Televizyon başında olanlar için fırtınalı bir perşembe günüydü. Turnuvanın yeni statüsü nedeniyle, gruptaki Çek Cumhuriyeti maçını kazanmak üst tura çıkmak için yeterli olmamıştı. Özlenen bir galibiyete sevinmek için biraz daha beklemek gerekecekti. Grup aşamalarının son gününde diğer maçları takip etmek zorundaydık.
Macaristan – Portekiz maçından pek umudumuz yoktu. Yenilmesini beklediğimiz Portekiz bir adım öndeydi. Fakat umudumuz olmayan maçta bile gelgitler yaşadık. 90 dakika boyunca altı gol atıldı, Macarlar üç kez öne geçti ama maç 3-3 sona erdi. ‘Fatih Terim şansı’ Macaristan’ın üç kez öne geçtiği maçta kendini gösteremedi. Neyse ki İtalya ve Belçika; bizi kurtarabilecek kalitede takımlardı.
Akşam saatlerini, aynı anda iki farklı gözle iki faklı maç izlerken geçirdik. Uzun süre boyunca iki maçta da gol olmayınca bir türlü rahatlayamadık. Diken üstünde geçen bir 85 dakikanın ardından önce Belçika attı, nefes aldık. Hemen ardından İrlanda attı nefes, heves, her şey kursakta kaldı.
Buraya kadarmış. “Başarısızlığın nedenleri tartışılır” demek isterdim ama büyük ihtimalle tartışılmayacak. Gündem bir kez daha milli takım odaklı toplumsal kamplaşmaya geçmeden, perşembe gününü iyi bir haber umuduyla geçirmemizi sorgulayalım. Çünkü, diğer gruplardan istediğimiz sonuçlar çıkmadı ama esasında diğer grupları da beklemeyebilirdik.
Türk futbolundaki son 20 yıl, Fatih Terim’in imzasıdır. Terim’i sevmek de sevmemek de mümkün. Ama son 20 yıldaki damgasını görmemek imkânsız. Sadece saha sonuçları da değildi değiştirdiği. Bir zihniyeti ortadan kaldırdı. Bunda kendi karakterinin ve mizacının da etkisi vardı. O her zaman kazanmayı düşündü. Belki kazanmayı önemli hâle getiren futbol ortamının oluşmasında da payı vardır. Belki de en büyük günahı buydu. Fakat saha içinde aşıladığı cesaret, onun hem başarılı olmasını hem de el üstünde tutulmasını sağladı. Çek maçından önce dediği gibi; dışarıya matah biri olarak gözükmeyebilirdi ama Türk futbolundaki matah şeylerin çoğunu o gerçekleştirmişti. Fakat matah şeyleri gerçekleştirirken başvurduğu düşünceler, akımlar bu sefer onunla beraber Fransa’da değildi.
Fatih Terim artık 60’lı yaşlarında. Yani birçok teknik adamın tarzını değiştirdiği dönemlerde. O, başarılar kazanmak zorunda biri değil artık. Zaten çoktan birçok şeyi kazandı. Artık kazandıklarını cebine koyup en iyilerle bir arada vakit geçirmek isteyecek. Artık başarılar kazanmak değil, kendisinin de dediği ‘oralarda olmak’ daha önemli. Ve oralarda tutunabilmek için artık ‘vazgeçmeden saldırmak’ düşüncesi, heyecanın kendisini ikinci plana atıyor.
Perşembe gününü haber beklemeden geçirmek için bir ihtimal daha vardı. O da Çek Cumhuriyeti’ni 4-0 yenmekti. 2-0 standart bir kazançtı. 2-1 veya 2-2’ye dönüş yıkıcı olurdu. Ancak bizim bildiğimiz Terim takımları böyle durumlarda ne olursa olsun, 3-0’ı, 4-0’ı zorlardı. Bu sefer olmadı. Zorlayamadık. Terim ve takımı ilk defa ‘bitti’ dedi. İlk defa maçı bitirmeye çalıştı. Terim ikinci santrforu sokmadı, futbolcular oyunun temposunu düşürdü. Maç içindeki sessiz ‘bitti’ çığlığını biz duyduk. Terim de maç sonunda yayıncı kuruluşun muhabirine durumu daha somut bir şekilde anlattı:
“Açıkçası 2-0’a çok konsantre olduk. Üçü dördü bulup turu garantileyebilirdik. Önceki maçlar ve kamuoyundaki genel baskı, onlara “Acaba kaybedebilir miyiz?” dedirtti. Yoksa hiçbirini beklemeden bu akşam en öne geçebilirdik.”
Tabii bu durumun teknik sebepleri var. Koşamayan, koşmakta zorlanan bir oyuncu grubuna sahibiz. Fatih Hoca, turnuva öncesine 115 kilometreyi hedeflemişti. Fakat kazandığımız tek maçta bile 105’te kaldık. Yendiğimiz rakip 112’yi yakalıyordu. Fiziksel olarak çok kötü bir turnuva geçirdik. Ve son maçın son anlarında o eski felsefenin mirasına sahip çıkmak zora girdi. 2-0’ı korumak, 4-0’ı kovalamanın önüne geçti. Büyük beklentilerle ülkeyi turnuvaya hazırladığı iddia edilen Terim, aslında bunun işaretlerini devamlı verdi. “Buraların seviyeleri” Terim’in haklı olduğu, takımının durumunu bilen biri için gerçekçi bir gerekçeydi.
Konuyu uzatmak gibi olacak ama tam bu noktada Terim’e gelen maaş eleştirisini hatırlatmak lazım. Konumuzla alakası yok ama bir bağlantı aracı olarak kullanabiliriz. Fatih Terim, turnuvanın en çok para kazanan teknik direktörlerinden biri olduğu için eleştirildi. Bunun için hazırlanan, diğer teknik direktörlerin maaşlarının da gösterildiği grafikler var. Fakat ıskalanan da bir gerçek mevcut. Terim sadece bir teknik direktör değil, bir futbol direktörü. Ülke futbolunun geleceğini planlayan kişi oydu. Yani aslında aldığı maaş, diğer meslektaşlarından farklı olarak yaptığı iki işin karşılığıydı. Ve belki de teknik direktör Fatih Terim’in bu turnuvada çok fazla ilerleyememesinin sebebi de futbol direktörü Fatih Terim’di.
Yabancı sayısındaki artışın Türk futboluna harekete getireceği düşünüldü ama o hareket kısa vadede 105 kilometreyi geçemedi! Belki de futbol direktörü kısmından daha faydalı hamleler gelseydi saha içindeki Terim’in daha çok kozu olacaktı. Belki Burak Yılmaz, Çin’e gitmeyecekti. Belki Cenk Tosun daha çok forma bulacaktı, belki Semih Kaya stoperdeki formasını kaptırmayacaktı. Tabii bunların hepsi birer ‘belki’den ibaret. Hepsi birer varsayım. Asıl rahatsız edici olan, bir kuşağı derinden etkileyen, kazanmak için algıları yıkan, pes etmeyen, bitti demeyen ve bu sayede rol modeli olan Fatih Terim’in 4-0’ı kovalamaktan vazgeçmesiydi. Turnuvada milli takım bazında yaşanan birçok gelişmeden en rahatsız edici olanı da buydu belki…