Erzurum’da koştuğunuz 9.92 ile 100 metrede Türkiye rekoru kırdığınız yarışla başlayalım, neler hissettiniz dereceyi ekranda gördüğünüzde?
Dereceden emin olamadım başta. Ekranda 9.92’yi görsem de kontrol edilmesini bekledim çünkü geçen sene Ankara’daki bir yarışta 9.99 yazmıştı ilk anda, sonrasında ise 10.01 olarak düzeltilmişti. “Acaba bu da mı yanlış ölçüldü?” diye düşündüm açıkçası. Nihai derece olduğu kesinleşince ise oldukça heyecanlandım.
Son dönemde kendi derecelerinizi oldukça aşağıya çektiniz. 9.92 ile 100 metrede bu yılın dünyada en iyi yedinci derecesine imza attınız. Usain Bolt, Justin Gatlin, Trayvon Bromell gibi dünyanın en güçlü sprinterleriyle birlikte Rio’da yarışacaksınız, yarı finaldeki şansınızı nasıl görüyorsunuz?
O gün ne olacağını kestirmek kolay değil. Bu yıla baktığımda, en iyilerle rekabet edebilme anlamında kendimi çok geliştirdiğimi görüyorum. Aynı şekilde, artık mental olarak daha güçlü olduğumu hissedebiliyorum. Eğer antrenmanlarda ortaya koyduğum performansı yarışa yansıtabilirsem finalde olmam gerektiğine inanıyorum.
Bence bu yıl birçok önemli yeni yüz olacak Rio’da. Eski yıldızların yanına bu atletleri de eklediğinizde diğer yıllara göre çok daha rekabetçi bir yarış bekleyebiliriz. 10 saniyenin altına inen hiç bu kadar atlet olmamıştı. Önceki yıllarda hep bir iki atlet favori olarak öne çıkardı ama bu kez çok fazla iddialı isim var. Kâğıt üzerinde özellikle sprintte bence en zorlu yıl olacak. Türkiye’nin Rio’da yapmak üzere olduğu şey bence birçok insana da heyecan verecek. Beklentileri ve standartları yükselttik ve bu da bizim için bir motivasyon kaynağı olacak. Türkiye’de bizi izleyen genç atletler de ‘Eğer onlar buralarda yarışabiliyorsa ben de yapabilirim’ diye düşünüp motive olabilirler.
2016 Rio ilk olimpiyat tecrübeniz olacak. Neler hissettiriyor bu ilk heyecan?
Çok heyecan verici elbette. Dört yılda bir yakalayabildiğiniz bir fırsat. Ayrıca ülkenizin adını atletizm dünyasında duyurmak için de eşsiz bir şans. İmrendiğim birçok atlet, birçok şampiyon olimpiyatta yarışmıştı ve bu açıdan da üzerimde iyi bir etki bırakacağına inanıyorum. Benim için her zaman asıl hedef olimpiyattı ve bunu başardığım için oldukça heyecanlıyım.
Amsterdam’da düzenlenen Avrupa Şampiyonası finalinde, Churandy Martina’yla aynı derecede yarışı tamamladınız ve foto finişle ikinci sırayı aldınız. Yarışın büyük bir kısmını önde götürüp son çizgide sağınıza doğru bir bakışınız var, o anda kazandım diye düşündünüz mü?
Dürüst olmam gerekirse çizgiyi geçtiğimde birinci olduğumu düşündüm. Rakiplerimle yakın olduğumuzu bildiğim için çizgiyi en kısa sürede geçebilmek adına omzumu öne doğru eğdim . Martina’yı tam olarak göremedim çünkü hemen yan kulvarımda Jimmy (Vicaut) vardı ve görüş açımı engelliyordu.
O yarışta Jimmy Vicaut gibi çok formda bir sprinteri geride bıraktınız. Bu tür önemli isimleri geçmek Rio için de ümitlenmenizi, ‘karşıma kim gelirse gelsin geçebilirim’ şeklinde düşünmenizi sağlıyor mu?
Bu zor bir soru aslında. Aslında ben karşıma kim çıkarsa çıksın mücadele edebileceğimi biliyorum. Öte yandan her atletin iyi ya da kötü günleri olabiliyor ve o gün ne şekilde pistte olacaklarını bilemiyorsunuz. Ne olacağını asla tahmin edemezsiniz. Ben oraya yapmam gerekeni piste yansıtmak için gideceğim. Elbette şartlar da performansınıza etki edebiliyor. O gün pistte olabilecek dış faktörleri kontrol edemezsiniz.
1960 Roma Olimpiyatı’ndan bu yana Türkiye 100 metrede ilk kez olimpiyatlarda temsil edilecek. 50 yılı aşkın bekleyişi dindirmek nasıl bir duygu?
Oldukça heyecan verici elbette. Bizlere ayrı bir motivasyon kattığını söylemem gerek.
Rio’da 200 metrede de yarışacağınızı biliyoruz. 200’de de beklentiniz var mı yoksa öncelik 100 metrede mi?
Asıl hedef seçtiğim yarış 100 metre olacak ama 200 metrede de kendimi denemek istedim. Ciddi rakiplerle 200 metre koşmadım pek şu güne dek, bu yüzden de en iyilerle yarışıp kendimi görmek istiyorum 200 metrede de.
4×100 bayrak takımımız da Rio’da yer alacak bu yaz. Ramil Guliyev, Emre Zafer Barnes ve İzzet Safer ile oluşturduğunuz birliktelik, bayrak kültürü çok gelişmemiş bir ülkede son dönemde çok ciddi bir etki yaptı ve Rio’da yer alacak 16 takımdan biri olma şansı yakaladınız. Takım içindeki uyumu ve son dönemdeki gelişiminizi nasıl görüyorsunuz?
Bu yıl çok gelişme kaydettik. Bence hepimiz sağlıklı kalır ve iyi çalışırsak derecemizi çok daha aşağıya çekebileceğimize inanıyorum. Beni asıl mutlu eden şey ise ülkemizde bizi takip eden bayrak takımlarının ortaya koyduğu gelişme. 40 saniyenin altında koşan 3-4 takımımız, aynı şekilde 39’un altına inebilen de 1-2 ekibimiz var. Tüm bunlar da yaptığımız olumlu etkinin göstergeleri bence.
İlk bayrak koştuğumuz yarışı hatırlıyorum, 39.70 civarı koşmuştuk ve durup ‘Tamam, kendimizi geliştirmemiz lazım’ dedik. Takımdaki herkes çok daha iyi çalışmaya ve birbirine güvenmeye başladı. Bayrak geçişlerini daha pürüzsüz yapmaya alıştık. Birbirimize güvenerek ‘sen şu noktada hareketlenmeye başla, işini kolaylaştırmak için ben kolumu kaldırıp bayrağı sana teslim ederim’ şeklinde birbirimizle konuşarak kendimizi geliştirdik. Her yarıştan sonra dikkat etmemiz gereken noktaları belirleyip oralarda ilerleme kaydettik. Bu sayede dereceler inmeye başladı.
Bu yıl Erzurum’da 38.31 ile Türkiye rekorunu da kırmayı başardınız 4×100’de. Rio’da ‘şu derece bizi finale taşır’ diyip gözünüze kestirdiğiniz bir hedef süre var mı?
Asıl hedefimiz herkesin en iyisini piste yansıtabilmesi. Eğer dördümüz de en iyi halimizle pistte olup bayrak değişimlerinde sorun yaşamazsak final için ciddi bir şansımız olabileceğini düşünüyorum. Dört kişinin yer aldığı bir yarışta her şey olabilir. Bir kişi aksayabilir, dengesini kaybedenler çıkabilir. O yüzden biz iyi çalışıp birbirimize güvenerek derecemizi geliştirmeye çalışacağız. Bence hepimiz oldukça rekabetçiyiz ve bugüne dek en iyilerle yarışabileceğimizi de herkese kanıtladık.
Yaklaşık bir yıldır bayrak takımında bir yer değişikliği görüyoruz. Normalde çoğu ülkenin en iyi koşucularını son ayakta kullanmasına alışığız ama bir yıldır siz ikinci ayağa geçtiniz, Ramil Guliyev ise yarışı bitiren isim konumunda. Bu değişiklik nasıl oldu ve hangi ayakta kendinizi daha rahat hissediyorsunuz?
Bayrak takımının teknik direktörleri bu değişimi yaptılar. Ben ikinci ayakta koşarken gayet rahat hissediyorum. Bu şekilde takımı öne taşıma şansı yakalıyorum. Bu sayede takım arkadaşlarımı da rahatlatıp kalan bölümde rekabetçi şekilde koşmalarına yardımcı olabiliyorum. Genelde ben bayrağı teslim ettiğimde yarışın içinde kalmayı başarıyoruz, bu sayede kalan iki arkadaşım daha rahat koşabiliyor. İlk olarak Slovakya’daki bir yarışta bu değişikliği denemiştik yanılmıyorsam kulübüm Enka’yla birlikte.
İlk olarak 2013’te Enka Spor bünyesine katıldınız. Türkiye için yarışmak adına görüşmeler o sıralarda mı başladı?
Yetkililer ile daha önce de temasımız olmuştu ama son kararımı verememiştim. Ülkeyi tanımaya, okuyup araştırmaya ihtiyacım vardı. Bu sürede birçok şey öğrendim ve geçiş süreci benim için daha kolay oldu.
Türkiye’yi seçmenizin ardındaki motivasyon neydi?
Karar verme sürecinde birçok faktör vardı elbette. Yetenek seviyesi önemliydi, çünkü gelecekte kendimi ne kadar geliştirebileceğimi görmem gerekiyordu. Ayrıca kültürel açıdan da Akdeniz kültürünün bana daha yakın olduğunu hissettim. Buradaki yetkililerin bana karşı gösterdiği ilgi de kararımda etkili oldu.
O sıralar kendileri adına yarışmanızı isteyen başka ülkeler de var mıydı?
Evet vardı ama diğer ülkeler pek bana göre değildi. Örneğin Almanya ilgilenen ülkelerden biriydi ama orada olmak istememiştim çünkü kültürel açıdan çok farklıydı ve adaptasyon sorunu yaşayacağımı düşündüm.
Sizin, Emre Zafer Barnes ve Ramil Guliyev’in gelişiyle birlikte Türkiye doğumlu İzzet Safer gibi, Cumali Emektaş gibi, Furkan Şen gibi isimlerin de derecelerinde ciddi bir gelişim görüyoruz ki birçoğu kişisel en iyi derecelerini koştular bu yıl. Burada doğan atletlere olumlu etkiniz olduğunu düşünüyor musunuz?
Kesinlikle pozitif etkilediğini düşünüyorum. Burada ilk tanıştığım atlet İzzet’ti (Safer). Çoğu zaman birlikte antrenman yapıyorduk ve ona ancak kendinden daha hızlı atletlerle koşarak sınırlarını zorlayabileceğini ve üst düzey hale gelebileceğini söyledim. Onu her zaman zorlamaya çalışıyorum. Birlikte koşmalıyız, birbirimizi geliştirmeliyiz şeklinde konuşmalar yapıyorum. Burada birçok genç atlet çok yetenekli bence, eğer gençlerden büyüklere geçişte daha iyi iş çıkarabilirsek ileride Türkiye’den pek çok üst düzey atlet çıktığını görebiliriz. Cumali ve Furkan’la da bayrak takımlarında bazen birlikte koşma şansı yakalıyoruz. Birbirimize geliştirmemiz gereken noktaları söylüyoruz. Herkes bayrak takımının bir parçası olmak istediği için kendilerini daha çok zorlayıp derecelerini aşağıya çekmeye çalışıyorlar. Bu da kişisel gelişimlerine olumlu etki yapıyor.
Başlarda birçok şey anlatmak istesem de dil problemi araya giriyordu ve iletişim kurabilmek için yanımda birisi olması gerekiyordu. Ben Türk vatandaşı olduğum için Türkçe öğrenmeye de çalışıyorum. Diğer atletlerin yanındayken pek İngilizce konuşmuyoruz, bu sayede onlar benim Türkçe’min gelişmesine yardımcı oluyorlar, ben de onlara aynı şekilde İngilizce konusunda destek oluyorum. Bu sayede daha rahat iletişim kurmaya başladık.
Türkiye için yarışmayı seçen atletlerin ayrıca para aldığına dair yanlış dedikodular da dolanıyor yer yer basında. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
İlk geldiğim andan itibaren bu tercihimin parayla ilgili olmadığını anlattım. Buraya en iyi şekilde yarışmak için geldim. Buradayken de diğer birçok atletin kendilerini geliştireceğini, Avrupa Şampiyonası’nda madalya kazanacağımı ve rekorlar kıracağımı söylemiştim. Şimdiden verdiğim sözlerin birçoğunu da yerine getirdim. Buradaki yetkililer de sporu sevdiklerini ve büyük turnuvalarda yer almak istediklerinden bahsettiler. Ülkede atletizmi geliştirmek istediklerinden söz ettiler. Konuştuğumuz konular bunlardan ibaretti. Geçen yıl da basından tercihimizin parayla ilgili olup olmadığına dair birçok soru gelmişti . Hayır. Parayla hiçbir alakası yok.
Jamaika’daki tepkiler nasıl oldu peki Türkiye için yarışma kararı aldığınızda? Jamaika Atletizm Birliği başkanı Warren Blake’in, bu yönde karar alan atletlerinin önünü açmaya yönelik bir tutumu var ve son dönemde birçok Jamaikalı atletin başka ülkeler için yarıştığını görüyoruz…
Başlarda birçok kişi şaşkındı aslında. Karmaşık tepkiler alıyordum. Bazıları kararıma destek verirken aksi yönde düşünen insanlar da vardı elbette. Benimle empati kurabilen birçok insan benim yanımda oldu. Çevremdeki insanlar Türkiye hakkında bilgi toplayıp geçiş sürecimde bana yardımcı olmaya çalıştılar.
Atletizmde Jamaika’nın farklı bir kültürü olduğunu söylemek lazım. Birçok ülkede atletler beslenmelerine çok dikkat ederdek Jamaika’da atletlerin bu kadar sıkıştırılmadığını görüyoruz. Örneğin Usain Bolt birçok kez bira içerken görüntülenmekte bir sakınca görmüyor. Jamaika kültüründeki farklılıkları nasıl açıklarsınız?
Konu spor olunca kafa yapısı biraz daha ciddi oluyor elbette. Bence örneğin Türkiye Futbol Ligi’ndeki sporcuların bakış açısı neyse bizim de öyle. Her atlet en iyi performansını ortaya koymaya çalışıyor. Oldukça rekabetçi bir doğası var atletizmin. Yine de, her atlet alkol almasa da, her atlet sigara içmese de arada 1-2 tane içenler olabiliyor.
Sizin beslenme rutininiz nasıl peki, biraz daha sıkı mı yoksa Bolt gibi daha rahat mı davranıyorsunuz?
Çok sınırlanmış olduğumu düşünmüyorum. Kahve içmiyorum, asitli içecek ve alkol de tüketmiyorum. Yalnızca su ve meyve suyu içiyorum. Yiyecek olarak da doğal besinler tercih ediyorum. Kendimi çok sınırlamama gerek kalmıyor zaten gün içinde tükettiğim besinlerden yeterli enerjiyi alıyorum.
Bolt’tan söz etmişken ona karşı yarışmaktan da bahsedelim. 2012 Londra öncesi Jamaika seçmelerinde onunla final koşmuştunuz. Ayrıca geçen yıl Dünya Atletizm Şampiyonası 100 metre yarı final serinizde de Bolt’la piste çıkmak nasıl hissettiriyor?
Aslına bakarsanız ben çok fark görmüyorum. Geçmişte birçok önemli atletle çalıştım. 15 yaşında atletizme başladığımda elbette etraftaki en hızlı isim bendim ama Bolt gibi büyük isimlerle piste çıkmak, onlara karşı yarışmak daha rekabetçi olmanız, daha çok çalışmanız için ayrı bir motivasyon kaynağı oluyor. En iyilere karşı bir kez daha mücadele edeceğim için heyecanlıyım.
Rio’da final hedefinizi gerçekleştirebilmek için yarı final serinizde kimlerle yarışacağınızın da önemli olduğunu düşünüyor musunuz?
O seviyeye gelen herkes en iyisini ortaya koymaya geliyor. Olimpiyata hazırlanmak için birkaç yılımız oluyor. Kimin daha iyi çalıştığını göreceğiz. Ayrıca kontrol edemediğiniz bazı faktörler de oluyor pist koşulları ve hava şartları gibi. Birçok etken final şansı yakalamamda rol oynayacak ama benim için önemli olan vücudumdaki su oranını iyi tutup fit şekilde orada olmak ve antrenmanlarda çalıştıklarımı o gün piste de yansıtabilmek.
Luzern’de Yohan Blake’i geçtiğiniz bir yarış var, geçenlerde Blake o yarıştan sonra atletizmi bırakmayı düşündüğüne dair bir açıklama yapmıştı. Yarış sonrası onunla konuşma şansınız oldu mu?
Yarışı hatırlıyorum ama yarıştan beri onunla konuşmadım. Kötü birkaç sezon geçirdikten sonra onu yeniden iyi durumda görmek güzel.
Son dönemde atletizmde doping konusu da çok konuşuluyor. Rio’da olacak sprinterlerden Justin Gatlin gibi birkaç isim daha önce doping cezası almıştı. Onlara karşı yarışmak daha farklı mı sizin için?
Biraz politik bir soru bu doğrusu. Ben kişisel olarak, çalışarak elde etmediğiniz bir avantaj sağlama fikrine oldukça karşıyım. Çünkü bizim işimiz, vücudumuzu sonuna kadar zorlayıp potansiyelimizi, sınırlarımızı görme amacı taşımalı. Performans arttırıcı ilaçlar kullanmak sporumuz için bir utanç kaynağı bence. Yine de doping yapan isimlerin çoğunluğu oluşturmadığını düşünüyorum, Rio’ya kalan atletler arasında yalnızca birkaçının geçmişte bu tür bir cezası var. Genel anlamda doping atletizme gölge düşürüyor. Geçmişte doping cezası alıp yeniden yarışma şansı alan atletleri yargılamayı doğru bulmuyorum, bir anti-doping ajansımız ve mahkemelerimiz var. Onlar yarışmalarında bir sakınca görmüyorsa, benim için önemli olan en iyi performansımı ortaya koyup rakiplerime karşı mücadele edebilmek.