Amerikalılar futbola “soccer” diyor. Büyük kısmı topu elle taşıma esasına dayanan diğer sporlarını ise “football” olarak adlandırıyorlar. Farklılıkları bununla sınırlı değil. Metre yerine “foot”, gram yerine “pound” gibi bizim alıştığımızın dışında ölçüm birimleri kullanıyorlar. Hatta meşhur tweet’te de olduğu gibi makarnaya “pasta”, pastaya “cake”, keke de “pie” diyorlar. Tüm bu farklılık ve çeşitliliğin içinde bana garip gelen tek bir şey var; ABD halkının futbolu sevmemesi. Sevmiyorlar. Yani seviyorlar da bizim kadar sevmiyorlar. Amerika’nın güneyinde nefes alma nedeni olan futbol; kıtanın kuzeyinde en popüler sporlar arasında beşinci sırada. İlk dört sırada Amerikan Futbolu, beyzbol, basketbol ve buz hokeyi yer alıyor. Tabii ki tüm sporlara saygımız sonsuz ama futbol nasıl beşinci olabilir ki?
Bunun üzerine düşünürken Modern Family dizisinin bir bölümünde (sezon 3, bölüm 17: Leap Day) önemsenebileceğini düşündüğüm bir veri yakaladım. Bölüm gereği ülkesi Kolombiya’nın futbol takımını izlemek isteyen Gloria’nın yanındaki Amerikalı eşi Jay şöyle diyordu: “Oyunu izleyeceğim ama keyif almayacağım. İzleyeceğim oyunda bir şeyler olmasını tercih ederim.” Burada Jay’in sözlerini, klasik bir Amerikalının futbolla ilgili düşünce yapısının temsili olarak görelim. Ve düşünelim; futbolumuzda olmayıp Amerikalının sevdiği sporlarda olduğu söz edilen “bir şeyler” nedir? Mücadele mi? Kavga mı? Tezahürat mı? Yoksa oyuncu sayısı mı? Bunların hepsi aşağı yukarı futbolda da var sanki. Ya da skor? Amerikalıların sevdiği sporlarda daha fazla mı skor oluyor? Hemen bakalım…
Amerikan futbolu 35-28 gibi skorların sıklıkla görüldüğü bir oyun. Yani skoru oldukça fazla. Bildiğimiz skor sisteminden farklı olsa da beyzbolun da çok daha fazla hücum ve atraksiyona ev sahipliği yaptığı söylenebilir. Basketbol zaten 100’lü sayılara dahi sıklıkla çıkılan bir spor ve görece futbolumuza en yakın spor olan buz hokeyinde, daha kısa süreye daha fazla skor düştüğünü rahatlıkla söyleyebiliriz. Evet, futbolun skoru bu sporlara göre çok daha az. Yani futbolda diğerlerine göre daha az sayıda “bir şeyler” oluyor.
O hâlde Amerikalılar haklı mı? Gerçekten futbolda hiçbir şey olmuyor mu? NBA “Where amazing happens” iken, futbolumuz “Where nothing happens” mı? Azıcık bal için kemirilen devasa bir keçi boynuzu gibi, maç boyu bir-iki kez karşımıza gelecek (ya da gelmeyecek) bir gol keyfi için iki saat boş yere yeşil sahada koşturan adamları mı izliyoruz? Bu sorular futbola olan bakışımıza markaj yapmadan evvel, başka bir konuya geçmek istiyorum.
Jaws, sinema tarihine geçmiş ve birçok açıdan kilometre taşı olmuş bir film. Bütçesini neredeyse yüze katlayan gişe başarısı, gişe filmleriyle arası genelde iyi olmayan eleştirmenlerin onayı, tüm sinema platformlarındaki yüksek notu ve sinema okullarında örnek olarak gösterilen derslik senaryosu ile tarihte nadir bulunan bileşimlerden biri. Ama bana göre Jaws’ı özel kılan etkenlerin en önemlisi, tüm bu başarıları merkezinde insan harici bir canlının olduğu bir gerilimle bunu yakalaması.
Hayvanların başrolünde olduğu korku-gerilim filmleri, genellikle katil hayvan -ya da hayvanların- yarattığı korku ve dehşeti kullanmıştır. Dev örümceklerin, binlerce farenin ya da bir uçak dolusu yılanın ön planında olduğu filmler hemen her insanda olan korku ve tiksinti duygularını sömürerek kendilerine gişede yol açar. Bu filmlerde ölüm ve kan gırladır. Katil hayvanımız en az 10-15 sahnede ortaya çıkar ve vahşi hünerlerini sergiler. Jaws ise farklıdır. Yönetmen Steven Spielberg, filmdeki gerilimi, Jaws’ı mümkün olduğunca az göstererek sağlar. Görünen korku unsuru, kısa süreli bir ürperti ye yol açacakken Jaws’ta bir türlü açığa çıkmayan korku unsuru dakikalar ve saatler süren bir gerilimi zihnimize yapıştırır. Görünmeyen bir canavar, görünebilecek onlarca canavardan daha fazla etki yapar bu filmde. Filme adını veren Jaws karakteri, bütün haliyle ilk kez filmin 82. dakikasında görünür. Evet, Jaws filminde Jaws’ı tüm haşmetiyle görmek için izleyicilerin 82 dakika beklemesi gerekir. Ancak seyirci bu durumdan rahatsız olmaz. Çünkü insanları filme esas bağlayan şey, Jaws’ın yarattığı gerilim, insanların hayatına yaptığı etkidir. Hikâye sakin sakin kurulur ve gerilimin dozajı artar. Jaws nerede ortaya çıkacak? Ne zaman ortaya çıkacak? Gerçekleştirdiği irili ufaklı birkaç saldırı yüreğimizi hoplatır. Film boyunca bekleriz. Bizi bu eşsiz filme bağlayan şey, Jaws’ın yaptığı vahşet gösterisi değildir; Jaws ortaya çıkana kadar yaşanan, filmin tüm karelerine sızmış yoğun gerilim hissidir.
Elbette diğer tür hayvan merkezli korku filmlerini daha başarılı bulan vardır. Daha “can alıcı” olduklarını da bir yerde kabul etmeliyiz. Ama ben Jaws’ı daha çok seviyorum. Ve bunun nedenini iyi biliyorum. İki saatlik film boyunca bir defa Jaws’ı görmeyi, 100 dakika boyunca pirana saldırısı izlemeye tercih ederim.
Futbol diyorduk, Amerikalılar diyorduk. Gerçekten bizim futbolda çok fazla skor görmüyoruz. Bazen sadece iki-üç gol oluyor. Bazen tek gol bile izleyemiyoruz. Bekliyoruz. İki saat boyunca, bir gol gözükecek diye bekliyoruz. Gol ne zaman gelecek? Hangi kaleye gelecek? Golden sonra oyun nasıl değişecek? Gelen bir gol, sahadaki takımları nasıl etkileyecek?
Fark ettim ki, bizi dakika başı gelen goller değil, gelen bir golün her şeyi değiştirebilmesi etkiliyor futbolda. Kalemizde görebileceğimiz bir golün yarattığı gerilim, atabileceğimiz golün yarattığı heyecan etkiliyor. Yani maç boyu tek bir gol olmasa bile, o gol ihtimalinin yarattığı gerilim tavlıyor bizi. Görünmeyen bir gol, görülebilecek onlarca golden daha fazla etki yapıyor. Tabii bazen de tüm maç boyunca beklediğimiz, aradığımız ya da çekindiğimiz gol, maçın 82. dakikasında kendisini gösteriveriyor.
Diğer sporları daha iyi bulanlar vardır. Daha fazla skor olduğunu da bir yerde kabul etmeliyiz. Ama biz futbolu daha çok seviyoruz. Ve neden sevdiğimizi az çok biliyoruz.
Futbol ilk tanıştığımızdan beri böyle gerilimlerle, böyle uzun beklemelerle kalbimizi çaldı. Golden çok, golü beklemek keyifli yaptı belki de bu sporu. Ne kadar beklersek, o kadar önemli oldu o gol. Ve gol ne kadar önemliyse, o kadar sevdik… Bütün takımların “Daha büyük bir stada ihtiyacımız var” demesi de tesadüf olmasa gerek.