Geçip giden tüm bu yıllardan sonra, sirki unutmak kolay.
Bugün LeBron James, taraftarlar ve medyadan, nasılsa öyle muamele görüyor: Bir süper yıldız, kendi sporunda gelmiş geçmiş en iyi oyunculardan biri, (Amerika’da ve dünyanın büyük bir kısmında) herhangi bir futbolcu, müzisyen ya da sinema yıldızı kadar tanınan bir şöhret. Kamusal alanda yaptığı hemen her şey haber değeri taşıyor, yeni ve geleneksel medya tarafından belgeleniyor. Bir insan ne kadar revaçta olabilirse o kadar revaçta.
Ama bu, biz Amerikalıların kelimeyi kullanmaktan hoşlandığımız anlamda, akrobatlar ve egzotik hayvanlarla dolu, kelimenin gerçek anlamıyla bir sirk değil. Bir medya sirki; birtakım yeni ve beklenmedik olayların neden olduğu bir çılgınlık döngüsü. İyi bir medya sirki hepimizin hoşuna gider ve LeBron’da, 21. yüzyılda gördüğümüz böylesi bir sirke cuk oturan bir hikâye bulduk.
Bense sirk açılmadan hemen önce içeri girmiştim.
2001’de, New York merkezli aylık basketbol dergisi SLAM’de yazarlık ve editörlük yapıyordum. LeBron’un adı o kış spor dünyasındaki son ‘yeni olay’ olarak ofisimizde duyulmaya başlamıştı ama sosyal medya ve YouTube’dan önceki o günlerde, bundan emin olmanın hiçbir yolu yoktu. Ama o bahar, söylentiler göz ardı etmesi zor bir hal aldı: Henüz lise ikideydi ve Ohio Eyaleti’nin, belki de tüm ülkenin en iyi oyuncusu olduğu söyleniyordu. Onu kendi gözlerimizle görmemiz şarttı.
Hatırlamadığım nedenlerden ötürü, 16 yaşındaki bu sırık gibi çocukla buluşmak üzere New York’tan Akron’a hareket eden ben oldum. O bahar günü St. Vincent-St. Mary Lisesi’ne vardığımda, sıradan tuğla binanın önüne “HOŞGELDİN SLAM DERGİSİ” yazılı bir pankart asılmıştı. Aynı okul yöneticilerinin, bundan bir yıl sonra, sirkin en civcivli zamanında, kendilerini tüm medyayı kampüse girmekten men etmek zorunda hissedeceğini asla tahmin edemezdim.
O gün ortada, yakın gelecekte karşı karşıya kalacağımız bu sirkin hiçbir emaresi yoktu. Okulun yemekhanesinde LeBron, birkaç arkadaşı ve takım arkadaşıyla buluştum, okulun küçük spor salonundaki günlük antrenman koşusuna konuk olarak katıldım, sonra da LeBron ile annesi Gloria’yı, caddenin hemen aşağısındaki tuzlu bir eski usül et lokantasına akşam yemeğine götürdüm. LeBron menüde hamburger olmadığını görünce karides kokteyli sipariş etti. Mutfakta çalışan çocuklara birkaç imza verdi. Akıllı ve özgüvenli olduğu, kıvrak bir mizah anlayışı olduğu söylenebilirdi, onun dışında bekar annesiyle fakir bir ortamda yetişen ve ünlü olmanın ne anlama gelebileceğini henüz anlamaya başlayan 16 yaşında bir çocuktu işte.
SLAM’deki değerlendirme yazımın yayımlanması gecikmedi. LeBron ilk kez ulusal bir dergide görünüyordu. Sekiz ay sonra, Sports Illustrated kendisini kapak yaptı ve asıl sirk o zaman başladı. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
Bugün NBA’deki 13. sezonunun ortasında ve dediğim gibi, dünyanın büyük kısmında yeni tanındığı zamanları unutmak kolay. Ona ilk ilgi gösterenler, bir sonraki büyük oyuncunun kim olabileceğini hissetme konusunda iştahları daima kabarık NBA taraftarlarıydı -ki Kevin Garnett, Kobe Bryant ve Tracy McGrady çağında gerçekten büyük oyuncuların -muhtemelen- doğrudan liseden çıkacağını düşünmeye şartlanmışlardı. 2002 itibarıyla, yani okuldaki üçüncü yılında çıkan o Sports Illustrated kapağından sonra, ortada LeBron’un profesyonel olmak üzere koleji pas geçeceği konusunda kayda değer bir şüphe yoktu. Daha o zamandan Amerika’nın en iyi lise oyuncusuydu; birçok oyuncu avcısı, koç ve bilgili taraftar, onu hayatlarında gördükleri en iyi lise oyuncusu olarak nitelendiriyordu.
İşte böyle başladı. Ardından her türlü medya organının üfürüp körüklediği kusursuz fırtına geldi. ESPN onu sevdi. Tüm gazetelerin spor sayfalarında boy gösteriyordu, kısa sürede daha genel anlamda popüler kültüre geçiş yaptı. (Bir keresinde The New Yorker dergisinden bir fotoğraf editörü LeBron’a ulaşma konusunda onlara yardımcı olup olamayacağımızı sormak için SLAM ofisini aradı, LeBron’un efsanevi fotoğrafçı Richard Avedon’a poz vermesini istiyorlardı. Mesajı ilettik ama dergiyi bilmeyen Gloria James teklifi reddetti.) Sonra spor ayakkabı firmaları, fırsatçı menajerler ve meraklı ünlü hayranlar (Shaq, Allen Iverson, Jay-Z), televizyon için yapılan ve kendisini ABD’nin bir yakasından diğerine, New York’tan Los Angeles’a maçlara ve turnuvalara sürükleyen seyahatler ortaya çıktı. Aslında LeBron sadece basketbol oynuyordu ama bir yandan da oyuna uyum gösteriyordu. Başta buna bayıldılar -yani kendisi, ailesi, okul arkadaşları, okulu ve gerçekten tüm camia- seyahat etmeye ve gördükleri ilgiye ve artan şöhrete bayıldılar. Sonra, bunların nasıl kendilerine fazla gelmeye başladığını, LeBron ve en yakınındakilerin bu durumu nasıl idare etmeyi öğrendiklerini ve sonunda bundan nasıl yararlandıklarını gördük, yani her şey kontrolden çıkmadan önce.
Ama her şey gerçekten yolundan çıktı, kısa bir süre için. LeBron son sınıftayken adı bilinmeyen bir aracıdan aldığı kredi, Gloria James’in, oğluna bir Hummer satın almasına imkan sağlamıştı. Böyle devasa bir aracı kendi imkanlarıyla asla elde edemezdi. Bu hem saçma sapan hem de tamamıyla anlaşılabilir bir hareketti. LeBron o zaman bile çok değerliydi ama yeteneği sayesinde tek kuruş kazanmasına ‘izin verilmiyordu.’ Bir de Akron’daki evine yakın bir dükkanın sahibi tarafından LeBron’a verilen retro formalar vardı; Amerika’nın herhangi bir kasabasındaki herhangi bir yeni yükselen yıldızın sirkin bir parçası olmak isteyen birinden alabileceği türden bir avanta. Bu ülkede lise sporunun hem iyi niyetli hem de riyakar olan doğası, bu formaları kabul etmenin kural ihlali olduğunu söylüyordu ve bu, son yılında LeBron’un iki maç ceza almasına neden oldu. Okulu, işte o ara kapılarını medyaya kapatmıştı. Ama daha yazacak çok şey çıkacaktı, hem o zaman hem de gelecek yıllarda.
Sonra lise bitti. Bir süre her şey belirsizdi. Nike ile yaklaşık 100 milyon dolarlık bir ayakkabı sözleşmesi… Pek de memleketinin takımı sayılamayacak Cleveland Cavaliers’ın (Akron yaklaşık 65 kilometre güneyde) kendisini birinci sıradan seçtiği NBA Draft’ı… ‘Yılın Çaylağı’ unvanıyla taçlanan parlak bir ilk sezon ve istikrarlı bir gelişmeyle geçen yıllar… Kendisi için, en iyi çaylaktan basketbolun gördüğü en iyi oyunculardan birine doğru; takımı içinse geldiği zamanki vasat durumdan sadece dört yıl sonra, 2007’de Doğu Konferansı şampiyonluğuna doğru bir yol…
Ama bunu başarısızlıklar izledi, yani göreceli olarak. Cavaliers o yıl şampiyon olmadı, sonraki üç sezon NBA Finalleri’ne bile çıkamadı. LeBron’un bu sezonlardan ikisinde ‘En Değerli Oyuncu’ ödülünü alması, hem büyüklüğünü hem de yetersizliklerini gösterir gibiydi. Çünkü en önemli şey olan şampiyonluk kupasını başkaları kaldırıyordu. Sirk, 2010 yazında zirvedeydi –aslında dibe vurmuştu. Kontratı sona eren LeBron serbest kalmıştı, kariyerinin en güzel dönemindeydi ve Cleveland’da şampiyonluğa giden bir yol göremiyordu. O da takımından ayrıldı. Ama olabilecek en kötü biçimde. Ve bu terk ediş (ki tabii ki tamamıyla geçerli nedenlere dayanıyordu) affedilmez bulundu.
Miami’ye gitti, South Beach’te gününü gün etti ve Dwyane Wade, Chris Bosh ve Miami Heat ile dört sezonda iki NBA şampiyonluğu kazandı. Amerikan sporunun aynı anda hem en çok nefret edilen hem de en popüler adamıydı.
Sonra, 2014 yazında, eve geri döndü. Mirasını somut kılacak materyalleri; yani Heat ile kazandığı iki yüzüğü de yanında getirdi. Şampiyon olmak için ihtiyaç duyduğu dersleri aldığını uman Cleveland’lılar onu yeniden bağrına bastı ki geçen sezon zafere çok yaklaştılar. Daha sağlıklı kalabilen tamamlayıcı oyuncularla, gelecek Mayıs’te NBA Finalleri’ne geri dönmeleri de hayli muhtemel gözüküyor.
Sirk bitti. Hala şöhreti var; nasıl idare edeceğini ve kendi yararına işletmeyi çok önceleri öğrendiği sersemletici bir şöhret. Gezegenin en varlıklı sporcularından biri. Serveti, çoğu kariyerini yönetmesine yardımcı olan lise arkadaşlarının idame ettirdiği akıllı girişimlerle çeşitli alanlara yayıldı ve büyüdü (LeBron hala gördüğüm en vefalı insanlardan biri). Bir eli, oyuncu ve prodüktör olarak Hollywood’a kadar uzanıyor. Memleketini kalkındırmak için aktif olarak çalışıyor, okulda kaldıkları sürece, çoğu fakir yüzlerce Akron’lu çocuğu ücretsiz olarak koleje göndermeyi vadeden bir vakfa öncülük ediyor. Bir Muhammed Ali değil ama günümüz standartlarında, ırksal ve sosyal adaletsizlik konularında kendi neslinin politik açıdan en sözünü esirgemez sporcuları arasında. Birçok açıdan, kelimelerle ifade edilemeyecek biri.
Buna karşın, karakterinin azımsanmayacak bir kısmı, şöhret öncesi dönemden beri bozulmamış durumda. Sirkin değiştirdiği ama yıkamadığı bir kısım bu. O dönemden beri yollarımız, bire bir röportajlar ya da antrenman önü veya maç sonu medya curcunalarında onlarca kez kesişti. Sonuncusu 2014 sonbaharında, 200 civarında medya mensubunun her kelimesine yapıştığı, Cavaliers’ın sezon öncesi medya günündeydi.
O gün SLAM’in LeBron’la yapacağı bir fotoğraf çekimi vardı ve bunun kısa süreceğini biliyorduk. Derginin bir sonraki kapak konusu için haber yapmak üzere oradaydım, Cleveland’a muzaffer geri dönüşüne yeni bir bakış açısı bulmaya çalışıyordum. Röportaj için vakit verilmemişti; çünkü o gün hiç kimse bire bir röportaj için LeBron ile baş başa kalamıyordu. Dedim ya, çılgınlığı nasıl idare edeceğini yıllar önce öğrenmişti.
Ama onunla birlikte bir an yakaladım. Fotoğrafçımızın bulunduğu yere yürürken beni gördü, gülümsedi ve beni kucakladı. LeBron James benim arkadaşım değil ama sirkten önce tanıdığı biri olarak beni tanıdı. Bu, onun için önemli. Çünkü LeBron hâlâ o sırık gibi, kalbinde Akron’u taşıyan ve sadakatinden ödün vermeyen çocuk.
*Bu yazı, Socrates’in Aralık 2015 sayısında yayımlandı. Derginin tüm sayılarını temin edebileceğiniz satış bağlantıları için tıklayın!