Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

DergiFransa Bisiklet Turu 2016GündemMayıs 2016YorumŞaka

Peter Sagan bisikletin yeni kralı fakat onu yakından tanımak istediğimizde aramıza engeller giriyor...

Peter Sagan ilk büyük yarışını, bir muhabirin “Size bisikletin Ibrahimovic’i diyorlar, doğru mu?” sorusunu “Ibrahimovic kim?” diye cevaplamasından altı yıl önce, 2010 Paris-Nice’te kazandı. Profesyonelliğe geçiş döneminde köklü Belçika takımı Etixx-Quick Step tarafından reddedilmiş ve bisikleti bırakma eşiğine gelmişti. Lâkin İtalyan ekibi Liquigas, ondaki yeteneği görmüş ve yatırım yapmıştı. Şimdi sıra, tüm dünyanın bunu görmesindeydi.

Slovak bisikletçi, o Paris-Nice’te iki etap kazandı. Herkes, kapıyı çalan bu kısa saçlı, temiz suratlı çocuğun geleceğine dair hayaller kurmaya başlamıştı. Ve o yarışta yaşanan bir sahne, Sagan’ın dünyasına dair başka fikirler vermişti. Kazandığı bir etaptan sonra, Sagan takım otobüsüne atlamıştı. Yolda yanlarına organizasyon arabası yanaştı. Bernard Hinault, o arabanın içindeydi ve Liquigas sportif direktörü Mario Scirea, bisikletin yaşayan efsanelerinden Hinault’yu Sagan’a gösterdi. Slovak bisikletçi ilk bakışta tanımadı. Scirea, “Hinault” dediğinde de kafasında hiçbir ampul yanmadı. Sagan, Fransız efsaneyi tanımıyordu ve bunu da umursamıyordu.Yani Zlatan Ibrahimovic yalnız değil,  “Bernard Hinault kim?” sorusu da bu dudaklardan döküldü.

Bunu ukalalık olarak algılayabilirsiniz. Fakat gerçek öyle olmayabilir. İki tekerin tarihinde gördüğü en büyük saf yeteneklerden biri olan Sagan’ın entelektüel yönü, hiçbir zaman en göze çarpan tarafı olmadı. O; çocukluğundan beri yarışan, ilkgençliğinden itibaren parlayan, gençliğini de şimdilerde spor dünyasının zirvesinde geçiren bir isim. Bir yandan da ilginç bir fenomen. Bünyesine hem benzersiz zevzeklikleri hem de düşünceli davranışları sığdırabilen bir zıtlıklar abidesi. Peki, gerçek Peter Sagan kim? Ona daha yakından baktığımızda ne bulabiliriz?

Çocukluk

Daniel Friebe telefonun diğer ucunda. İngiliz yazar, son yıllarda çok değerli bisiklet kitapları kaleme aldı. Şu an kendisiyle konuşuyor olmamızın sebebi, hem yazdığı kitaplar hem de yakından tanıdığı, tanımaya çalıştığı Sagan. Friebe şöyle diyor: “O hepimize, ilk bisikletimizi aldığımız çocukluk günlerimizi hatırlatıyor. Küçük yaşlarda etrafta arkadaşlarınızla gezinir, bisikletinizle kaldırımlardan, rampalardan atlarsınız. O, bu tavrı profesyonel yarışlara uyguluyor.”

Haksız değil. Peter Sagan, son yıllarda medyanın ve seyircilerin en sevdiği isimlerden biri oldu. Bu hayranlıkta, yarış stilinin de payı var. Slovak yetenek, bisiklet dünyasının geneline hakim olan “Bekle ve gör” taktiğinden nefret ediyor; bulabildiği her fırsatta ve boşlukta atağını yapıyor. Kimsenin arkasına saklanmıyor, sürekli birilerini geçmeye, öne çıkmaya çalışıyor ve sonunda yarışı kaybetse bile o parkurdan mağlup ayrılmıyor. Belki de yarışlara yaklaşımındaki bu sır, çocukluğunda gizli olabilir.

1985’ten beri bisiklet üzerine kalem oynatan Slovak gazeteci Ludovic Lubanit’e dönüyoruz. Deneyimli isim, “Sagan’ın çocukluğu ilginç hikâyelerle dolu” diyor ve devam ediyor: “Babası, küçükken ona dağ bisikleti aldığında Peter’in yaptığı ilk şey garajın çatısına çıkmak ve oradan bisikletle aşağı atlamak olmuş.” Peter, bisiklete ağabeyi Juraj’ı örnek alarak başlamış. O yıllarda yarışlara tenis ayakkabıları ve normal tişörtlerle katılıyormuş. Yaş grubu için kritik öneme sahip Slovakya Kupası’na da -kendi bisikletini vakitsizce satması yüzünden- kız kardeşinin bisikletiyle katılmış ve yarışı kazanmış.

UCI Road World Championships - Day Eight

İlkgençlik

‘Düşen Noter’ ya da ‘İdeoloji Karmaşası Yaşayan Çocuk’ gibi, Peter Sagan’ın şöhretinde de YouTube’un payı var. Bir enerji firması için 2008’de çektiği video, şapkası ve spor kıyafetiyle bindiği bisikletiyle oradan oradan atlayan Sagan’ı bizlere tanıtıyor. Sallanan kamera, düşük görüntü kalitesi ve kapalı hava, bu kısa klibi ilgi çekici bir hâle getirmese de Slovak bisikletçiyi tanımak isteyenler için ilk adımı oluşturdu.

Arkasından hikâyeler geldi. Sagan’ın aslında dağ bisikletinde daha çok eğlendiği ancak yol bisikletinde daha fazla para ve şöhret imkânı olduğu için bu yolu seçtiği konuşuldu. Hatta kimi kaynaklarda motokros için yol bisikletini terk edeceği iddiaları ortaya atıldı. Ve bu çocuk, yirmili yaşlarının başında tarihine, geleneklerine ve taktiklerine çok da ilgi duymadığı bu sporun en büyük yarışlarından birinde, Paris-Nice’te parladı ve işler o günden itibaren -zaman zaman zorluklar yaşasa da- iyi yönde gitti.

Sadece yetenek olarak değil, eksantrik bir karakter olarak da Sagan’ın yolculuğu o yıllarda başladı. Bir başka Slovak gazeteci Lukas Timko, ondan şöyle bahsediyor: “O, kısa sürede bir yıldıza dönüştü, bu yüzden de hemen Monte Carlo’ya taşındı. Senede birkaç kez Slovakya’ya geliyor ve çeşitli etkinliklere katılıyor. Gittiği her yerde de komik ve saçma sapan bir şeyler yapıyor.” Daniel Friebe ise Sagan’ın ilk katıldığı Fransa Bisiklet Turu olan 2010’u hatırlıyor: “Baştan itibaren karakterini belli etmişti. İlk Le Tour yarışıydı ve etaplar öncesi takım otobüsünden çıktığında hayranı olan bazı kadınların vücuduna imza atıyordu. Yine de hâlâ bu konularda Mario Cipollini standartlarında olduğunu düşünmüyorum. Cipollini çok kendine has, gösterişli bir playboy’du. Bir flamboyant. Fransa Bisiklet Turu’na Jül Sezar kostümleriyle gelirdi. Sagan’ın daha yolu var.”

Dil engelini hissetmeye başladığı dönemler de 2010’dan sonrası… İlk sezonunda İngilizce bilmeyen, bu yüzden çok fazla konuşma imkânı bulamayan Slovak bisikletçi yavaş yavaş kendini bu alanda da geliştirdi. Bugün hâlâ çok iyi bir konuşmacı olduğunu söylemek zor ama en azından kendini ifade etmeye başladı. Sözü yeniden Friebe’e bırakalım: “Sagan ilginç bir hikâye ama bu ilginçlik söylediklerinden ileri gelmiyor. Gerçekten iyi bir konuşmacı değil. İtalyancası, İngilizcesine göre biraz daha iyi ama Sagan’a dair güzel öyküler anlatmak için hep başkaları ile konuşmak gerekiyor. Dürüst olmak gerekirse, yaptığı şeyler -genelde- söylediklerinden çok daha eğlenceli ve ilgi çekici.”

sagan 3

Gençlik

Elbette çocukluktan başlayan bu yükseliş döneminde her şey yolunda gitmedi. Asla taktik düşünmekten ve konuşmaktan hoşlanmayan, planlara uymaktansa içgüdülerine sadık kalan yetenekli Slovak, çok büyük hatalar da yaptı. Kazanabileceği bir sürü yarışta ikinci oldu, bilhassa yıllık 4 milyon Euro’ya transfer olduğu Tinkoff-Saxo’daki ilk döneminde parlayamadı. Hatta bir noktada, patronu Oleg Tinkov “İmkânım olsa onun maaşında kesintiye giderdim” açıklamasında bulundu. Sonra Sagan yeniden kazanmaya başladı ve Tinkov’un çenesini kapattı.

Slovak bisikletçi, yarış dışında da bazı büyük hatalar yaptı. İkinci bitirerek kariyerinin o anki en büyük başarısını elde ettiği 2013 Ronde van Vlaanderen sonrası yapılan seremoni sırasında podyumda görevli olan isimlerden Maja Leye’yi elle taciz etmesi, bugüne dek yaptığı en büyük, en utanç verici hataydı. Büyüme döneminde yaptığı her şey kahkahalarla karşılanan ve belki de buna güvenerek ne yapsa komik olacağına inanan Slovak bisikletçi, yaptığı bu terbiyesizlikten sonra büyük tepki gördü ve anında özür diledi. Bugünlerde tavırlarıyla, hâl ve hareketleriyle daha olgun bir Sagan görsek de bu skandal hâlâ akıllarımızın bir köşesinde duruyor.

Aradan geçen dönemde Sagan değişti. Üç sene önce tanıştığı ve yakın zamanda evlendiği Katarina Smolkova ile kurduğu birliktelik, 2015 Dünya Şampiyonası zaferinden sonra mikrofonlara sıcağı sıcağına mültecilerden ve dünyanın yaşadığı sorunlardan bahsetmesi, uzattığı saçlarıyla beraber daha da büyük gösteren yüzü, en azından bizlere bu değişim fikrini veriyor. Bununla birlikte Sagan, bisikleti de değiştiriyor. Bunun, nihayetinde sadece bir oyun olduğunu, belki de hepimizin yarışları, bisikletçileri, sonuçları fazla ciddiye aldığımızı kanıtlıyor. Epik, destansı, mitolojik kelimelerini bol keseden kullandığımız iki teker dünyasında komik, haşarı, zevzek gibi ifadelerin de yer alması gerektiğini gösteriyor.

Bu, Sagan personasının da düğümlendiği yer. Kırık İngilizcesi, şakacı tavırları ve özgür yarışma üslubu ile erken yaşta gönülleri kazanan Slovak yetenek, bugünlerde bir fenomene dönüştü. Onu ‘bisiklet dünyasının aradığı yıldız’ olarak konumlandıranlar var. Zira Sagan, geleneksel olarak yakın geçmişteki meslektaşlarından ayrılan bir isim. Alberto Contador gibi utangaç değil; ölü sezonu Grease dansı yaparak YouTube’da bir milyonun üzerinde tık alan bir klip çekmekle harcayabiliyor. Fabian Cancellara gibi kendi hâlinde bir karizma timsali değil; yarışlar sırasında pelotondaki öteki isimlerle muhabbet ediyor, şakalaşıyor. Chris Froome gibi mekanik değil; tepki veriyor, sürekli bir kaos ve heyecan yaratıyor, en kazanamayacağı yarışlarda bile atak yapmaktan vazgeçmiyor, inişlerde, tırmanışlarda, düzlüklerde mesafe tanımaksızın hızlanabiliyor.

Aynı gerekçeler ve medya ilgisi, Slovak bisikletçi mevzubahis olduğunda insanların yanılmasına da yol açıyor. Bunu hepimiz yapıyoruz. Belki yukarıda “Sagan bisikleti değiştiriyor” derken de bunu yaptık. Bugünlerde ne dese “O bir dahi” ya da “Aman tanrım, harika bir çocuk” nidalarıyla karşı karşıya kalıyor. Çoğu kişi, 26 yaşındaki ismin biraz daha iyi İngilizce konuşsa kendini çok daha iyi anlatabileceğini, söyleyecek çok fazla şeyi olduğunu düşünüyor. Fakat bu çok da doğru bir tahmin olmayabilir. Belki de Sagan, çok iyi yabancı dil konuşsa dahi kendine dair anlatacak büyük bir hikâyesi, dünyaya dair çok anlamlı fikirleri olmayan biridir. Belki de dışı çok parıltılı görünen, içinde değerli şeyler olduğuna kanaat getirdiğimiz bu kutu aslında boştur. Bu, gerçekten de sorun değil. Heyecan verici olan taraflarıyla, yani yarışçılığıyla yetinebiliriz.

Bisiklet tarihi, hep efsaneleriyle ve öyküleriyle birlikte büyüdü. İki teker üzerine kalem oynatan yazarlar bunların bazen şahidi oldu, bazen de yaratıcısı. Ve çoğu bisikletçi, asla sıradan bir yarışçı olarak görülmedi. “Dağları hızlı çıkıyorum çünkü acılarımın bir an önce sonlanmasını istiyorum” diyen Marco Pantani hep romantik şairlere benzetildi. Fausto Coppi ile Gino Bartali’nin rekabeti İkinci Dünya Savaşı sonrası İtalya’yı bölen ‘Katolikler ve diğerleri’ zıtlığı üzerinden anlatıldı. Jan Ullrich’in Berlin Duvarı’nın yıkılması sonrası yaşadığı çıkış ve düşüş, Shakespeare trajedileriyle eşdeğer görüldü. Danimarkalı Bjarne Riis’in sarı mayo ve bisiklet ile ilişkisini Danimarka felsefesinin nihilist kökenleri ile bir tutmaya çalışanlar oldu. Ve Lance Armstrong’un kanserden dönerek yedi kez Fransa Bisiklet Turu kazanması, mitolojik benzetmelerle anlatıldı.

Peter Sagan, bunlardan hiçbiri değil. Fakat belki de destansı, mitolojik, epik kelimeleriyle yan yana anılan bu isimlerin çoğunun doping skandallarıyla sarsıldığı, kimyasallarla dolu öykülerin gün geçtikçe daha çok ortaya çıktığı bir çağda, bütün o yıkılışlardan ve hayal kırıklıklarından sonra ihtiyacımız olan, tam da böyle bir adamdır. Ve muhtemelen, hakkında yazılan herhangi bir şey gibi, bu yazı ve benzerinde ortaya atılan fikirler de Sagan’ın hiç umurunda değil. O, tamamen anı yaşıyor ve ilk bisikletini alan bir çocukmuş gibi hayatını sürdürmeye devam ediyor. Bunu yaptığınızda, kimin ne söylediği çok da umurunuzda olmaz. Sadece çıkıp dolaşırsınız ve tek derdiniz, akşam yemeği saatini kaçırmamak olur.

*Bu yazı Socrates‘in Mayıs 2016 sayısında yayımlanmıştı. Eski sayılarımıza buradan ulaşabilirsiniz.

İlginizi çekebilecek diğer içerikler