Olimpiyat Oyunları heyecanının başlamasına sadece birkaç gün kaldı. Kendimi bildim bileli bu dönemler benim için özeldir. 1992 Barselona ve 1996 Atlanta çocuk olarak izlediğim, 2000 Sidney gitmenin ucundan döndüğüm, 2004 Atina ve 2008 Beijing bir parçası olduğum, 2012 Londra ise arkadaşlarımı izleme fırsatı bulup, Eurosport’ta yüzme yorumculuğu yaptığım oyunlardı. İtiraf etmek gerekirse emekli bir yüzücü olarak artık parçası olamadığım için hafif -yok yok, bayağı- kıskançlık yaşıyorum.
2008 yılına hızlıca geri dönelim. Aslında Pekin öncesinde fiziksel anlamda çok iyi hazırlanmıştım. Sırf bunun için antrenörümü ve antrenman sistemimi değiştirmiştim. Hatta ABD’de, Ohio State Üniversitesi’nde erkek takımıyla birlikte antrenman yapan tek kız yüzücüydüm. Onlara ayak uydurmakla kalmamış, birçoğunu yaptığım tempolardan dolayı sinir etmiş ya da kendi aralarında alay konusuna dönüşmelerine yol açmıştım. Ama sadece fiziksel olarak hazır olmak yetmiyormuş. Bunu Pekin’e varınca anladım.
Yüzme müsabakaları, Olimpiyat Oyunları’nın ilk gününde başladığı için, yüzücüler olarak Pekin’e giden ilk kafilenin içindeydik. Oda arkadaşım Buse (Günaydın) ile Olimpiyat Köyü’ne bayılmış, odamızın büyüklüğünü ve rahatlığını çok sevmiştik. Çok farklı bir kültür olduğu için yemeklerin değişik olabileceğinden endişelensek bile onlar da harikaydı. Hatta şişe geçirilmiş ızgara jumbo karideslerin tadı bugün bile damağımızdadır. Bu yolculukta her şey olumlu başlamış gözüküyordu.
İlk gece saat farkına rağmen rahatça uykuya daldım. Bilinen jargonla ‘jet-lag’ hissetmedim. Gece kabusla uyandım ama normalde çok rahat uyuyan biri olduğum için bunu yol yorgunluğuna bağlayıp üzerinde durmadım. Ertesi gün sabah antrenmanı sonrasında kısa bir uykuya dalmak istedim. Ama yine kabus ve karabasanlarla uyandım. Her gece, geçer umuduyla yatıp farklı bir kabusla uyanıyordum. Sonunda bir şeylerin yolunda gitmediğini anlayıp olimpiyat kafilesindeki psikoloğa gittim. O da beni görselleme yöntemiyle rahatlatmaya çalıştı; çimlerin üzerinde yürüttü, bulutlarda uçurdu. Yine de çözüm olmadı. Olimpiyat rüyam, her gece gördüğüm kabusların esiri olmuştu.
Düşünsenize yıllarca çalışıp emek veriyorsunuz, katılmaya hak kazanıyorsunuz ve performansınızı göstermek için sadece bir şansınız var. Tek bir şans. Kendimi hazırlamak için yarışımı kafamda canlandırmaya çalışıyordum ama sürekli bir yerde hata oluyordu. Canlandırmamda, suya atladığım anda gözlüğüme su kaçıyordu. Sil baştan hayal etmeye çalışıyordum, bu sefer de dönüşte attığım kol duvara kısa denk geliyordu ve zaman kaybediyordum. Zihnim meydana gelebilecek tüm kötü senaryoları tek tek sıralıyordu ve işin kötü tarafı ihtimaller tükenmek bilmiyordu.
Büyük gün geldiğinde zihnim bütün bu buhranları yaşıyordu. Kendime kızıyordum ama çözüm bulamıyordum. Yıllarca katılmadığım -Türkiye’de ve uluslararası alanda- yarış kalmamıştı ama, hiçbirinde böyle hissetmemiştim. Dolasıyla mental olarak kendimi hazırlamak için doğru düzgün çalışmamıştım. Ama işte yüzme hayatımın son yarışı Olimpiyat Oyunları’ndaydı ve orası ders alınacak yer değil öğrendiklerini, yeteneklerini ve çalışmalarını gösterme yeriydi. Üstelik uzmanlığım olan branş; 200 metre kelebek belki de aralarında en acımasızıydı.
Nihayetinde yarışı yüzdüm. Yaşadığım gerginlikler; vücudumdaki kasların gerilmesinden, bacağımın çekmesine kadar birçok olumsuzluğa yol açtı. En iyi derecemi 10 salise geliştirerek Türkiye rekorunu kırdım. Ama sonuç benim için büyük hayal kırıklığıydı. Yapabileceğim bunun çok ötesindeydi. Çok daha iyisiydi. Eğitilmemiş ve doğru zamanda susmayı bilmeyen zihnim buna izin vermemişti.
Bugün birçok profesyonel sporcu yaşadıklarımı yaşamıyor çünkü zihinlerini sakinleştirmek, nefeslerine odaklanıp bedenlerini rahatlatmak için meditasyon yapıyorlar. Sekiz yıl önce kimse bana meditasyondan ve faydalarından bahsetmemişti, kendim de araştırmamıştım. Bugün dönüp baktığımda sadece son yılımda bile düzenli meditasyon yapmış olsaydım, sonuç için, nasıl farklı olabilirdi demeden edemiyorum. Sporcuyu başarılı kılan sadece fiziksel özellikleri değil. Zihinsel ve fiziksel olarak uyumlu olmayı başaranlar, dengeyi kuranlar rakiplerinin birkaç kulaç önünde yer alabiliyorlar.