Bizde fabrika ayarıdır futbol. Çocukken sokakta basketbol oynayanlar nadirdir, herkes futbol topunu seçer. İzler, oynar, takip eder… Türkiye’de futbola ilgisi olmayan erkek garipsenir, malum. Valla ne yalan söyleyeyim, o kadar içindeyiz ki, ben de garipsiyorum o insanları.
Herhalde bir beş yaşından beri futbol oynuyorum. Saatler süren pazar günü mahalle maçlarından başladı, beden dersine, halı sahalara, birkaç yıldır da nizami sahaya taşındı. Mahalle maçı ya da halı saha güzeldir. Top ayağına gelir, yeteneğin doğrultusunda oynarsın. Alan ufaktır, herkesle iç içesindir, herhangi bir şeyin sırıtmaz kötü oyuncu değilsen. Nizami saha öyle değil pek.
Beş sene önceydi sanırım, spor medyası çalışanlarından bir grup takım kurup girdik maçları 11’e 11 oynanan bir lige. O dönem koşmuyorum, hatta onu geçtim, spor bile yapmıyorum ama ayağım güzeldir. Sol kanat oynarım dedim garip bir kendime güvenle, geçtim sol kanada. İlk dakikalarda önüme bir top attılar, koştum koştum bitmedi… Orta yaptığım top herhalde bir 10 metre öteme gidebildi ancak, sonra geriye koşmak yerine “Beni değiştirin” yaptım kenara. Kendimden utandığımı hatırlıyorum.
Şimdilerde koşu mesafeleri hiç olmadığı kadar ön planda futbolda. Bunun sırf istatistikler eskisinden daha çok önemseniyor diye olduğunu düşünmüyorum. Eskinin sadece ayağına top geldiğinde mucize yaratan adamları, 10 numaraların yeni versiyonları olarak 90 dakikada 12-14 kilometre arası koşuyorlar. Artık fitness antrenörleri olmazsa olmazları futbol takımlarının ve yeni nesil teknik adamlar işin kondisyon bölümünü sadece hazırlık kamplarında düşünmüyorlar. Aslında orta-uzun mesafe koşu artık futbolun daha önce hiç olmadığı kadar içinde.
Koşmak, en düzenli yaptığı şey çok uzun zamandır, bırakın en düzenli yaptığım spor olayı olmasını. Eski hentbolcuyum, futbolu her hafta mutlaka bir maça çıkacak derecede hayatımda tutarım, masa tenisini fena oynamam vs. Ama koşu öyle değil. Takvimde koşuyu yayınlarımdan önce yazıyorum. Bunun bana kattıklarını zaman zaman söyledim ama, en önemli katkısından hiç bahsetmedim: Diğer sporları daha iyi yapabilmek, onlardan aldığım keyfi artırmak.
Hani arada yazılır ya “Daha iyi koşmak için farklı antrenman stilleri var; çapraz antrenmanlar” diye, düzenli koşmak sanıyorum her sporun çapraz antrenmanı. Masa tenisi oynarken maçın sonuna doğru hala Çinli mertebesinde hareketli olabiliyorum, hentbolda nefesim kesilmeden savunma-hücum oynayabiliyorum ve en önemlisi de artık kendimi gerçek bir futbolcu gibi hissediyorum. 60 dakikalık maçlarda 6-7 kilometre civarı koşan, 59. dakikada hala önüne top isteyen bilen biri haline geldim. İlk defa gerçekten futbol oynadığımı hissediyorum son iki yıldır.
Koşmak, sadece düz bir yolda yapılan durgun bir spor değil. Hayatınızı etkiliyor, hep söylüyorum. Eğer başka sporları yapmaktan hoşlanıyorsanız, onlardan aldığınız keyfi iki katına çıkarabiliyor, bir de böyle düşünün.
*37. Vodafone İstanbul Maratonu sonlandı, sırada yenisi var. Detaylı bilgi için buradan.
Ozan Can Sülüm, 1990 yılında, İstanbul’da doğdu. İlkokuldan lise bitene kadar hentbol oynadıktan sonra kısa bir süreliğine spordan nefret edip bıraktı. Üniversitenin ilk yılında Eurosport’a girince anlatmaktan spor yapmasına zaten vakti kalmadı. 2013 yılının soğuk bir kış akşamında çay fincanını göbeğinin üstüne koyabildiğini fark edince spora geri dönmeye karar verdi, o günden beri koşuyor. 5, 10, 15km’leri denedi, bir gün maraton koşabileceğine inanıyor.