28 Eylül 2012’de kendi sahasında Galatasaray’ı 2-0 yenen Orduspor’da moraller en üst düzeydeydi. Seneler sonra çıktıkları Süper Lig’de, başarılı bir geri dönüş sezonu geçirmişlerdi. 42 puan toplayıp ligde kalmışlardı. İkinci sezon hedef daha yukarısıydı. Onlar da hedefe uygun olarak başladılar.
Galatasaray’ı yendikleri 6. haftayı, ligin tek namağlup takımı olarak 3. sırada kapattılar. Avrupa sesleri şehirde yankılanmaya başlamıştı. Bunda başkan Nedim Türkmen’in de payı büyüktü. Türkmen, takım henüz 1.Lig’deyken, 5 sene içinde Süper Lig şampiyonluğunu hedeflemişti. Taraftar için Avrupa da yeterdi!
Yapılan icraatler hedefleri açıkça ortaya koyuyordu. Avrupa’nın meşhur teknik direktörlerinden biri olan Hector Cuper, Karadeniz’e gelmişti. Tecrübeli futbol adamı tavırları ve sözleriyle, kalıcı işler yaratmanın peşinde olduğunu gösteriyordu. Hatta gösterdiği başarı, adının Türkiye milli takımı için de anılmasına neden oluyordu.
Futbolcular, yenilmezlik serilerini iki maç daha devam ettirdi. Gaziantepspor maçında yaşanan 3-0’lık yenilgi bir kaza olarak görülebilirdi. Fakat devam eden dönemde üst üste oynanan Beşiktaş, Trabzonspor, Fenerbahçe ve Bursaspor maçları takımın özgüveni yerle bir etmeye yetti. Galatasaray’ı deviren futbolcular, şampiyonluk yaşamış diğer 4 takımdan bir puan dahi alamadı. Orduspor, devreyi 20 puanla 13. sırada kapadı. Avrupa’dan uzaklaşılmıştı ama henüz korkulacak da bir şey yok gibiydi.
45 dakikada değişir bütün işler!
Galatasaray’ın Orduspor’u geriden gelip 4-2 yenmesi sarı-kırmızılı taraftarların halen akıllarında önemli bir yer tutuyor. Sezon sonu ulaşılan şampiyonluğun kapısının o maçta açıldığını düşünenler hiç de az değil. Fakat madalyonun diğer tarafı da var. Kaybeden taraf da bu maçı hafızalarından kolay kolay çıkaramıyor. Orduspor, belki puan hesaplarına bu maçı dahil etmemişti ama maçın gidişatı takımdaki panik havasını zirveye çıkardı. Soyunma odasına 2-0 önde giren mor-beyazlılar, 45 dakika içinde kalesinde 4 gol gördü. Bugünden bakınca, Orduspor’un son 4 yılını özetleyen bir maç olarak görebiliriz. Hızlı bir giriş, sürpriz sonuçlar ama hızlıca bir düşüş. Önlenmesi mümkün olmayan panik ve sahipsizlik…
Takım yavaş yavaş geriliyordu. 26. haftadaki Gaziantepspor maçından sonra ise küme düşme hattına girildi. Daha da şok edici olanı; uzun vadeli bir projenin aktörü olan Hector Cuper istifasını verdi. Avrupai bakış açısı, bir anda yerini ülke gerçeklerine bıraktı. Takım küme düşmeye çok yakındı. Eski günleri hatırlayan taraftarlar, oraya geri dönmek istemiyordu. Futbolcular, baskıyı hissediyordu fakat çoğu bir sonraki sezon Süper Lig’de kalacağının veya Avrupa’ya geri dönebileceğinin farkındaydı. Yönetim, acil bir karar almadı ve Cuper ile üç hafta daha devam etti. O periyotta tek bir puan alamadılar. Cuper bir kez daha istifa etti, bu sefer isteği kabul edildi.
Orduspor yönetimi, ligin ‘alt sıralardaki takımları kurtaran hocaları‘ndan birine gitmeyi tercih etmedi. Radikal bir karar daha aldı. Galatasaray’ı 2008’de son altı hafta çalıştıran ve şampiyonluk yolunu açan Cevat Güler, benzer bir hedef için Orduspor’a geldi. Bu sefer önünde 5 maç vardı. Sonuç felaket oldu; Gol dahi atılamayan 4 maç ve 5 yenilgi. Orduspor 1.Lig’e geri dönmek zorunda kaldı…
Buraya kadar sıkça yaşanan bir spor hikayesi okudunuz. Bazı takımlar, öndeyken kaybedebilir. Hedef yükseltirken küme düşebilir. Dünya üzerindeki birçok takımın buna benzer öyküsü vardır, Orduspor’un da aynı yoldan geçmesi şaşırtıcı değil. Şaşırtıcı olan (aslında olmayan), Süper Lig’de istikrar yaratmaya çalışan bir takımın üç sezonda iki kere küme düşmesi… Acaba ülke futbolunda başarı için gerekli olan şifreler; istikrar, plan, proje gibi kelimelerden oluşmuyor mu? Açalım…
Yukarıya kafa tutmak vs. sistemin çarkları
Orduspor, Süper Lig’e hemen yükseldikten sonra yüklü yayın gelirlerine kavuştu. O artık Süper Lig takımıydı (futbol ailesinin yeni üyesiydi) ve gelir gelmez pastadan pay alması sağlandı. Ayakbastı parası olarak 10 milyon lirayı kasasına koydu. Sezon sonunda 23 milyon lira daha kasaya girdi. Üç aşağı beş yukarı, bir Anadolu kulübünün yayın gelirinden kazandığı paralar bu miktarda değişiyor. Belki tepe takımlarla baş edecek kadar etkili değil. Ne de olsa onlar pastanın %65’ini tek başlarına paylaşıyor. Fakat, iyi yönetilen bir Anadolu kulübü bu parayı akıllı kullanarak şapkadan tavşan çıkarabilir. Misal, Orduspor’un düştüğü sezon ligde kalan (ve hâlâ ligde olan) Akhisar gibi…
Asıl sıkıntı Süper Lig’de elde edilen gelirin azlığı değil. Daha da kötüsü; 1.Lig’de elde edilen gelirin azlığı… İlk sezonunda 23 milyon lirayı kasasına koyan Orduspor, bir lig aşağı düşünce yayın geliri hanesine 4 milyon lira yazmak zorunda kaldı. Şimdi tam bu noktada şu soru sorulabilir? “E peki kardeşim, iki lig arasında kalite farkı bu kadar belirginken neden yayın geliri birbirine yakın olsun?”
‘Olsun mu olmasın mı’ da ayrı bir soru zaten ama bunun cevabı TFF’de olmalı. Fakat kulüpler nazarında baktığımızda da, bu duruma hazır olmalarını bekleyenler de haksız sayılmaz. Yeni bir durumla karşılaşmıyorlar. Vadedilen bir şey de ellerinden alınmıyor. Şartlar bu, buna göre oyna! Zaten çoğu da ona göre oynuyor…
Orduspor, Süper Lig’de tam tersini denedi, büyük hedeflere oynamak istedi. Bu nedenle iyi bir teknik adam, kaliteli yabancı oyuncu grubu ve ligin tecrübeli yerlilerini topladı. PTT 1.Lig’de şampiyon olan kadroda yer alan futbolcular, Süper Lig’e çıkamadı. Bambaşka bir takım, yeni kontratlar demek. Oyuncu maaşları yükseldi, gelirler gibi giderler de arttı. Orduspor’un bir çılgınlık haline girdiğini söylemek haksızlık olur. Hatta bir çok ‘yeni’ takıma göre daha planlı hareket ettiler. Fakat bütün planlar, ‘ilk sezon ligde tutunursak devamı gelir’ düşüncesinden yola çıkıyordu. İlk sezon ligde kaldılar ama devamında futbolun onlara sürprizi vardı. Toplar girmedi, goller kaçtı, moraller bozuldu ve takım küme düştü.
Bir anda çoğu oyuncuyu ellerinden çıkarmak zorunda kaldılar. Yeni oyuncular transfer edildi. Transfer bütçesi tekrar kabardı. Küme düşülen ilk sezonda bunu kaldırmak mümkün, ama neredeyse 5’te 1 oranda azalan yayın geliri devam eden yılları sıkıntıya atacaktı. Üstelik sadece yayın gelirinden bahsediyoruz; sponsorlardan İddaa’ya kadar hemen her kalemde benzer bir düşüş yaşanıyor. İki lig arasındaki mesafe belki 34 maç, ama ekonomi alanına geldiğimizde uçurumun derinliği daha da artıyor. Küme düşen takımın genelde tek atımlık bir kurşunu kalıyor elinde, Orduspor onu da play-off yarı finali oynayarak kullandı. Lige geri dönemedi ve tünelin karanlık tarafındaki yola girmek zorunda kaldılar. Transfer yasağı da bu dönemde geldi. İşin açıklı tarafı transfer yasağına neden olan davanın, Süper Lig öncesi dönemden kalmasıydı. Kapatılabilirdi, bekletildi, kaybeden Orduspor oldu!
Yakın dönemde, Kocaelispor, Sakaryaspor, Altay gibi takımların düşüşlerini gördük. Orduspor’un hikayesi onlardan biraz daha farklı. Diğer kulüpler dev bir mirası yavaş yavaş tüketerek kendi sonlarını hazırladı. Orduspor gibi takımların durumu biraz daha değişik. Seneler sonra Süper Lig’e çıktıklarında önlerinde iki seçenek kalıyor; Ya riske girecekler ya da korkak davranıp ligde kalmaya devam edecekler. Aslında çoğu takım ikincisini tercih ediyor. Sistem, yeni gelen takımın riske girmesine izin vermiyor. Çünkü ters bir durumda kayıp daha büyük olabilir. Kayserispor, uzun yıllar Süper Lig’de başarıyla mücadele etti, Türkiye Kupası kazandı, Avrupa arenasına çıktı. İşler bir sezon ters gittiğinde kendini PTT 1.Lig’de buldu. Bu sezon puan farkıyla liderliğini koruyor ama aksi bir durum yaşasaydı onlar da krizlerle boğuşacaktı. Kayserispor ile Orduspor’un bir farkı da şu; Kayserispor sık sık İstanbul’a oyuncu satarak kendisini korudu. Orduspor ise iki yıl içinde herhangi bir futbolcuyu parlatamadı.
Ana fikir olarak ‘Dengesizliği ortadan kaldırmalı’ cümlesi öne çıkabilir. Kulüpler, riske girerse kaybediyor, o yüzden çoğunlukla riske girmiyor ve sistem vasata razı ediyor Bu nokta yine futbolu yönetenlerin meselesi. Vasat bir markayı pazarlamak istiyor olabilirler! Ama ülke futboluna bakıp da ‘Kulüplerimiz bu yüzden mağdur oluyor’ demek de biraz haksızlık ve yeterli değil. Peki kulüplere ne demek lazım? Yabancı sınırı tartışması burada da karşımıza çıkacak.
Eğer Orduspor, vizyonlu hamlelerine ve büyük hedeflerine bir de futbolcu yetiştirmeyi ekleseydi belki bu krizi çoktan aşmış, hatta yaşamamış olurdu. En azından, takım küme düşerken 16 yaşındaki lise öğrencilerini sahaya sürmek zorunda kalmazdı. Süper Lig’de geçen iki sezonda da takımda olan yerli oyuncuların çoğu şu an Süper Lig’de oynamaya devam ediyor. Zaten ligde şöyle bir gidişat mevcut; Bir kulüp ligden düşer, oyuncuları boşta kalır, arkadan yükselen takımlar o oyuncuları kendi aralarında paylaşır… Süper Lig havuzunun içinde, kendi sınırları olan başka bir havuz… Lige yükselen takımlar bu oyunculara bel bağlar ve alttan oyuncu yetiştirmeyi düşünmez bile. Zaten hangisi düşünüyor ki?
Yeni sezonda yabancı sınırı esneyecek. Bu da oyuncu yetiştirmeyi daha arka planlara atacak. Şöyle düşünün, riske girmeyi planlayan, yukarıyı hedefleyen ve hata yapma lüksünü en aza indiren bir organizasyon, 19 yaşındaki acemi bir savunmacıyı mı sahaya sürer, yoksa misal 26 yaşındaki tecrübeli bir İsveçli stoperi mi? Organizasyonun başındaki isimler, riski minimize etmek için daha çok İsveçlileri tercih edecektir. Zaten daha önce de öyle oldu. Hatta daha da kötüsü. Menajerlere çabuk kanan, günü kurtarmak isteyen yöneticiler, riske girmek isteyenlerden daha çok sayıda…. Kulüplerin kasaları deaonların elinde. Senaryo şuna benzeyecek: Kulüpler yabancı oyuncuları takımlarına getirecek. Oyuncular katkı sağlayabilir ama takım kötü gittiğinde çoğu kulüpten ayrılmaya başlayacak. Küme düşünce kadro neredeyse sıfırlanacak. Alttan oyuncu yetişmediği için, eldekiler gittiği için, kulüpte kaos olacak. Şimdikinden ne farkı var? Şu an en azından bir sezonluk kurşun atma fırsatı var, yeni dönemde o şans da kalmayacak.
Orduspor’a geri dönelim. Olana çare yok. 2016’da Avrupa’da olmayı umut ediyorlardı, şimdi 2.Lig’de olacaklar. Hayaller ve gerçekler arasında büyük fark var ama hayat devam ediyor. 2.Lig, aslında iyi bir fırsat olabilir. Son dönemde 2.Lig’de kendi yağıyla kavrulan takımları; bunu sistemli haline getiren kulüpleri hatırlayalım. Karabükspor, Bucaspor (Bülent Uygun’a kadar), Akhisar, Altınordu, Balıkesirspor (bu sezona kadar), Alanyaspor… Kısa sürede Süper Lig’e çıkma noktasına girdiler, hatta çıkanlar da oldu. Hatalardan ders almak, başarıyı yakınlaştırıyor. Başarı hikayeleri de başarısızlıklarla beslenince kendini daha çok okutuyor… Bütün bu uzun yazının ardından Türkçesi; bir musibet bin nasihatten iyidir.