toplum gelişimi için önemli bir araç olduğunu hatırlatmamız gerekiyor. Bu bazı insanlar için bir umut ve bizim de köklerimize dönmemizi sağlayabilecek bir şey.”

Fakat Bach da Eylül 2013’te IOC başkanı olduğu günden beri İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyanın gördüğü en büyük mülteci kriziyle olimpiyatı aynı sayfada birleştirmeyi düşünüyordu. Kenyalı maraton efsanesi Tegla Loroupe, yetenekli Güney Sudanlı mültecilerle birlikte yıllardır çalışıyor. Bach onunla o sonbaharda bu çalışmanın dünyaya yayılması konusunda konuştu ve geçtiğimiz eylül ayında da IOC bu proje için iki milyon dolarlık bir bütçeyi onayladı. Loroupe bu durumdan memnun: “Her zaman bana yardım edecek birinin olmasını isterdim, IOC olmasa bu sporculara destek olamazdım.”

Bu kriz o kadar büyüdü ve sporcuların geçtikleri yollar o kadar zorlu oldu ki mülteci takımı’nın Maracana’daki açılış töreninde geçişi de etkileyici olacak. Suriyeli 18 yaşındaki yüzücü Yusra Mardini orada olacak sporculardan biri. İç savaş, ülkesinde 400 binden fazla insanın ölümüne ve dört milyon insanın da Orta Doğu ve Avrupa’ya kaçmasına neden oldu. Suriye’nin en yetenekli serbest yüzücülerinden Mardini, 2015 yazında İzmir’de şişme bir botla Yunanistan’ın Lesbos adasına doğru yola çıktı. Botun motoru bozulduğunda ablası Sarah ve başka bir mülteciyle denize atlayıp saatlerce botu çektiler. “O günden sonra denizden nefret etmeye başladım.” Yusra, mart ayındaki basın toplantısında o günü böyle anlatıyordu.

mardini

Kara da ona çok iyi davranmadı. Berlin’e gelmelerinden önce 25 günlük yolculukları Yunanistan, Makedonya, Sırbistan, mülteci kampında tutulup daha sonra kaçtıkları Macaristan ve Avusturya yollarından geçti. Sonbaharın sonuna doğru Mardini kendine bir havuz ve antrenör buldu. Yurttaşı Rami Anis de onu takip etti.

Halep’teki zorlu şartlarla sarsılan Anis, 2011’de İstanbul’a uçtu. Yanında sadece iki pantolon, iki tişört, iki de ceket vardı ve İstanbul’da yaşayan abisinin yanında kalmayı planlıyordu. Dört yıl sonra bir ekim gecesinde Anis, insan kaçakçılarına onu ve küçük kardeşini Samos adasına götürmeleri için para verdi. Oradan sırasıyla Makedonya, Sırbistan, Hırvatistan, Avusturya ve Almanya’dan geçerek dokuz sonra Belçika’ya ulaştılar.

Anis de zorlu yolculuğunu şöyle anlatıyor: “Denizdeki günler en kötü kısmıydı. Bir yüzücü olarak tedirgindim çünkü çocuk ve yaşlılarla yola çıkıyorduk. Her şeyi düşünmeniz gerekiyor. Ya tekne batarsa? Tabii ki sadece kendi hayatımı kurtarmak için yüzmeyecektim. Edebildiğim kadar fazla insana yardım edecektim. Böyle bir anı yaşamak zorunda olmak çok kötüydü ama neyse ki geride kaldı o günler.”

2015’te Avrupa’ya bir milyon mülteci gelmesinin nedeni Suriye’deki savaştı. Bu göçmen dalgası ve terörizm korkusunun birleşimi Yunanistan’dan Britanya’ya kadar her ülkenin politika, kültür ve imajını şekillendiriyor. Ama uzun süredir devam eden sorunlar 160 bin Etiyopyalıyı da ülkelerinden etti. Mülteci takımı’ndan 36 yaşındaki maratoncu Yonas Kinde de onlardan biri. Kinde, 2011’den ber Lüksemburg’da taksi şoförlüğü yapıyor ve orada yaşıyor. Onun kaçış nedeni tanıdık: “Siyasi sorunlar nedeniyle kaçtım ama şimdi buradayım ve kendimi şanslı hissediyorum.”

Fakat olimpiyatta yer alacak olan hiçbir mülteci ülkelerindne judocu Popole Misenga ve Yolande Mabika kadar uzaklaşmadı. Kongo Cumhuriyeti’ndekii beş yıl süren iç savaş, 2003’te bitmeden önce 5.4 milyon insanın ölümüne neden oldu. Misenga’nın annesi de onlardan biriydi. Ama ülkenin doğusunda devam eden çatışmalar 450 bin insanın kaçmasına neden oldu. Misenga ve Mabika 2013’teki dünya şampiyonası için Rio’ya geldiler ve orayı bir daha terk etmediler. Henüz çocukken ailesinden ayrılmak zorunda kalan Mabika, olimpiyat oyunlarındaki ününün babası, annesi ya da kardeşi tarafından görülmesini umuyor.

Olimpiyata farklı yollardan ulaştılar ama her mültecinin amacı aynı: Konuyu değiştirmek. Tedirgin toplumlardan mültecilerin günah keçisi olarak görüldüğünün ve politikacılar için ilgi çekme aracı olduğunu biliyorlar. Rio’daki hedefleri ise mülteci kamplarının ve kıyıya vurmuş cesetlerin oluşturduğu imaja bir alternatif yaratmak. Herkes gibi birlikte yürüyüp, gülüp, koşabileceklerini göstermek istiyorlar.

Güney Sudanlı 22 yaşındaki 1500 metreci Anjelina Nadai Lohalith de onlardan biri: “Ülkenizden gönderilmek zor bir durum. Kaçmak zorunda kalıp başka bir ülkede yaşamaktan kimse keyif alamaz. Ama onurluyum. Mülteci olmaktan gurur duyuyorum.”

“Dünyadaki milyonlarca mülteciyi temsil ediyoruz. Belki gelecekte sadece kendimi temsil ederim ama şu an biz o mülteciler için bir umuduz. Nerede olurlarsa olsunlar, bir destekleri olduğunu ve bizim bir şeyler başarabileceğimizi biliyorlar. Mülteciler hayvan değiller, onlar da insan. Bu yüzden bize böyle bir şans verildi. İnsanlar, mültecilere yukarıdan bakmamalı ve onlara adaletsiz davranmamalı.”

8 Temmuz gecesi James Nyang Chiengjiek’in köyünün yine cehenneme dönüştüğü haberleri geldi. Güney Sudanlı 800 metreci Chiengijek’in babası 1999’da iç savaş sırasında öldürüldü. O da 13 yaşındayken askerler tarafından kaçırılma korkusu yüzünden köyünü terk etmişti. Şimdi de Loroupe antrenman merkezinin dışında beklerken bir takım arkadaşı yanına gelip “Juba’da çatışma varmış” diyor.

Başkana yakın askerler, başkan yardımcısın yakın askerle savaşıyordu. Ülkenin 32 aydır devam eden iç savaşının barış dönemi hızlıca sona eriyordu. Fakat Chiengijek duruma üzülmüyordu: “Bence bu iyi bir şey. Bir taraf sonunda diğerini yenecek ve savaş sona erecek.”

Fakat gerçek şu ki çözüme giden yol uzun ve sancılı. O günden sonraki dört gün içerisinde Juba’da 300 kişi öldü ve 40 bin kişi de kaçmak zorunda kaldı. Halihazırda kötü durumda olan ekonomik durum da Güney Sudan’ın kuruluşun beşinci yılı için planlanan törenlerin iptal edilmesine neden oldu. Zaten bağımsızlık kazanıldığından bu yana ülkede kutlanacak bir şey yaşanmadı. Ülkedeki çocukların yarısı okula gitmiyor. Birleşmiş Milletler, geçtiğimiz mart ayında hükümeti savaş suçu işlemekle itham etti. BM raporuna göre Güney Sudan, insan hakları açısından dünyadaki en kötü yerlerden biri.

Bu nedenle Rio’daki mülteci takımı’nın yarısının Güney Sudanlı olması -Biel, Lohalith, Chiengjiek, 800 metreci Rose Nathike Lokonyen ve 1500 metreci Paulo Amotun Lokoro- şaşırtıcı değil. Güney Sudan’da savaş ve kıtlık gibi sorunlar dışında da insanları kaçmaya teşvik edecek şeyler var. Chiengjiek’in kaçış nedeni ordunun çocukların beynini yıkayarak onları asker yapmak istemesiydi. Güney Sudanlı kız çocukların yarısı da zorla evlendiriliyor. Lohalith de dokuz yaşında teyzesiyle Kenya’ya gitme kararı aldı çünkü yaşadığı toplum onu erken yaşta evliliğe zorlayacaktı. Onun hedefi ise farklıydı: “Ama ben okula gidip doktor olmak istiyordum.”

son tur 1

Siyasetciler ve kabile liderleri bu kâbusun yegâne sebebi değil. Hristiyan ağırlıklı Güney Sudan’ı Müslüman ağırlıklı Sudan’dan ayırmak doğru bir karar gibiydi. Dinka ve Nuer kabileleri uzun yıllardır ülkede hakimiyet savaşı veriyor. Bu da bugünkü durumu açıklıyor biraz. Dinka kabilesinin lideri devlet başkanı Salva Kiir, Nuer kabilesinin lideri ise başkan yardımcısı Riek Machar. 650 bin Güney Sudanlı ülkeyi terk etse de bazı şeyleri hâlâ arkalarında bırakabilmiş değiller.

Beş Güney Sudanlı atlet de Kenya’daki Kakuma Mülteci Kampı’ndan geldi. 23 yaşındaki Lokonyen de o kamplarda geçirdiği günleri böyle özetliyor: “Mülteciler kendi aralarında kavga ettiklerinde çok kötü şeylerle karşı karşıya kalıyorsunuz. O kavgalarda birçok insan öldü. Dinka kabilesinden bir çocuğu öldürdüklerini gördüm. Benim kabilem Didinga’dan da biri öldürüldü.”

Geçtiğim ekim ayından atletlerin gelmeye başlamasıyla birlikte kabile ayrımının Ngong antrenman merkezini etkilemesine izin vermemek ilk amaçtı. Ama Loroupe’e göre bu çok da kolay değildi. Çünkü bu konuda tecrübeliydi. New York Maratonu’nu iki kez kazanan atlet, 2001’den beri Doğu Afrikalı siyasetçileri 10’dan fazla “barış yarışı”nda koşmaya ikna etti. Kenya’nın olimpiyat komitesi ve koçlarının yardımıyla da Kongo, Somali, Burundi ve Etiyopya’dan mülteci olimpiyat adaylarını bir araya getirdi. Ama grubun içinde Güney Sudan’ın kabilelerinden gelen sporcuların sayısı çoğunluktaydı.

“Bu insanların kendi aralarında kavga ettiklerini bilmiyordum” diyor Loroupe. Çalıştıdığı sporcularla da bu konuda konuşup şunları söylemişti: “Geldiğiniz kampta neler olduğunu aklınızdan çıkarın. Biz burada temsilci olarak bulunuyoruz. Eğer böyle sorunlarımız olacaksa Kakuma’ya gelmek için vaktimi harcamam. İyi bir örnek olun. Yeni birine dönüşün ve bu değişimi gören insanlar da değişebilsinler.”

Lohalith de köyünün Dinka kabilesi tarafından yakılmasına şahit oldu. 16 yıllık yalnız yolculuğu da böyle başlamış oldu. Daha sonra ailesini hiç görmedi. Ama o ve arkadaşları Loroupe’un antrenman merkezinin hiçbir zaman kabile sorunlarından etkilenmediğini söylüyor. Seçilen beş Güney Sudanlı atlet arasında Dinka kabilesinden biri olmaması onun için bir şey ifade etmiyor. Miro’ya göre IOC sporcuları seçerken her bir mültecinin sadece yeteneklerine göre karar aldı.

Lohalith de bunun farkında: “Atletizmde önemli olan kabileniz değil, performansınız. Seçilen mültecileriz ve kabileleri artık düşünmemiz gerekmiyor. Geçmişi geride bırakalım ve diğer insanlarla birlikte yaşayalım. Şimdi olimpiyat için çalışıyoruz ve takım olarak buna odaklanmamıza izin verin.”

İlk bakışta Loroupe’un antrenman merkezi Batılı gözler için bazı gariplikler içeriyor. Merkezin ismi modern bir spor tesisi beklemenize neden oluyor ama dört binalık merkezde sadece temel şeyler var. Bir zamanlar yetimhane ve sonrasında okul olan binada bir halter, bir ağırlık seti ve atletlerin süt ihtiyacı için iki inek bulunuyor. Herkes dört kişilik odalarda uyuyor. Kahvaltı da ekmek ve çaydan oluşuyor.

Bu atletlerin olimpiyatta neyle karşılaşacaklarının farkında olmadıklarını söylemek abartı olmaz. İçlerinde bazıları ilk kez geçtiğimiz sene uçağa bindiler. Çoğu daha önce olimpiyatı izlemedi bile. “Bize Rio’ya gidip gitmediğimiz soruyorlardı” diyor Lokonyen ve ekliyor: “Ama Rio’nun ne olduğunu bile bilmiyordum.”

Fakat mültecilerin bir açıdan modernlikle tanıştıklarını söyleyebiliriz, en azından Afrika standartlarında… Pokot kabilesinde büyüyen Loroupe, çocukken kız olduğu için değersiz görüldü. Loroupe’un babasının dört eşi vardı. Şu an 43 yaşında olan Loroupe,  o günler şu cümlelerle anlatıyor: “Ailemde spor yapan ve izinsiz okula giden ilk kız bendim. Benim büyüdüğüm yerde eğer çok iyi bir insan olursanız bir erkek kadar destek alırsınız ama bunun için çok çalışmanız gerekiyor.”

Kabilelere karşı mücadele vermek de önemli bir şey ama Loroupe’un antrenman merkezine gelen kadınlar, onun günlük hayat için koyduğu kadınların erkeklere hizmet etmek zorunda olmadığı kuralına şaşırmışlardı. Her şeyden önce hepsi birer sporcuydu ve erkekler de tesislerin temizlenmesi konusunda yardım etmek zorundalardı. Cumartesi sabahı antrenmanından sonra hem kadın hem de erkek sporcular bahçeyi süpürdüler. Chiengijek de yardım edenler arasındaydı: “Madam Tegla’yı dinlememiz gerekiyor, o barış için çalışıyor.”

Bunu duymak kimseyi Lokonyen kadar mutlu etmemiş olabilir. Çocukken futbol oynamayı çok sevse de babası buna karşıydı ve onu dövüyordu. Babasına bir daha oynamayacağına dair söz verse de sonraki gün tekrar oynamaya çıkardı. “Döndüğümde bana bağırır veya beni döverdi ama ben bunu sorun etmezdim çünkü oynamayı seviyordum.”

2002 yılında Toposa kabelesi Rose’un köyünü yaktığında onun da mültecilik günleri henüz 10 yaşındayken başlamış oldu. Ailesi üç günlük yolculuğun ardından Kakuma’ya ulaştı. Başka bir yere gitmenin bir iyi yanı varsa o da futbol oynadığı için artık tepki almıyor oluşuydu. 2007’de, o zamanlar 15 yaşında olan Rose’un koşmaya başladığı dönemde, ailesi Kakuma’yı terk edip yaşayan bir akrabaları kaldı mı diye köylerine döndü. Rose o günden beri ailesini görmedi.

Rose, o günlerde neler yaşadığını şu cümlelerle anlatıyor: “Dört kardeşimle birlikte kaldım ve en büyükleri olarak onlara bakan bendim. Okula gitmek zorundaydım ama aynı zamanda da onlar için çalışıyordum. Okula konsantre olmak çok zordu. Aileniz yanınızda değil ve hayatta olup olmadıklarını bile bilmiyorsunuz. Size bakması gereken onlar ama siz küçük kardeşlerinize bakıyorsunuz. Bir ebeveyn oluyorsunuz ama elinizde hiçbir şey yok.”

Tam olarak öyle değil aslında. Lokonyen, Kakuma için ne kadar minnettar olduğunu söylemekten çekinmiyor. Hükümet Kenya’daki bu kampı kapatmayı düşünse de mültecilere yemek, barınma, sağlık ve eğitim imkânları sunuyor. Fakat yine de kimse orada uzun süre kalmak istemiyor ve kampın kendi tehlikeleri var. Yakacak odun olmadığında mülteci kadınlar çalılıklarda odun aramaya gidiyor ve oralarda bekleyen Kenyalıların tecavüzüne uğruyorlar. Lokonyen de buna tanık olanlardan: “Ormanda insanlara tecavüz ediyorlar ve bu birçok insanın başına geliyor. Bir kadın hızlı kaçamadığı için tecavüze uğramıştı. Onu ben buldum. Ağlıyordu.”

Lokonyen hızlı koşabiliyordu. Geçen ağustos ayında Loroupe, BM’nin desteğiyle Kakuma’ya gidip kadın ve erkekler için 10 kilometrelik bir yarış düzenledi. Lokonyen ikinci oldu ve Ngong’daki antrenman merkezine davet edildi. Bir anlığına kararsız kaldı. Artık 17 yaşında olan erkek kardeşinin artık diğer üç kardeşine bakabileceğine karar verdi. Haftada bir defa onları arıyor. Kardeşleri okula bazen aç gidiyorlar ve yalnız yürümeleri onu tedirgin ediyor.

“Bu benim için büyük bir fırsattı ve onları geride bırakmak zorundaydım. İyi olup olmadıklarını sadece Tanrı bilir. Ama en azından kendi evlerindeler.” diyor Lokonyen ve kısa bir duraksamadan sonra devam ediyor: “Ailemden ayrıldım. Onları yalnız bıraktım.”

Lokonyen cevabını bilse kardeşlerine doğru bir karar alıp almadığını sordu. Cevap her mültecinin böyle bir durumda vereceği cevaptı. “Git. Çok çalış. Belki para kazanır ve dönüp hayatımızı değiştirirsin.”

800 metrede en iyi derecesi sorulduğunda “2:22” diyor ve gülüp ekliyor: “Biraz aşağıya çekmem gerekiyor.” Haklı da. Olimpiyat barajı 2:01.50. Ama hiçbir Güney Sudanlı sporcu IOC tarafından belirlenen baraj derecelerini geçemedi. 10 mülteci sporcudan da sadece maratoncu Yonas Kinde derecesiyle olimpiyat davetiyesi alabilecek tek isim.

Mülteci takımı’nın üyesi olmak sadece bir süreliğine onur verici bir şey. Ancak atletler ne kadar kısa sürede mülteci olmaktan kurtulursa onlar için o kadar iyi olur. Zaten mülteci takımı’nın en başarılı üyesinin takıma girememesi bu yüzden. İranlı tekvandocu Raheleh Asemani, ocak ayında 57 kilo altında Avrupa elemelerini kazandı ve mülteci takımı’na girmesi garanti gibiydi. Fakat nisanda Belçika vatandaşlığına geçti ve Rio’da oranın bayrağı altında yarışacak.

Diğer mülteciler ise açılış seremonisinde geçiş, olimpiyat köyünde bir yatak ve eleme turlarına katılma hakkına sahip olacak. Bu bile çok belki ama mültecilerin hazırlanmak için sadece dokuz ayı vardı, diğer sporcular ise hayatları boyunca bu an için çalıştılar. Sonbahara kadar hiçbir Güney Sudanlı atlet ağırlık çalışması, diyet ve düzenli olarak günde iki antrenman yapmadı. Hiçbiri bir sporcu gibi yaşamadı. Çok az yarışma şansı buldular; hiçbiri daha serin bir havada ve bu kadar stresli bir ortamda yarışmadı. Loroupe’un antrenman tesislerindeki atletlerin yarısından fazlası Kakuma ya da Dadaab’a gönderildi. Lohalith de sıtmaya yakalandı.

“Bedenlerimiz, çalışmalara genelde karşılamadığımız hastalık ve sakatlıklarla karşılık veriyordu” diyen Lohalith’in 1500 metredeki en iyi derecesi 4:52; bu branşta olimpiyat barajı ise 4:07. “Sadece birkaç sporcu bu zorluklara karşı dayanabildi ve takım çalışmaya devam etti. Daha iyi dereceler elde ettim ama barajı geçmek için yeterli olmadığı söylendi. En azından daha iyiye gidiyorduk. Artık biliyorum. Kazanmayı umut edemem ama en iyi performansımı sergileyeceğim. Ne kadar zor olursa olsun yarışı bırakamam, bitirmeye çalışmak zorundayım.”

Walter Mitty benzerliğini görmemek de imkânsız. Hollywood senaristleri buradan birkaç ders çıkarabilir. Bu takımın parçası olmak, sıradan bir insanın olimpiyata katılmaya en çok yaklaştığı an olur. Mültecileri “onlar da diğer herkes gibi” diyerek onları dünyadaki en farklı insanların, profesyonel sporcuların, yanında yarıştırmakta da bir ironi var. Bu şansı elde etmeden önce Lokoro ve Biel çobanlık yapıyordu. Misenga yük taşıyordu. Chiengijek de araba tamircisi olmaya uğraşıyordu. Yanlış zamanda yanlış yerde doğma şanssızlıklarını saymazsak aslında onlar diğer her insan gibi olmuşlardı hep.

Yine de bunu duymak istemiyorlar. Beş Güney Sudanlı atlet, hayatlarının en uzun yolculuğunun ardından Loroupe’un antrenman tesisine dönmek istiyor. Biraz daha fazla çalışmayla gerçekten birer atlet olup olamayacaklarını görmek istiyorlar. Madam Tegla da onları tekrar ağırlayacak gibi duruyor. IOC’nin iki milyon dolarlık yardım fonu tükendi ama Miro, bunun yenileceğini söylüyor. “Bu atletlere yardım etmek için birçok teklif aldık. Olimpiyat sonrasında da bu tekliflerin devam edeceğini umuyoruz.”

Bütün Güney Sudanlı atletlerin amacı Loroupe gibi yarışlar kazanıp kendi kariyerlerini yaratmak ve öğrendiklerini başkalarına aktarmak. Lokoro da onlardan biri: “Benim gibi zorluklar çeken mültecilere yardım etmek istiyorum. Birçoğunun yeteneği var ama onlara bir şans verilmedi. Bunun gibi bir yerde çalışabilsinler ve benim şu an yaptığım gibi başka kıtaları ziyaret edebilsinler. Yeni bir hayatım var artık.

IOC belki de farkında olmadan bu atletlere daha önce sahip olmadıkları bir şey verdi: Kontrol. Özellikle çocuk mülteciler hayatlarının çoğunu savaşlar, kuraklık, kabileler ve bürokrasinin etkisinde geçiriyor. Şimdi bile buradaki mülteciler Loroupe, koçlar, BM yetkilileri, basın sorumluları ve IOC kuralları tarafından yönlendiriliyorlar. Ama ilk kez hayal kurma ve plan yapma şansına sahipler.

Biel de olimpiyatın ona verdiği imkânları kullanma niyetinde: “Dünyaya vermem gereken bir mesaj var. Milyonlarca mülteci neler yaşadıklarını anlatmamız için bize güveniyorlar. Bir de ülkem Güney Sudan var tabii. Başarılı olup başka bir ülkede yaşamanın bir anlamı yok. Ülkeme dönüp barış için çalışmak ve dünyaya liderlerimizi değiştirebileceğimizi göstermek isityorum. Bu sorunları liderler yaratıyor. Ailem için de önemli bu. Kötü şeyler yaşadım. Bunu değiştirmem gerekiyor. Belki köyüme dönüp gençlere yardım edebilirim. Sadece benim ailemin acı çekmediğini biliyordum ve oradaki halkı bu sorunlardan kurtaracağım.”

Yiech Pur Biel ölmedi. Çünkü mülteciler dedikleri gibi hayvan değiller. Fakat başka kimsenin olmadığı kadar dayanıklılar. Komşuları Rebecca Nyagony Chuol, Biel’i terk etmedi ama annesi bile bunu yaptıktan sonra kimse onu suçlamazdı. Kocası öldürülmüştü ve iki çocuğuyla yalnız kalmıştı. BM yetkilileri, Chuol ve çocuklarını Kakuma’ya gönderilecek ilk kişiler arasına almıştı. Chuol yolculuk öncesi Biel’e “Birlikte gidiyoruz. Annenin geri döneceğini düşünmüyorum ve seni burada bırakmayacağız.”

Chuol, BM görevlilerine Biel’in de ailesinin bir parçası olduğunu söyledi. Biel de onunla Kakuma’ya gitti ve onun üçüncü oğlu gibi yaşadı. “Ona anne diyorum çünkü bana çocuklarına davrandığı gibi davranıyor. Hayatımı onlar kurtardı.”

Biel çocukken atletizmle ilgilenmiyordu. Futbol oynamayı seviyordu. Kakuma’nın çimsiz sahalarında bütün gün oynayabilen bir defans oyuncusuydu. Bazen okulda koşardı ama o da birkaç turu aşmazdı. Bir yıl önce okulda Loroupe’un gelip 10 kilometrelik bir yarış düzenleyeceğini öğrendi. Koşucuların kaderlerini kontrol edebilmesi Biel’e çekici geliyordu ve neden ben kazanmayayım diye düşündü?

Bir çift spor ayakkabısı vardı. Onun da tabanları yok sayılırdı. Bağcıklarını bağladı ve şansın onun yanında olmasını diledi.

Biel bütün yolu parmak uçlarında koşmasına rağmen üçüncü oldu. Kakuma’dan Nairobi’ye yolculuğu ikinci uçak yolculuğu olmuştu. Biel’in seçilen 30 kişiden biri olduğu haberi ulaştığı zamanlarda Juba’daki amcasından bir telefon aldı: “Ailen hayatta. Annen, kardeşin ve baban Nasir’deler.”

Biel bunun doğru olup olmadığını bilmiyor. Hâlâ ailesinden biriyle konuşmadı ve yaşadığı kültürde insanların uzaktaki yakınlarına kötü haber vermemek için yalan söylediğini de biliyor. “Buna inanamıyorum çünkü uzaktaki akrabalara kötü haber vermezler. Ama bazen gerçekten iyi olduklarını düşünüyorum ve bu düşünce beni mutlu ediyor. Düşünün, 12 yıl boyunca babamı hiç görmedim ve biri çıkıp bana onun hayatta olduğunu söylüyor. Çok zor bir durum.”

Biel yine de bütün bu süreç boyunca çalışmaya, daha iyiye gitmeye devam etti. IOC’nin mülteci takımı’na girmeye aday sporcularının listesi netleşmeye başladıkça Biel de ne yapmak isteğine karar verdi. Eğer biraz para kazanabilirse Chuol ve çocuklarını Kakuma’dan alacaktı. “Onlara bu şekilde teşekkür edebilirim.”

Atletler, 3 Haziran’da Loroupe’un antrenman tesislerinde IOC’nın açıklaması için toplandı. Açıklama öncesi sporculara hiçbir şey söylenmemişti. Antrenörler de açıklama öncesi sporculara eğer seçilmezlerse üzülmemeleri gerektiğini söylüyorlardı.

Thomas Bach’ın yüzü ekranda göründü. Bazı atletler dua etmeye başladı, bazıları ise heyecandan titriyordu. Sonra sırayla isimlerinin okunduğu duydular. O anı “Rüya gibiydi” diyerek anlatıyor Lokoro.

İlk açıklanan isim Biel’di. Adını duvardaki televizyondan duyduğunda Biel’in gözleri dolmuştu. En son 11 yıl sonra annesinden ayrıldığında ağlamıştı. Şimdi yeniden ağladı ama bu sefer sebebi mutluluktu. Gazeteciler ve takım arkadaşları yanına geldiğinde konuşmakta zorlanıyordu.

“Bana çok fazla geldi” diyerek anlatıyor Biel o anı ama daha önce her şeyinizi kaybetme noktasına gelmediyseniz bunun ne ifade ettiğini anlamayabilirsiniz. Uzun bir yarışın son turu bu. Bir mülteci de yarışıyor. Ona ve diğerlerine dikkat edin.

Çeviri: Ali Çolak 

İlginizi çekebilecek diğer içerikler

Sessizliği Kırmak

Sessizliği Kırmak

3 sene önce
Kazanmak

Kazanmak

4 sene önce
Dönemler Üstü

Dönemler Üstü

4 sene önce