Avrupa Şampiyonası, 1960 yılında başlamasına rağmen dört takımlı ‘mini turnuva’ düzeni nedeniyle pek de iz bırakan umulmadık çıkışlara sahne olmadı. 1980’e kadar devam eden formatta belki de en akıllarda kalan sürpriz katkı, Almanya’dan geldi.
Federal Almanya, 1974’te milli takımı bırakan Gerd Müller’den sonra yeni bir golcü arayışına girdi. 1976’daki Avrupa Şampiyonası için Yugoslavya’ya ayak bastılarında, gerçek manada yıldız bir santrforları yoktu. Bunun sıkıntısını ev sahibi ile oynadıkları yarı final maçında hissetmeye başladılar. Yugoslavya, 2-0 öne geçmişti ve Helmut Schön’ün takımı, etkisiz hücumlarla gol hayali kuruyordu. İkinci yarıda farkı bire indirseler de, bu durum devam etti. Ta ki 82. dakikaya kadar…
Helmut Schön ve yardımcısı Jupp Derwall çaresizce ne yapabileceklerini konuşurken, Derwall’in ağzından kısık sesle bir soru çıktı:
–Dieter Müller’i niye aldık ki biz?
Schön, bu soruyu cevaplamaya tenezzül bile etmeden Köln’ün 22 yaşındaki golcüsüne ısınması için talimat verdi. Müller, 82’de oyuna girdi, önce beraberliği getirdi, sonra da iki gol daha atarak 4-2’lik galibiyetle Federal Almanya’yı finale taşıdı. Finalde Çekoslovakya’ya mağlup olsalar da, bir gol daha atarak turnuvanın kralı olmayı başaracaktı… Fakat kariyerinin ilerleyen yılları, ‘harbi’ Müller gibi olmadı. Dieter Müller, kariyerini sonlandırdığında sadece 12 kez A milli takım formasını giymişti…
Devir Değişiyor
Statünün değiştiği 1980’den itibaren daha çok maç oynanmaya başladı ve performanslar daha belirginleşti. İlk sekiz takımlı turnuva Euro ’80 pek de güzel futbolla anımsanmasa da Alman Schuster ve Belçikalı Ceulemans gibi büyük vitrine yeni yeni çıkan yıldızların olumlu futbolu, hafızalarda yer etmişti. Fakat her iki orta saha elemanı da zaten potansiyelli yeteneklerdi ve bu parıltılar onlardan bekleniyordu. Futbolseverler, gerçek manadaki sürprizi, 1984’te Fransa’da yapılan şampiyonada izleyecekti…
Jean-François Domergue, Fransa’nın Avrupa Şampiyonası kadrosuna dâhil edildiğinde, ligi beşinci tamamlayan Toulouse’da top koşturuyordu. Danimarka karşısındaki ilk maçta, 60. dakikada stoper Le Roux’nun yerine oyuna girdiğinde bu sıradan bir değişiklik olarak gözüküyordu. Neticede antrenör Michel Hidalgo’nun planlarında, Domergue’nin yeri kulübeydi. Ama 87. dakikada Amoros’un Jesper Olsen’e kafa atmasıyla senaryo baştan yazılmaya başladı. Defansın her bölgesinde oynayabilen Domergue, kırmızı kart gören Amoros’un mevkiine, sol beke yerleşti ve şampiyonluğun geldiği İspanya maçı da dâhil olmak üzere formayı bırakmadı. Hatta turnuvanın en keyifli maçlarından Fransa-Portekiz arasındaki yarı final mücadelesinde biri frikikten olmak üzere iki gol attı ve final yürüyüşündeki önemli katkılardan birini verdi. Bu maçı onun adına daha da anlamış kılan iki şey vardı; Fransız savunmacının dokuz maçlık milli kariyerinde gol atabildiği tek maçtı ve Domergue’nin doğum günü 23 Haziran’da oynanmıştı.
Atan-Attırmayan
Euro ’96 denince belki de akıllara gelen ilk şey altın gol. Fakat ilk kez 16 takımla oynanmaya başlanan turnuvada, haksızlık edilmemesi gereken birçok an, birçok topçu var. Bunlardan biri de Almanya’nın orta sahasında önemli işlere imza atan Dieter Eilts. 29 yaşındaki Werder Bremen’li oyuncu, şampiyona boyunca Sammer ve Helmer ikilisinin önünde, Alman savunmasını kuvvetlendiren unsurlardan biri oldu ve final maçı dışındaki bütün karşılaşmalarda 90 dakika sahada kalmayı başardı. Almanya, yaşlı kadrosuyla kupaya ulaşırken, Eilts de şampiyona sonunda seçilen turnuvanın takımında kendine yer bulmuştu.
Almanya’nın finaldeki rakibi Çek Cumhuriyeti ise finale çıkarak yeterince hesapları bozmuştu. Uzun saçlı sağ kanat oyuncusu Karel Poborsky ise Çek takımında dikkatleri en çok çeken isimlerdendi. Özellikle Portekiz’e çeyrek finalde attığı aşırtma golü, birçok kişinin Euro 96 hatıralarında ilk sırayı aldı. Poborsky, turnuvadaki yükselişiyle Manchester United’a, David Beckham’ın alternatifi olarak imzayı attı. Kariyeri’nin zirvesi de bir bakıma o imza oldu… Ne Ferguson’un gözüne girebildi ne de Benfica ve Lazio maceralarında kalıcı oldu…
Korkma Ben Varım!
Gianluigi Buffon, Euro 2000 öncesinde sakatlandığında İtalya taraftarı, kâbus beklentisine girmişti bile. Golcü Vieri’nin de sakatlığı nedeniyle o yazı boş geçmesi dramın dozunu arttırıyordu. İtalya, son yıllardaki en gösterişsiz kadrosuyla Belçika ve Hollanda’daki organizasyona katılacaktı ve en çok güvendikleri bölge olan savunmadaki en büyük isimlerden Gianluigi Buffon ile tek gol umudu Cristian Vieri yoktu.
Fiorentina kalecisi Francesco Toldo, bu umutsuz bekleyişte eldivenleri eline geçirdi ve İtalya’nın gerçek manada ‘1 numarası’ oldu. Fiore, Totti ve Inzaghi gol yollarında çalışırken, Toldo da Buffon’u pek de aratmayan kurtarışlar yaptı. Özellikle Hollanda maçında kurtardığı penaltılarla şampiyona tarihine geçti. Fiore ile Nuno Gomez gibi sürpriz isimlerin oynadığı verimli futbol, Toldo’nun gölgesinde kaybolmuştu.. Fakat kalecilerin makûs talihi yine sahneye çıkacak, Fransa finalinde Wiltord’dan yediği, maçı uzatmalara götüren golün yorumu şu şekilde yapılacaktı: “Buffon bu golü yemezdi!”
Yunan Baggio
2004’teki Avrupa Şampiyonası, Yunanistan’ın şampiyonluğuyla başlı başına umulmadık şeylerin yaşandığı bir turnuvaydı. Maç boyunca disiplinden kopmayan Yunanistan’da aslan payı, anrenör Otto Rehhagel’e verildi. Fakat Alman hocanın saha içi lideri Theodoros Zagorakis de ‘kaptanlık nasıl yapılır’ dersini sundu futbolseverlere. 33 yaşındaki kaptanın takdire şayan futbolunun karşılığı, sadece kupa olmadı. Turnuvanın en değerli oyuncusu seçildi ve kupa sonrası Serie A’ya doğru yolculuğa çıktı…
Bologna ile iki yıllık kontrat imzaladığında, kulübün sahibi Giuseppe Gazzoni, bu transferden dolayı gururluydu: “Zagorakis, bizim Yunan Baggio’muz olacak. 2006 Dünya Kupası’na kadar bize hizmet edecek ve tıpkı Baggio’nun 1998’de Bologna’da oynarken yaptığı gibi, milli takıma gidecek” dese de olmadı! Bologna o sene Serie B’ye düştü ve Zagorakis de takımdan ayrıldı. Zaten Yunanistan da 2006 Dünya Kupası’na katılamayacaktı…