Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

FutbolToprak SahaSabancı’dan Terim’e

Adanaspor, tarihinde ilk kez birinci lige yükseldiğinde takvimler 1971’i gösteriyordu. O takımın antrenörü Bülent Eken anlatıyor.
Bülent Eken9 sene önce

Hazırlayan: İlhan Özgen

28 Haziran 1970’te Ankara 19 Mayıs Stadı’na çıktığımızda, antrenörlüğünü yaptığım Türkiye Kupası şampiyonu Göztepe ile lig şampiyonu Fenerbahçe, Cumhurbaşkanlığı Kupası için karşı karşıya geliyordu. Datcu, Can Bartu, Nedim Doğan gibi topçulara sahip güçlü Fenerbahçe karşısında muhteşem bir oyuna imza attık ve 1-0 geriye düşmemize rağmen maçı 3-1 kazanarak Cumhurbaşkanlığı Kupası’nı almayı başardık. Büyük başarının yaşandığı günün gecesinde ise ilginç olaylar beni bekliyordu…

Göztepeli futbolcular ve yöneticilerle birlikte o gece şampiyonluğu kutlamak için yemeğe çıktık. Tabii ki her kutlamada olduğu gibi yine rakının dozunu hafiften kaçırmış vaziyette otele döndüğümde, tek amacım kafayı vurup yatmaktı. Fakat otele adımımı dahi atamadım. Hiç tanımadığım üç adam, beni tuttukları gibi bir arabaya attılar ve yola koyulduk. Önce soyulduğumu zannettim. Çok sarhoştum ve zar zor bunu niye yaptıklarını sorduğumda aldığım cevap beni şaşırtmıştı: “Bülent Bey, sizi Adanaspor ile görüşmeye götürüyoruz!”

Adana’ya vardığımızda, beni otele bıraktılar ve dinlenmemi söylediler. Ayılıp, kendime geldiğimde ise yöneticilerin benimle görüşmek için beklediklerini öğrendim. Toplantı yaptıkları odaya girdiğimde, sanki beni kaçıran adamlar gitmiş, bambaşka insanlar gelmişti. Herkes bana karşı son derece kibar davranıyordu. Kulübün başkanı Erdoğan Özlüşen sözü aldı ve yeni sezonda Adanaspor antrenörü olmamı istediklerini belirtti. Göztepe’de başarılı bir sezon geçirmemize rağmen, takımın idaresini birlikte yürüttüğümüz Adnan Süvari’nin ön plana çıkarılması beni rahatsız etmişti. Ayrıca sözleşme yenilemek için sunduğum teklif de reddedilince Göztepe’ye kendimce bir ders vermek istiyordum. Adanaspor, kendimi kanıtlamam için çok uygun bir yerdi. Adana, ülkenin en büyük şehirlerindendi ve kulübe destek verebilecek birçok zengin iş adamı vardı. Buna rağmen 1. Lig’de oynayan takımı yoktu. Potansiyeli olan bir şehrin takımını bir üst lige çıkardığım takdirde büyük bir sükse yapacağımı düşündüm. Fakat sözleşme imzalamadan önce kabul ettirmem gereken şartlarım vardı pek tabii…

Öncelikle yıllık olarak 1.Lig’de dahi antrenörlerin kazanamayacağı bir meblağ istedim: 100 bin lira. Sonra da 25 bin aylık, şampiyon olmamız halinde şampiyonluk primi, futbolcuların aldığı galibiyet primin iki katı ve güzel bir ev… Standartlarım bunlardı. Tabii ki 2. Lig’de bir kulübün pek de karşılayamayacağı ücretlerdi bunlar. Odada bulunan bir yönetici, hemen telefona sarıldı. Görüşmesi bittikten sonra bana dönerek, “Bülent Bey, biraz bekleyin lütfen” dedi. Çaylar söylendi, bir süre sonra kapı çaldı ve içeriye Sakıp Sabancı girdi. Sabancı, şampiyonluk primi dışındaki bütün ödemelerin kendisi tarafından muhakkak ödeneceğini belirtti. Önümde hiçbir engel kalmamıştı; Adanaspor mesaim başlıyordu…

Takımımda önemli isimler vardı. Benden bir sene önce takıma gelen Yugoslav kaleci Velkovic’in tavsiyesiyle alınan Dorde Milic muhteşem bir futbolcuydu. Onun yanında Reşit Kaynak ve Ali Osman Renklibay gibi ilerleyen yıllarda 1.Lig’de önemli işler yapacak genç futbolcular ve Orhan Yüksel gibi kendini kanıtlamış bir golcüm vardı. Ben de İzmirspor’dan tanıdığım Selahattin Kara başta olmak üzere beş oyuncuyu daha takıma kazandırdım ve şampiyonluk için hazır hale geldik. Lige gayet iyi başladık ve kısa sürede zirveye kurulduk fakat sezonun ortalarına doğru geldiğimizde antrenörlük hayatımın en büyük sınavlarından bazılarını vermeye başlayacaktım…

Sakaryaspor ile deplasmanda oynadığımız maçın devre arasıydı. Hakem Necdet Arığ, yanıma geldi ve şunları söyledi: “Bülent, kalecin maçı satıyor!” Beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Buna rağmen sakinliğimi korumak zorundaydım. Skor 1-1’di ve soyunma odasında Velkovic’e karşı takınacağım sert tutum, başta memleketlisi Milic olmak üzere takımı etkileyebilirdi. Hiçbir değişiklik yapmadan ikinci yarıya başladık. Maçı 3-1 kaybettik. Velickovic, inanılmaz hatalı iki gol yemiş ve Necdet Arığ’nın iddialarını bu performansıyla doğrulamıştı. Antrenörlüğün %70’i bu gibi kaos anlarını kontrol edebilmektir. Velkovic’i takımdan kesmeliydim ama bu şike hadisesini kimsenin duymasına müsaade edemezdim. Hele de en yakın arkadaşı Milic’in duyması sonumuz olurdu. Nitekim Milic, muhteşem yeteneğiyle 2.Lig’de fark yaratıyordu ve performansının düşmesi, bizi şampiyonluktan edebilirdi. Yugoslav kalecinin antrenman performansını bahane ederek yedek kaleciler Yalçın ve Cavit’i ilk 11’de kullanmaya başladım.

Bir diğer dönüm noktası da ligin bitimine altı hafta kala Trabzon deplasmanında yaşandı. Zirvedeydik ama İzmirspor ile Orduspor da hemen arkamızda kıyasıya bir takip sürdürüyordu. Trabzon deplasmanına hazırlanırken, telefon çaldı. Arayan, Trabzon’da yaşayan eski bir Galatasaraylı dostumdu. Bana söyledikleri, Velkovic hadisesinden de şaşırtıcıydı. “Bülent, Trabzonspor kötü gidiyor. Burada galip geldiğin takdirde olaylar çıkabilir. Dikkatli ol!” Telefonu kapadım ve düşünmeye başladım. Oraya yenilmeye gidemezdim ama kazandığımız takdirde çıkacak olaylar, yıldız futbolcum Milic’i etkileyebilirdi. Onu, Trabzon’a götürmeme kararı aldım. Milic, takımın yüzde ellisiydi ve yokluğunda 2-0 mağlup olduk. İki puan kaybetsek de Milic’i kaybetmemiştik. Kalan beş maçımızda gol yemedik ve dört galibiyetle Kırmızı Grup birincisi olarak 1. Lig’e yükseldik. Dorde Milic, bu beş maçta tam altı gol attı. Trabzon’a onu götürmeyerek belki de şampiyonluğu getirmiştim…

adanaspo-hayat

Milic son derece kabiliyetli, futbolu bilen, Kızılyıldız gibi büyük bir takımda oynamış, Vojvodina ile Yugoslavya şampiyonu olmuş harika bir oyuncuydu. Onunla ilgili unutamadığım iki anıyı aktarmak isterim:

Kırmızı Grup’u ilk sırada bitirdikten sonra 2. Lig şampiyonluğu için Beyaz Grup birincisi Giresunspor ile karşı karşıya geldik. Normal süre 1-1 sonuçlanmıştı. Uzatmalarda ise son dakikalara doğru umulmadık bir gol yedik ve mağlup duruma düştük. “Maç bitti” derken beklenmedik bir şey oldu. Milic, santrada topu aldı, biraz sürdükten sonra uzun mesafeli bir şut çıkardı. Top ağlara gittiğinde dilim tutulmuş, saha kenarından şaşkın bir şekilde olanları izliyordum. Giresunspor’u moral olarak bitirmiştik ve penaltı atışlarıyla 5-4 galip gelerek, 2. Lig şampiyonluğuna ulaştık. Ama Milic olmasaydı, o maçı büyük ihtimalle kaybederdik.

Milic, saha içinde antrenörün sağ kolu olabilecek liderlik özelliklerine sahip bir oyuncuydu. Zaten ilerleyen yıllarda Beşiktaş’ta önce futbolcu sonra da antrenör olarak başarılar kazandı. Adanaspor zamanında da, benimle takımın gidişatı üzerine uzun uzun sohbet eder, fikirlerini söylerdi. Türkçeyi çat pat da olsa konuşması da büyük bir avantajdı. Bir gün amikal bir maç oynayacağız ve stadyumda beklemeye başladık. Bizden önce de Mersin İdman Yurdu ile Adana Demirspor’un genç takımları oynuyor. Milic, bana döndü ve şöyle bir şikâyette bulundu: “Bülent Hoca, burada yok güzel bebek!” Önce ne demek istediğini anlamadım. Birkaç kez daha sordum ve niyetini ancak kavrayabildim. Adana’da yetenekli genç futbolcuların olmadığından yakınıyordu. Onu kolundan tuttum ve oynanmakta olan Adana Demirspor maçını izletmek için sahaya çıkardım.

-Dorde, şu 8 numaraya iyi bak

Bir süre izledi ve büyük bir coşkuyla bağırdı:

-Alalım!

Cevabım gecikmedi:

-Onu alırsam bir hafta içinde beni vururlar!

O ‘8 numara’ Fatih Terim’di ve Adana Demirspor’un gelecek vadeden yıldızını Adanaspor’a getirmem, büyük bir infiale sebep olurdu.

Milic’le olan müspet ilişkimiz, diğer futbolcularla pek de yaşanmadı. Öyle ki Kırmızı Grup’taki son Hatayspor maçından sonra 1.Lig’e yükselmenin coşkusunu yaşarken, bir futbolcum bile beni omuzlara almak istemedi. Otoriter bir hocaydım ve belli ki sezon boyunca şampiyonluğa ulaşmak için onları zorlamıştım. Adanaspor ile aramdaki ilk çatırtı böyle başladı. Gerisi de gecikmedi. Aynı gün yönetim kurulu istifa etti ve yeni yönetim şampiyonluk primimle ilgili sorunlar çıkardı. Ertesi sezon sözleşme yenilemek istemediler ve istifamı vermek zorunda bırakıldım. Buna rağmen Adanaspor’un 1. Lig’de tutunması için ihtiyacı olan futbolcuların listesini bırakarak şehirden ayrıldım. Bir bakıma koyduğum hedefe ulaşmıştım: Adanaspor’u şampiyon yaparak, Göztepe’ye bir mesaj vermiştim.

Adana’dan ayrılışım tatsız olsa da gerek takımın başına geçişim gerekse sezon boyunca yaşadığım maceralı hadiseler vesilesiyle hep iyi anıları yâd etme taraftarıyım. Belki de en enteresanıyla, Sakıp Ağa’yla ilgili olanı ile noktalamak isterim.

bülent eken-uçak2
Sakıp Sabancı’nın objektifinden Bülent Eken

Giresunspor’u mağlup ettikten birkaç gün sonra Ankara 19 Mayıs Stadı’nda Gençlik ve Spor Bakanlığı Kupası maçına çıkma hakkını kazandık. Denizgücü’nü 2-0 yendik ve o kupayı da cebe attıktan sonra uçakla Adana’ya gitmek için yola koyulduk. Yol arkadaşım Sakıp Sabancı yanımda, 2. Lig ve Spor Bakanlığı Kupaları ise hemen ortamızdaydı. Yol boyunca o kadar eğlendik ki, uçaktan iner inmez, eline bir fotoğraf makinası tutuşturdum ve şu ricada bulundum: “Şu iki kupayla bir hatıra pozu çeker misin?” Uçağın hemen önünde iki kupayı da kaldırdım ve Sabancı da deklanşöre bastı. İşte aşağıdaki fotoğraf da böyle ortaya çıktı…

İlginizi çekebilecek diğer içerikler

Tahterevalli

Tahterevalli

3 sene önce
Başka Bir Yol

Başka Bir Yol

4 sene önce
Hayal Albümü

Hayal Albümü

4 sene önce