*ESPN FC’de yayınlanan Iain Macintosh imzalı bu yazının orijinaline buradan ulaşabilirsiniz.
Cristiano Ronaldo senelerdir bu anın hayalini kuruyordu. Oynadığı kulüplerde kazanabileceği her şeyi kazanmış ama ülkesine henüz bir başarı getirememişti. Hedefine sonunda ulaştı ama en garip rüyalarında bile isteğine bu şekilde ulaşacağını tahmin etmemiştir.
Ronaldo’nun zaferleri genelde böyle gelmez. Muhteşem şutları ya da Macaristan’a topukla attığı gibi şık gollerle başarıya ulaşır. Normal insanların altında bir teneke kutu gibi ezileceği baskıya karşı kazanır. Fakat bugüne kadar hiçbir maçı yedek kulübesinden sahadaki takım arkadaşlarını gergin dakikalarda yönlendirerek kazanmadı. Düne kadar.
Gelecekte olabileceklerin ufak bir göstergesi miydi bu? Bir teknik direktör olarak Ronaldo? Muhtemelen böyle bir şey olmaz. Ne finansal olarak böyle bir şeye ihtiyacı var ne de o stresi kaldırmak zorunda… Ama finalde oradaydı. Sakat ve yorgundu ama karakterini ve sahip olduğu her şeyi bir fark yaratması umuduyla sahaya yansıtıyordu. Belki gerçekten de bir fark yarattı.
Maçtan sonra bunun kariyer zirvesi olup olmadığı sorusunu onaylıyor ve buna katıldığını şöyle açıklıyordu: “Kulüp seviyesinde her şeyi kazandığımı hep söylerim ama Portekiz için hiçbir şey kazanmadım. Bu geceye kadar. Çok mutluyum, böyle bir anı nasıl tarif ederim bilmiyorum.
“Kariyerimin en inanılmaz anlarından biri ve bunu hak ettiğimi biliyorum. Yaşadığım sakatlık nedeniyle şanssızdım ama takım arkadaşlarım zafere ulaştı. Koştular, savaştılar. Herkese karşı oynadık, stadyumdaki 70 bin kişi de karşımızdaydı, kimse bize inanmadı ama kazandık.”
Turnuvanın Ronaldo için ilk anda göründüğü gibi, gözleri yaşlı hâlde sedyeyle sahayı terk ederken sona ermesi gerçekten büyük bir hayal kırıklığı olurdu. İnsanları bazen sinirlendirse de jenerasyonun en iyi oyuncularından biri. Dünya Kupası’nda 33 yaşında olacak, bir sonraki Avrupa Şampiyonası’nda ise 35. Bu gerçekten son şansıydı.
Sahada başarısız olsa da sorun olmazdı. Zaten futbolun içinde olan bir şey bu. Fakat sahada kendini gösterme şansı bulamadan oyundan çıkması çok talihsiz bir durumdu. Çıkmak istemedi. Fransız taraftarların onu yuhalamasına rağmen iki kez devam etmek için kendini denedi. Ama sonunda pes etmek zorunda kaldı. Onun için her şey bitmişti, en azından sahada.
Pepe maçtan sonra onu kaybetmenin ne anlama geldiğini söyle açıklıyordu: “En önemli oyuncumuzu kaybettik ve bu doğal olarak zor bir durumdu. Bütün umutlarımız ona bağlıydı çünkü her an gol atabileceğini biliyorduk ama devam edemeyeceğini söylediğinde takım arkadaşlarıma maçı onun için kazanmamız ve onun için savaşmamız gerektiğini söyledim.”
90 dakika sonunda takım arkadaşları yorgun ve tükenmiş hâldeyken dizindeki bandajla Ronaldo tekrar sahneye çıktı. Savaşa hazırlanan bir kral gibi yanlarına geldi. Birkaçıyla bir şeyler konuştu, birkaçının da omzuna elini attı. Aynı şeyi ilk uzatma devresinin ardından da tekrar etti, yine sakin ve ne yaptığını bilir durumdaydı.
Ama 109. dakikada Eder’in golü geldiğinde bu sakinlik de kayboldu. Ronaldo golü kenarda tek başına kutladı. Bütün yedek kulübesi Eder’in üstüne koşarken o elleriyle yüzünü kapatmıştı. Gözyaşları özgürce akarken adrenalin de damarlarında dolaşıyordu. Yerinde duramıyordu. Takım arkadaşlarının yanında oturamıyordu. Sahada olması, bir şeyler yapması gerekiyordu.
Teknik ekipten biri onu yedek kulübesine oturtmaya çalışsa da çok başarılı olamadı. Stade de France ışıklarının cazibesine kapılan güveler gibi Ronaldo da o ışıkların odağında olmak istiyordu. Sonunda antrenörler de onu rahat bıraktı ve onu dinleyemeyecek kadar yorgun oyunculara taktik vermesine izin verdiler. Ve maç sona erdi.
Maçın adamı seçilen Pepe, yeni “yardımcı antrenör” hakkında neler düşündüğü sorusuna gülse de politik bir cevap verdi: “O bizim liderimiz. Sahada hepimiz antrenör sayılırız çünkü aldığımız taktikleri en iyi şekilde uygulamaya çalışıyoruz. Ancak tecrübeli oyuncular diğerlerini yüreklendirmek ve gençlere yardım etmek için oradalar.”
Ronaldo son düdükten saniyeler önce Fernando Santos’u tuttu ve sarsmaya başladı. Santos şaşkın durumdaydı. Antrenörler maç bitene kadar sevinmezler. Fakat Mark Clattenburg son düdüğü çaldığında artık her şey bitmişti.
“Kaptanımız olağanüstü bir çaba sarf etti. Hem bizim hem de onun inanılmaz bir takım ruhu var. Sahaya dönmeyi iki defa denedi ama bunu başaramadı. Onun soyunma odası ve yedek kulübesinde olması takım için çok önemliydi. Arkadaşlarına yaklaşımı, onları cesaretlendirmesi, bugün kazanacağımıza tıpkı benim gibi inanması…” Maç sonunda Santos bunları söylüyordu.
Maç sonunda yedek kulübesi bir kez daha kutlamak için sahaya koştu. Ronaldo ise yine bir an için yalnız başınaydı. Yüzü kızarmış ve gözleri ardına dek açık… Yardımcı antrenörlerden birine sarıldı ve birlikte yere yuvarlandılar. Tekrar ayağa kalktı, sekerek sahaya gitti ve tek tek takım arkadaşlarını tebrik etti. Sonra da tişörtünü çıkardı çünkü en garip rüyalarda bile bazı şeyler hiç değişmez.
Ronaldo’nun çok uzun süredir istediği bir zaferdi bu. Onu, Lionel Messi’nin önüne taşıyacak milli takım başarısını elde etmişti. Böyle emekli olsalar ondan bir fazla madalya kazanmış olacaktı. Bu, mükemmellik peşinde geçmiş bir hayatın zirvesiydi. Hayır, böyle olacağını hayal etmemişti belki ama kupayı kaldırdı ve zafer çığlığını attı. Başka bir şey düşünmediğini anlamak çok zor değildi.
Çeviri: Ali Çolak