Son yılların en çok tartışılan konularından biridir; yeni ve modern stadyumlar mı yoksa eski ama ruhu olanlar mı? Türkiye, bu konunun en çok konuşulduğu merkezlerden biri. Son dönemde ülkenin dört bir yanında stadyum çılgınlığı yaşanıyor. Hatta artık bu konu tartışılmıyor bile; ‘yeniciler’ çoktan üstünlük kurdu. ‘Eskiciler’ ise sadece romantik söylemlere sıkıştı. Artık onlar da herkes gibi yeni stadyumlarda maç izlemek zorundalar.
Fakat bu tartışmaların en yüksek sesle yapıldığı dönemlerde yenicilerin bir savı vardı. Bu iş Avrupa’da da böyle yürüyordu ve bunun başını da İngiltere çekiyordu. Oradaki tribünler, stadyumlar, taraftarlar, bilet fiyatları örnek alınmalıydı. Futbolun beşiği bu işi yapıyorsa, herkes yapmalıydı. Onlara göre futbolun evrimi ‘İngiltere modeli’ sayesinde gerçekleşecekti.
Fakat aslında durum pek öyle değil. İngiltere endüstriyel futbolun birçok kalemini muhteşem bir şekilde kullandı, üretti ve pazarladı. Liginin yayınını yüksek fiyatlara sattı, takımlarını Uzakdoğu turnenlerine yolladı, taraftarlarına formalar aldırdı. Fakat stadyum yenileme işi bunlardan biraz daha sonrasına denk geldi. Şu anda bile Premier Lig’de Arsenal ve Manchester City dışında modern bir stadyumda oynayan kulüp yok denebilir. Diğerlerinin de gayet iyi, görenleri etkileyen güçlü stadyumları var ama hepsi eski! Anfield (1884), Old Trafford (1910), White Hart Lane (1899), Goodison (1892), Stamford Bridge (1877) Premier Lig’e ev sahipliği yapan stadyumlardan bazıları. Dönem dönem yenilendiler ama ruhlarını da korudular. Öte yandan yeni projeler de konuşuluyor. West Ham United stadına veda etti; Liverpool ve Chelsea’nin gündeminde de bu mesele var.
Highbury de eski tarzın temsilciydi, sonra yerini Emirates’e bıraktı. Fakat bu süreç hem Arsenal hem de Arsene Wenger için sancılı oldu. İngiltere’de stadyumlar devlet yardımıyla yapılmıyor. Haliyle kulüpler o süreçte kemer sıkma politikası uyguluyor. Arsene Wenger bu sancıyı en güçlü şekilde yaşayanlardandı. Emirates’in yapımına 2004 yılında başlandı, stat 2006’da bitti. İlginçtir (belki de değildir) Arsenal, son şampiyonluğunu 2004 yılında yaşadı. Highbury sakinleri Wenger’in gelişinden sonra üçüncü defa şampiyonluk kutlamıştı. Güzel günler devam ediyordu, daha güzelleri çok yakındaydı. Güçlü Arsenal’e yeni stadyum yapılıyordu.
İşte tam da o günlerde Wenger, bugün üzerine yapışan sıfatları üzerine almaya başladı. Mesela Mourinho, ona “Çocuk bakıcısı” demişti. Çünkü Arsene fazla transfer yapamıyordu, yaptıklarının çoğu da genç isimlerdi. Takımda parlayanlar yüksek bedelle satılıyordu. Kısacası kadro kalitesi zayıflıyor ve bunun için bir çözüm üretilmiyordu. Böyle böyle ilerleyen bir süreçti.
2006’da yeni stada geçilse bile takımın kimliği değişmedi. Ekonomi bir anda değişen bir durum değil. Fakat tribüne gelenler bir anda değişebilir. Highbury’deki son sezondan bu yana Arsenal taraftarının ödediği bilet fiyatları üç kat kadar yükseldi. Şu anda da Premier Lig’in en pahalı kombineleri Arsenal taraftaları için satışta. Hâliyle cebinden fazla para çıkartan insanlar da sabır ve sadakat duygusunu kenara bırakmaya başladı. Bu sezon da bardak taştı. Arsene Wenger, en sert eleştirileri bu sezon aldı. Leicester mucizesi gerçekleşmeseydi ligi şampiyon olarak bitirecekti ama yüksek bedelle maç izleyen insanlara ‘-se -sa’ eklerini kullanarak açıklama yapamazsınız.
Wenger Nisan ayının sonunda yaptığı açıklamada, şampiyonluğu düşük seviyedeki takımlarla Londra’da oynadıkları maçlarda kaybettikleri puanlar yüzünden kaçırdıklarını söyledi. Şöyle ekliyordu: “Kendi sahamızda zor şartlar altında oynuyoruz!”
Aslında son sekiz sıradaki takımlara iç sahada sadece iki puan bırakmıştı. Chelsea, Liverpool ve West Ham United ise Emirates’ten puanla dönen takımlardı. Wenger ‘zayıf takımlar’dan bahsederken yanlış bilgi vermiş olabilir ama şu nokta önemli; diğer dört takım karşısında taraftar desteğine ihtiyaç duyabilirdi. West Ham ve Liverpool maçları sezonun ilk iç saha karşılaşmaları olsa da, dengede giden maçlarda ufak bir sinerji yayan tribün maçı kopartmaya yardımcı olabilirdi.
Wenger’in bu açıklamalarından birkaç gün sonra Emirates’te büyük bir protesto hazırlandı. Wenger, Norwich maçında eleştirilerin odağında kalmıştı. Aslında bunu sadece yeni-eski stadyum ayrımından dolayı değerlendirmek haksızlık olur. Sonuçta şampiyon olunamayan 12 yıl, her büyük takım taraftarı için kabul edilebilecek bir süre değil.
Fakat daha kısa bir şekilde irdelersek işin ironik boyutu gözüküyor. Birileri stadyum geliri istiyor. Bunun için yeni stadyum yapıyor. Yeni stadyum yapılırken borçlanıyor ve bütçe kısılıyor. Antrenör bu durumu kabullenerek çalışmaya devam ediyor. Fakat başarı gelmiyor. Yeni stadyumun bilet fiyatları artıyor ki, zaten stadyum inşa edilirken hedeflenen de buydu. Taraftar cebinden para vermesine rağmen şampiyonluk görmüyor. Ve en sonunda antrenörü suçluyor. Bu denklemdeki en masum o diyemeyiz ama şartlardan şikayet etmeyenlerden biri de antrenördü.
Akla ister istemez son dönemde Türkiye’de de çok popüler olan Reading Zindanı geliyor. “Herkes öldürür sevdiğini” diyordu Oscar Wilde. Bu hikâyede de Wenger sevdiği, uğruna fedakarlık yaptığı ve çok sevildiği ahali tarafından öldürülmek üzere.
Futbol değişiyor ve artık eskiye yer yok. Wenger de zaten 66 yaşında!