*Miguel Delaney’nin analizinin orijinaline ESPN FC’den ulaşabilirsiniz.
Diego Simeone, her zamanki gibi tonu belirleyen taraf oldu. Milano’nun ev sahipliği yapacağı Şampiyonlar Ligi finalinin adı ‘Atletico Madrid-Real Madrid’ olarak konduğunda, doğal olarak, 2014’te 4-1’lik Real lehine skorla biten finalin bu seneyi nasıl etkileyeceği sorusu Diego Simeone’ye yöneltildi.
“Bu bir intikam maçı değil” diyordu Simeone. “Bu, yeni bir fırsat.”
Arjantinli teknik adam bu açıklamasıyla, muhtemelen maçı oyuncularının zihninde yeniden konumlandırmak istiyordu. Final maçında yapmayı planladıkları işleri bir kenara koyup kendilerine zarar verecek şekilde Real’in oyununa takılmalarını tercih etmezdi. Ancak ifadelerinde sadece psikolojik yönetim amacı da gütmüyordu. Simeone’nin söyledikleri bir yandan doğruydu. Atletico kadrosunun büyük bir bölümü için bu final, yeni bir de fırsattı. 2014 Lizbon’daki finale giden 18 kişilik kadrodan yalnızca altı kişi takımda kalmıştı. İki yıllık süre için dikkat çeken bir değişim söz konusuydu.
Bu değişim, yalnızca Simeone’nin Atletico’yu bir kez daha finale taşıyarak modern oyunun ekonomik normlarına meydan okuduğunu göstermiyor. Aynı zamanda söz konusu ekonomik normların yarattığı en hırpalayıcı sonuçlara da meydan okuduğu gerçeğini karşımıza koyuyor.
Atletico’nun birçok yıldız oyuncusunun satışına rağmen performans seviyesini koruması gerçekten hayret verici bir durum. En etkili oyuncularını satmak, Atletico benzeri takımlara hep pahalıya patladı ve son on yıllık sürede iyice depresif bir hâl aldı. Ne zaman en üst seviyedeki birkaç ‘süper-kulüp’ dışında bir takım kayda değer iş yapsa, en iyi oyuncuları transfer edildi.
Tüm bu hareketlilik, şu sıralar futbol tarihinde daha önce olmadığı kadar hızlı şekilde yaşanıyor. En açık örnek, 2013 Şampiyonlar Ligi Finali’nde de yer alan Borussia Dortmund. Takım, Nuri Şahin’in 2011’de Real Madrid’e gidişinden itibaren istisnasız her yaz bir ya da birkaç yıldız oyuncusunu sattı. Ta ki, Jürgen Klopp da takım için yetersiz kalana dek… Klopp, Mario Götze ve Robert Lewandowski’nin gemiyi terk edişi sonrası olası her şeyi denedikten sonra 2015 yılında Dortmund’dan ayrıldı.
Bu durumda ana sorun şu ki, bu takımlar her bir oyuncusunu sattığında, ekibin tüm anlayışını kavramış bir bireyini kaybediyor ve yapılan yeni takviyenin entegrasyonu tamamlanana dek beklemek zorunda kalıyorlar. Hâliyle takımın akıcılığı kırılıyor ve elbette yeni parçanın tam olarak oturacağının garantisi yok. Tüm transferlerin başarılı olması zaten istatistiksel olarak da imkansız.
Yani, ayrılan her oyuncu takımın yaşadığı erozyon sürecini hızlandırıyor. Ki bu süreci yakından hatırlayacak birçok eski Şampiyonlar Ligi finalisti var: Stade Reims(1956), Partizan(1967), Nottingham Forest(1979-80), Steaua Bükreş(1986), PSV Eindhoven(1988), Ajax(1995), Borussia Dortmund(1997) ve Porto(2004). Tüm bu takımlar, kuvvetli akıntıya karşı mücadelelerinde başarılı olamadı.
Ancak Atletico, bir şekilde akıntı karşısında su üzerinde kalmanın da fazlasını yapıyor. 2014 Şampiyonlar Ligi’nde finale çıkan takım, iki yıl içerisinde o finalde sakat olan Arda Turan’ın da olduğu kalabalık bir oyuncu grubunu kaybetti. Thibaut Courtois, Diego Costa, Miranda ve David Villa, takımdan ayrılan oyuncuların en dikkat çekenleri. Yani bu takımın iki sene sonra tekrar finale gelmesi mümkün olmamalıydı. Ancak Diego Simeone bunu başardı.
Başarıyı getiren şifre, kadronun çekirdek kalitesi ve savunma rekorlarını daha da ileri taşıyan prensipler: Yüksek seviyeli motivasyona ek olarak, olabilecek en yoğun raddede organizasyon.
Simeone, sertlik ve elastikiyet özelliklerini taşıyan bir sistem yarattığı için, takım emirlerine uyduğu sürece kimin hangi pozisyonda oynadığı pek fazla fark etmiyor. Bu, Mario Suarez, Matias Kranevitter, Augusto Fernandez ve Jesus Gamez gibi muhteşem olmayan ama istikrar tutturan isimlerle aynı oyunun nasıl oynandığını da açıklıyor. Çünkü tüm bu oyunculara aynı talimatlar veriliyor ve takımdaki durum oldukça açık: Talimatları uygula ya da formanı kaybet.
Eski Atletico’lu Toby Alderweireld yakın zamanda Belçika gazetesi HLN’e verdiği bir röportajda “Atletico’da çok fazla şey öğrendim” diyor ve devam ediyor:
“Simeone ufacık bir detaya dahi odaklanmayı sever. Oyuncuları için her şey mükemmel olarak hazırlanmıştır. Antrenmanlarda tüm olasılıklar gözden geçirilir. İdmanlar birer tatbikattır. Savunma, hücuma karşı… Sol bek öne çıkarsa ne olur? Ya da aynısını sağ bek yaparsa? Uzun bir top gelirse neler olacak? Bunların hepsi incelenir…”
“O derslerden aklımda kalan bir tane var: Yüksek topta asla yere doğru kafa vurma, hep yukarıya vur. Bu, takım arkadaşlarına topun çevresine gitmek için daha fazla zaman kazandırır.”
Elbette Atletico topun çevresine gitmekte oldukça başarılı ama fazlası da var. 2014 finalinden sonra değişen oyuncular, selefleriyle aynı sistemde oynamıyor. Simenone 2013-14’teki sisteme bazı nüanslar ekledi.
Genç hocanın Estudiantes’ten öğrencisi Agustin Alayes de ESPN FC’ye bunu doğrular nitelikte konuşuyor. “O hiçbir sisteme bağlı değildir. Kazanmaya bağlıdır ve bu yolda en işe yarayan şeyi yapar.”
Öte yandan Simeone’nin takımını oyunun gerçeklerine meydan okuyarak daha iyi hâle getirdiğine yönelik bir argüman da var. Atletico artık hücumda daha fazla varyasyona sahip ve Antoine Griezmann’ın ayarladığı temponun da etkisiyle hücumda daha dinamikler.
Fransız forvetin Diego Godin ve Koke gibi isimlerle birlikte takımın vazgeçilmez oyuncularından olduğunu savunabilirsiniz. Ancak Simeone bunun aksini farklı oyuncularla ve başka zamanlarda defalarca kanıtladı. Tıpkı oyunda birçok şeye meydan okuduğu gibi.
Sadece Atletico’nun Godin’in yokluğuna rağmen gol yemeden tamamladığı Bayern Münih yarı finali bile bize onun hakkında çok şey anlatıyor. Ton, bir kez daha Diego Simeone tarafından belirlendi bile.