Smithy karakterinden haberiniz var mı bilmiyorum. Late Late Show’un sahibi James Corden’ın ‘Sport Relief’ karakteri. Yine zamanı geliyor ve Spor Relief için çalışmalarına başlamış. Onu görünce aklıma geldi, yazayım dedim.
Bu tip şeyler bizde çok fazla yok ama özellikle Britanya’da ciddi bir spor-hayır ilişkisi var. Sport Relief adında, yaptığı sporun biraz daha anlam kazanmasını isteyen insanlar için bir platform söz konusu. Ayrıca, zaten spor yapmakta olan ünlülerin, farklı hayır kurumlarına bağış yapmak için sponsor toplayıp ortaya iddia koyduğu ve iş tamamlandığında paranın o hayır kurumuna gittiği bir sosyal araç. Çocuk kitabı yazarı David Walliams’ın Manş Denizi’ni yüzüp topladığı parayı muhtaç çocuklar vakfına bağışlaması, Melanie C ve Jack Dee gibi birçok ünlü figürün üç adım atlama dünya şampiyonu Phillips Idowu’yla ‘challenge’a girip toplanan paralarla Zambezi Nehri kıyısındaki Afrikalı aileler için ev yaptırması bazı örnekler. Bizde kim ne kadar spor yapıyor pek bilmiyorum ama, hem gençlerin spora ısınması hem hayır işinin zorunluluktan çıkıp doğal bir şeye dönüşmesi hem de ünlülerin tek boyuttan çıkıp üç boyuta geçmesi için gerekli bir iş sanki.
Bizde hayır işi veya bağış için para toplama ancak Van’daki depremden ya da Soma’daki felaketten sonra, televizyonda işin dramatik boyutunun suyu çıkarılarak gerçekleştirilir malum. Van’daki depremden önce oradaki sıkıntılı evlerin yeniden yapılması için bağış toplanmaz ya da para sıkıntısı olan maden işçileri, ölmeden önce kimsenin aklına gelmez. Bağış yapmak ‘acıma’ duygusuyla birlikte düşünülür hep. Spor, bunu kırmakta belki de en önemli yardımcı.
Bizdeki koşuların ve spor organizasyonlarının en büyük eksiği bu gibi gözüküyor. Tabii ki bağışlar ve yardım işin içinde ancak koşan herkesin kendine sponsor bulabilmesi, ünlü figürlerin bunu duyurması ve gerçekleştirmesi çok gördüğüm bir şey değil. Tesisi yapıp yetiştirmek, organizasyonu başlayıp bitirmek yeterli olmamalı, işin başka boyutlarına da bakmak gerek. Vodafone İstanbul Yarı Maratonu ya da İstanbul Maratonu’nda koşan ve koşacak çoğu insan farklı kurumlar için tişörtlerini yaptırıyor, bağışlarını bireysel olarak yapıyorlar. Ancak bu işi sistemli ve sponsorluk içeren bir noktaya getirirsek, sanıyorum bu işten keyif almayacak kimse olmaz. Ortaya çıkacak güzel sonuçlarından bahsetmiyorum bile.
Koşuyoruz, tamam koşalım. Kendimiz için, rekorumuzu geliştirmek için, keyif almak için koşalım. Ama koşarken aynı anda yardım edebileceğimiz bu kadar fazla insan varken neden sadece kendimiz için koşalım ki?
*Vodafone İstanbul Yarı Maratonu yaklaşıyor. Detaylı bilgi için buradan.
Ozan Can Sülüm, 1990 yılında, İstanbul’da doğdu. İlkokuldan lise bitene kadar hentbol oynadıktan sonra kısa bir süreliğine spordan nefret edip bıraktı. Üniversitenin ilk yılında Eurosport’a girince anlatmaktan spor yapmasına zaten vakti kalmadı. 2013 yılının soğuk bir kış akşamında çay fincanını göbeğinin üstüne koyabildiğini fark edince spora geri dönmeye karar verdi, o günden beri koşuyor. 5, 10, 15km’leri denedi, bir gün maraton koşabileceğine inanıyor.