Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

Diğer SporlarKusursuzluğun İzinde

Bugünlerde NFL en çok Cam Newton'ı konuşuyor. Biz de Super Bowl öncesi, yıldız ismin geçmişinde yolculuğa çıkıyoruz.

*Eric Nusbaum’un Vice‘ta yayınlanan yazısının orijinaline buradan ulaşabilirsiniz.

Pazar günü, Cecil Newton Sr. az daha beni kilisesinden dışarı atıyordu. Super Bowl’dan bir hafta önceydi. Holy Zion Kurtulma Merkezi’ndeki dağınık ofisinde beni karşısına oturttu. Sonra da arkasına yaslanıp kollarını birbirine doladı. Aramızdaki masa evraklarla doluydu ve pazar kursundan gelen sesler odadan duyulabiliyordu. Umudum, Cecil’e oğlu hakkında sorular sorabilmekti ama ilk önce o bana sorularını yöneltti.

Holy Zion, Atlanta’nın 45 dakika dışındaki sakin bir kasabanın eski bir inşaat malzemesi deposunda yer alıyor. Göze çarpan bir yer değil. Kilisenin adını taşıyan tek şey üzerinde siyah harflerle ‘Holy Zion COD, 115 Temple Street’ yazan küçük bir posta kutusu. İlk önce posta kutusunu fark etmemiştim, kiliseyi bahçedeki çimler üzerinde bulunan küçük bir tabela sayesinde gördüm. Tabelada şunlar yazıyordu:

“Tebrikler
Cam ve Panthers taraftarları
Super Bowl ve Cennet yolunda
Bize katılın!”

Kiliseyi Cecil Newton ve eşi Jackie yönetiyor. Cam ise onların oğlu ve şu sıralar Amerika’da hakkında en çok konuşulan sporcu. Bir de hayatının en önemli maçını oynamaya hazırlanıyor oluşu var. Benden Cam hakkında bir şey yazmam istenmişti. Amacım üç gün önce geldiğim Atlanta’da bunu yapmaktı ve ben de tabelayı takip edip onlara katıldım. Newnan, Georgia’nın alçak binaları arasında Holy Zion göze çarpmıyor olsa da ben, kilisenin cemaati içerisinde kesinlikle dikkat çekiyordum.

Takım elbise içinde dikkat çeken bir beyazdım. Kiralık arabamı ön tarafa park ettim ve giriş bölümünü geçerek gri halılı, mor duvarlı ve mütevazı ama güzel düzenlenmiş kiliseye girdim. Geçen haftalarda yaptığım telefon görüşmeleri ve kiliseye attığım e-postaların ardından dikkat çekmeyi başarmıştım ama tam olarak davet edilmemiştim. Yine de kilisenin papaz yardımcısı Derick Irving’in önünde pazar kursu için oturan cemaat üyeleri tarafından nazikçe karşılandım. Cemaatten biri grubun ne okuduğunu takip edeyim diye bana kitabını verdi.

“Her şey aslında başkalarının davranacağı şekilde onlara davranmakta bitiyor” dedi cemaatteki kadınlardan biri. Papaz Yardımcısı Irving de buna katıldığını ve kendi altın kuralının bunun bir adım ilerisi olduğunu söyledi: “İnsanlara, onların annenize nasıl davranmasını isteyeceğiniz gibi davranın.”

Tam da o anda uzun boylu ve geniş omuzlu bir adam arka tarafta görüldü. Doğrudan bana baktı, onun Cecil Newton Sr. yani Cam’in babası olduğunu biliyordum. Yüzünde ciddi bir ifadeyle beni arka odaya davet etti. Okul müdürünün odasına çağrılıyormuş gibi hissettim.

Birkaç paragraf önce Cam Newton’a “Amerika’nın en çok konuşulan sporcusu” dedim. Onun yerine “en ünlü” veya “en yetenekli” gibi sıfatları da yazmayı düşündüm. Ama “en çok konuşulan” biraz yetersiz kalsa da alternatifler de tam olarak doğru değildi. Cam Newton, Super Bowl’daki rakibi Peyton Manning’den daha ünlü değil. Mike Trout ve LeBron James gibi sporculardan daha yetenekli olduğunu söylemek de zor.

Onun özelliği, hakkında çok konuşulması. Konuşuluyor çünkü quarterback pozisyonunda saha içinde ve dışında bir devrim yaratıyor. Konuşuluyor çünkü altın renkli Versace pantolon giyiyor ve gülümsemesi Magic Johnson’dan sonra kimsenin başaramadığı kadar televizyon ekranlarını aydınlatıyor. Konuşuluyor çünkü kendine güveni, beyaz Amerikalıların bir kısmını rahatsız edebiliyor.

Cam Newton, NFL’deki beşinci sezonunda takımına 18 maçta 17 galibiyet getirdi. NFL’in şu an en iyi oyuncusu ve Manning daha şimdiden ligin gelecekteki yüzünün o olacağını söyledi. Ama Cam’in NFL süper yıldızı olma yolu, onu Amerika’nın uzun süredir kendi içinde yaptığı ırk tartışmalarının da ortasına itti. Bir NFL draft uzmanı onun için “ikiyüzlü” ve “güvenilmez” diyor. Bir anne onun “kibirli laflarından” şikâyetçi olduğunu Charlotte Observer’a yazıyor. Bir NFL yazarı da 26 yaşındaki oyuncunun ancak büyüdüğünü ifade ediyor.

Normal olarak babası da bu durumdan bıkmış durumda ve basına karşı daha dikkatli. Ofisine geçtiğimizde de, onun yanına gelen diğer yazarlardan, özellikle de diğer beyaz yazarlardan, ne farkım olduğunu soruyor. Çocuğum olup olmadığını soruyor. Ne hakkında yazdığımı soruyor. Ona altı aylık bir oğlum olduğunu söyledim. Empati kurmaya çalışan dürüst bir yazar olmak istediğimi söyledim. Doğrusunu söylemek gerekirse beni dışarı atsa onu hiç suçlamazdım. Daha önce hiç NFL hakkında yazmadım, onunla tanışmıyordum ve Atlanta’ya daha önce hiç gelmemiştim. Ben olsam kendimi dışarı atabilirdim. Ama o bunu yapmadı. Sadece kafasını salladı. Kalmama izin verdiği ortadaydı.

Manning'e göre ligin yeni yüzü Cam Newton olacak.
Manning’e göre ligin yeni yüzü Cam Newton olacak.

Pazar kursu sona erince kilise ibadet için gelenlerle dolmaya başladı. ‘Altın Kural’dan bahseden kadının Cam’in annesi Jackie Newton olduğunu öğrendim. Benim inancımın ne olduğunu sordu ve ona Yahudi olduğumu söylediğimde bana bir Yahudi için uygun bir vaazın olduğu günde geldiğimi söyledi.

O ve Cecil kürsünün yanındaki sandalyelerde oturdu. Papaz Yardımcısı Irving, İncil’in Efesliler bölümünden şunları okudu: “Tanrı’nın bütün zırhını üzerinize geçirin, o sizi şeytanın ruhuna karşı koruyabilir.” Sonra odanın bir köşesinde bulunan klavye ve davul setinden müzik sesi gelmeye başladı. Cam’in küçük kardeşi Caylin, büyük kardeşi Cecil gelene kadar davulu çaldı. Jackie ise şarkıları söyledi.

“Siyahların çoğunlukta olduğu kiliselere has şeylerden biri de kuşaklar arasında kurulan birlik” diyor Peder ve aynı zamanda Emory Üniversitesi Dil Bilimi Fakültesi’nde profesör olan Dr. Gregory Ellison II ve ekliyor: “İnsanların birbirini desteklediği bir aile ortamı var ve bu aileyi dünyanın baskılarına karşı gençler koruyor.”

Ellison, Holy Zion’da hiç bulanmadı ama o da Cam Newton gibi Güneybatı Atlanta’nın yerlisi ve Cam Newton’u anlamak için, özellikle de ailesi ve inançları özelinde, nereden geldiğini anlamanın çok önemli olduğunu söylüyor.

Güneybatı Atlanta’da güç kazanmak bir beklentidir. Ellison, Güneybatı Atlanta’yı Afrika asıllı Amerikalı topluluklar arasında kendine has bir yer olarak açıklıyor. Siyah mükemmelliğini savunanlarla, Hristiyan aktivistlerin ve radikal hayal gücünün eşit yer bulduğu bir toplum. Cam Newton gibi bir kişinin gelişimi için ideal bir yer…

“20 millik bir alanda nereye giderseniz siyah mükemmelliği hareketinin izlerini görebilirsiniz. Orta sınıfın önemli olduğu ve doktorların, avukatların, öğretmenlerin ve hâkimlerin siyah olduğu bir yer. Aynı zamanda hareketli bir hip-hop sahnesine de sahip. LaFace plak dükkânı, So So Def Recordings, Dungeon Family, Outkast ve TLC ile eklektik bir tona sahip müzik Atlanta’da gelişiyor. Lil John ve Ludacris gibi yeni çıkış yapan rap’çiler de var” diyor Ellison. Orada büyüyen bir çocuk kendisini müziğin ortasında bulur.

Ellison, Atlanta’nın aktivizm kültürünü de hatırlatmadan geçmiyor: “Andrew Young (papaz, sivil haklar önderi, Atlanta’nın eski belediye başkanı, Kongre Üyesi, ABD’nin Birleşmiş Milletler temsilcisi) gibi insanlar Cam’in futbol oynadığı yerlerin 10 dakika uzağında yaşıyordu.”

Holy Zion Center of Deliverance’ın evi yıllardır Newnan olmuştur. Daha önce ise Cam’in büyüdüğü yer olan College Park’ın güneybatı banliyölerine daha yakın olan Atlanta’daydı. Bina değişmiş olsa da kilisenin mesajı değişmedi. Cam’in büyükannesi ve büyükbabası Talmadge ve Bernice Wilder tarafından kurulan Pentecostal Kilisesi’nin amacı toplumdaki insanların günlük hayatını daha iyi hâle getirmek.

Cecil’le bir sonraki gün tekrar buluştuğumuzda şunları söylüyor: “Pentecostal Kilisesi’nin geçmişte yaptığı şeylerin çoğu heyecanlı ve coşkulu olmasıyla bilinir. Bence bunlar da bir yere sahip ama günün sonunda önemli olan şey insanları neyle güçlendirdiğiniz. Daha iyi bir vatandaş olacaklar mı? Ekonomik olarak daha iyi duruma gelmeye çalışacaklar mı? Yoksa gökyüzündeki o çok namını duyduğumuz muhteşem şehri mi bekleyecekler?”

Jackie şarkısını söylerken ben de cemaate alkışla tempo tutarak eşlik etmeye çalışıyorum, sözleri bilmesem de şarkılardan keyif alıyorum. Bunların arkasında ise bir acelecilik seziyorum. Gördüklerimin, ben çocukken gittiğim sinagoglardaki ibadetlerden ne farklı olduğunu düşünmeden edemiyorum.

Holy Zion’da iyi şeyler hissediyorsunuz. Bunun bir nedeni ibadetin doğaçlama ve eşitlikçi olması ama mekânın ruhu ve cemaattekilerin içtenliği de bunda büyük etken. Dakikalar sonra etrafımdaki sandalyeler insanlarla doluyor ve onların da sesleri odada yankılanıyor.

Şarkının ortasında Jackie Newton, “Bunun Panthers ile bir ilgisi yok” diyor. Bu esnada yaşlı kadınlar yelpazeleri ile kendilerini serinletiyor ve kiliseye gelen arkadaşlar birbirlerini selamlıyor. “Cam’le de ilgisi yok. Biz İsa için buradayız.”

Jackie’nin söyledikleri doğru. Holy Zion Center of Deliverance, Cam Newton olmasa, ya da Cam bir süper yıldız olmasa da olurdu. Ama birkaç dakika önce Cecil Newton ofisinde bu kilisenin kendisi için kutsal bir yer olduğunu ve bunun nedenin sadece dini değil, ailevi de olduğunu söylemişti. Burası çocuklarını büyüttüğü yerdi. Bu yer hakkında yazacaksam bunu anlamam şarttı. Bir bakıma İsa için ya da Cam için burada olmak aynı şey sayılabilirdi çünkü aile ve din burada iç içe geçmiş durumda.

cam newton kilise
“Aile ve din burada iç içe geçmiş durumda”

Cecil Newton, birkaç dakika sonra yüzündeki yorgun ifadeyi atmış ve disiplinli ses tonundan uzaklaşmış olarak elinde mikrofonla odayı dolaşmaya başladı. Çocuklar da kilisenin en ön sırasında yerlerini almıştı. Burada olmalarının ilk sebebi belki İsa’ydı ama Cam’in de bunda etkisi vardı.

Cam touchdown’lardan sonra dans ediyor. Gülümsüyor. Peyton Manning quarteback olmayı bir iş gibi gösteriyorsa Cam Newton bir oyun gibi gösteriyor. Hatta bu, onu eleştirenler dâhil, herkesin onun hakkında anlaştığı nokta. Cam Newton bu oyunu eğlenceli gösteriyor. Çocukken yaptığı gibi neşeli bir ruh hâliyle oynuyor bu oyunu.

Cecil bana Cam adında küçük bir çocuk hakkında bir hikâye anlattı. Cam yedi yaşına kadar parmağını emmiş. Ailesini parmağını acı sosa batırmayı, bantlamayı ve akla gelecek diğer her şeyi denemiş ama hiçbir şey işe yaramamış. Bu da onların sinirlerini bozmuş. Bunun dişlerinde bir soruna neden olacağından korkmuşlar. Cecil bir gün en büyük oğlu Cecil Jr. ile balık tutmaya gitmiş ve birlikte neredeyse altı kiloluk büyük bir levrek yakalamışlar. Eve geldiklerinde aklına bir şey gelmiş ve Cam’e 10 dakika boyunca balığı parmağıyla tutturmuş. O günden sonra Cam hiçbir zaman parmağını emmemiş.

“Sanki bacağını kesiyormuşum gibi kıvrandı. Bu yüzden bugün bile balık tutmaktan hoşlanmıyor. Ama şu an o gülümsemesine sahipse babasına o zorlu ders için teşekkür etmesi lazım.”

Cam’in çocukluğu böyle geçmişti. Sıradan ve normal. Babası karizmatik biri ve iyi bir öykü anlatıcısı ama o bile ailesinden bahsederken bunu sıkıcı bulabiliyorsunuz. “Normal bir aileyiz. Arada sırada dışarıda yemek yiyoruz ama genelde evimizde vakit geçiriyoruz. Değerlerimiz, Hristiyan ve Amerikan değerlerle hep aynı çizgide olmuştur.”

Cam çocukken izciydi. Sınıfının da soytarısı. Ailesinde davul çalamayan tek kişi o. Tek iyi olduğu alan spordu. Cecil oğlunun yeteneğini ilk olarak yedi yaşındayken oynadığı bir maçta fark etmiş ama oynaması için hiç baskı yapmamış. “Doğuştan yetenekliydi. Yaklaşık beş kilo doğmuştu ve hayatı boyunca küçük kaldığı tek bir gün olmadı.” Küçükler Ligi’nde ve Atlanta’daki Westlake Lisesi’nde de durum böyleydi.

Westlake’deki koçları ve takım arkadaşları, gülümsemesinden taktığı hastane bilekliklerine kadar Amerika’nın şu an gördüğü Cam Newton’ın onların gördüğü kişiyle aynı olduğunu söylüyor. Her zaman özel biriydi ama fiziksel olarak öne çıkması lisedeki üçüncü yılını bulmuştu. Çok mücadeleciydi ve çok çalışırdı, takım arkadaşlarını da kendi seviyesine çıkarabilen bir oyuncuydu. O zamanlar bile çok iyi quarterback’ti.

Westlake’deki quarterback koçu Tony Slaton ona “çılgın bilim adamı” diyor. Takımın running back’i Michael Harrison onun akıl almayacak şekilde futbol zekasına hakim olduğunu söylüyor.

Slaton şöyle devam ediyor: “Onun oyun hakkında bilgili olduğu söyleniyor ama bu sadece teknik bilgi değil, Cam sporun tarihine de hâkim. Sadece siyah olanlar değil, bütün quarterback’ler hakkında bilgi sahibi. Siyah bir quarterback olarak bakmıyor bu oyuna, profesyonel bir quarterback olarak bakıyor. Bazen NFL maçlarından özet görüntüleri izleyip antrenmana profesyonel bir quarterback karakterine bürünmüş olarak gelirdi. Bir gün bakardınız ki Fran Tarkenton gibi hücum hattının arkasında koşardı. Başka bir gün de Steve DeBerg olduğunu söyleyip onun bir zamanlar yaptığı gibi sekerek koşardı.”

Cam kolejde oynarken ve sonra NFL’e geçtiğinde kimse bu liseden kalma notlardan bahsetmiyordu. Zaten konuşsalar da kimse dinlemezdi. Bunun yerine sözde uzmanlar açıkça onun zekâsını ve liderlik yeteneklerini sorguladı. Forumlarda Auburn’un oyun notlarını onun için basitleştirdiği dedikoduları vardı. ESPN’de yayınlanan Jon Gruden’s QB Camp programında tökezlemişti.

“Hor görme başladı yine” dedi Cecil Newton. “Siyah bir quarterback, diğerleriyle aynı seviyede oynayabilecek zekaya sahip mi? Haydi yıkalım şu miti artık. Kapatalım bu konuyu. Mesele bu olsaydı, şu an çıktığı seviyede olamazdı.”

cam newton dans
Cam, ‘Siyahi bir quarterback diğerleri ile yarışabilir mi?’ sorusuna en iyi cevapları verdi.

Bu cevapta acıyı duydum. Tıpkı Holy Zion’daki ofisinde beni ağırladığı zaman, oğlu hakkında yine aynı şeyleri yazıp yazmayacağımı anlamaya çalıştığı an duyabildiğim gibi. O yüzden, Cam Newton ve ailesi hakkında düşünmeye başladığım andan itibaren kafamı kurcalayan soruyu sordum. Kafamı kurcalamasının sebebi, belki de Cam gibi üç erkek kardeşten biri olmamdı, ya da kısa süre önce baba olmam.

Ellerinle yetiştirdiğin çocuğunun, dans ettiği ya da kafasına havlu geçirdiği gibi aptalca sebeplerle kibirli yazarlar tarafından zekasıyla alay edilip karakterinin sorgulanması nasıl bir şey?

Soruyu bitirebilmeme imkan vermeden, oğlunun geçmişte hatalar yaptığını söyledi Cecil. Florida Üniversitesi’ndeyken, Cam çalıntı laptop bulundurmaktan gözaltına alınmış ve gözetim altında kalmıştı. Ayrıca üniversitenin disiplin yönetmeliğini ihlal ettiği de açığa çıkmıştı. Ama Cecil, oğlunun hatalarından ders alıp kendini geliştirmesiyle gurur duyuyor. Peki ya Cam’in medyadaki imajı?

“Sizi hırpalıyor elbette. Çünkü çoğu zaman size eşit bir şans tanınmıyor.” Cecil Newton medya hakkında oldukça fazla düşünmüş ve çoğu zaman onlara saygı duymuyor. Anonim kaynaklardan gelen raporlarda gizlenmiş halde nasıl kolayca eleştiriler saklanabildiğinin farkında ve bu raporların ‘dört harfli medya kuruluşu’nda yayınlanabilmesine hayret ediyor. Biz yazarların paylaştığı -ya da paylaşmadığı- içeriklerin her şeyi değiştirdiğini biliyor.

“Siz yazdığınızda ya da kamera önünde dillendirdiğinizde, insanlar size güveniyor. Kayıtlara geçmesi adına söylüyorum; medyada bir çeşit umursamazlık hakim. Bazı adi insanlar var. Medyadaki bu adi insanlar baştan aşağı önyargılarla dolu. Ama ne ekerseniz onu biçersiniz.” Şu açık ki, Cecil’in ‘siz’ derken kast ettiği yalnızca genel ya da teorik bir kavram değildi. Birlikte geçirdiğimiz süre içinde defalarca hatırlattığı üzere, beni de kast etmişti.

Şarkı bittikten sonra Cecil, Jackie’den mikrofonu alıp yavaşça vaazına başladı. Cemaati selamladı. Birkaç bildiri okudu. Sonraki pazar kendisi ve ailesinin kiliseyi asmak zorunda olacağını söyledi ve herkes nedenini anlayışla karşıladı. Akabinde, dinleyenler arasındaki özel misafirden bahsetti, gazeteciden. Burada olduğumu kiliseye duyurmak üzere beni kürsüye çağırırken kartımı önüne koydu ve soyadımı telaffuz etmekte zorlandı – bunda zorlanan ilk kişi değil.

Bu bir sınamaymış gibi yüzüme bakarak cemaate, “Onu buraya bir arkadaş olarak çağırıyorum” dedi.

Mikrofona ne söylediğimi tam hatırlamıyorum ama kısa ve kibar tuttum. Beni ağırladıkları için teşekkür ettim. Ve sıcak bir karşılık aldım.

Sonra Cecil, oğlu Caylin’in de aralarında bulunduğu orta okul ve lise öğrencilerinden oluşan ön koltuklara döndü. Bu çocukların Holy Zion’ın ordusu olduğunu söyledi. Ve her biri cemaate dönerek adlarını, okullarını ve kaçıncı sınıf olduklarını söylemek zorundaydı. “Siyahi tarihi ayı” şerefine ödevleri de var: Martin Luther King konuşması olmaması kaidesiyle, kilise önünde ezberden bir okuma yapacaklar. İlgiyi hak eden başka birçok Afrikalı-Amerikalı olduğunu söyledi Cecil, birkaçının da ismini sıralayarak. Daha sonra, çocuklardan sekizi Cecil’in jipine doluşup öğleden sonrayı birlikte geçirdi.

Sonunda vaaz başladı. Kendini geliştirme hakkında konuştu. “Rahatsız olmaya kendinizi alıştırın” dedi. “Sınırlarınızı esnetin. Ruhunuzu arayın. İyi alışkanlıklar edinin. Tutumunuzu geliştirin.” 40 yıl boyunca çölde gezen İsrailoğulları’ndan bahsetti. Süreki aynı şeyi yemek zorunda kalırken ki sabırlarını anlattı.

“40 yıl ve bu zamanın çoğunda Zaxby’s ya da McDonald’s’a uğrayamadılar bile” diye latife etti Cecil. İnançlı yaşamak hemen ödüllendirilmek değildi. Dünyevi şeyler hakkında da değildi. Bazen doğruluğun meyveleri yavaş olgunlaşır. “Sahip olduklarınız” dedi, “sizi ele geçirmemeli.”

Eğer kulağa sıkıcı geliyorsa yanlış, çünkü öyle değildi. Arkada müzik sesi vardı ve o gerçekten vaaz veriyordu. Tek heceli kelimeleri ikişer üçer heceye uzatarak dillendiriyordu. Buna en yakın deneyimlediğim şey, sivil haklar dönemindeki manastırlardan kalma klipler izlemek ya da Bobby Womack veya James Brown kayıtları dinlemekti.

Tanrıyla yaşayın diye buyurdu. Ve şarkı söyledi, dans etti. “Hayat, başka insanların beklentilerine göre yaşamak için çok kısa” dedi, belki de beni kast ediyordu. Çünkü sonrasında oğlu Cam’den bahsetti. Florida Üniversitesi’nden, gözaltına alındıktan sonraki sürtüşmeler ve bir sezonu daha Tim Tebow’un arkasında bekleyerek geçirme ihtimalinden ötürü ayrıldığında Cam’in çektiği sıkıntılardan söz etti. ‘İnekler dışında hiçbir şeyi olmayan’ Brenham, Texas’taki sönük Blinn Koleji’ne transfer olmuştu. Cecil, insanlar ne düşünürse düşünsün kendiniz olabilmekten dem vurdu.

“Eskiden vaaz vermek ‘Peter ne demiş? John ne demiş?’ten ibaretti” diye açıkladı Cecil bana daha sonra. “Artık insanları nasıl güçlendireceğimizden ibaret. Kilisede oturan birçok insanın zihninde onlar inanılması güç varlıklar. Peter kim? Ne demiş? Kutsal kitabı yorumlayıp teolojiye başvurabiliriz ama tüm bunlar bugüne nasıl uygulanabilir? İki bini aşkın yıl sonra? Herhangi bir ırk için bugün tüm bunlar ne anlama geliyor? Bize nasıl etki edebilir ve nasıl bunlardan beslenip kendimizi geliştirebiliriz?”

İş, inancınızı göstermek ve bir topluluk olarak onu yaşayabilmekten ibaret. Etki ve tepki. Dans etmek. Su içme ihtiyacı hissetmek ya da vaazın ortasında yüzünüzü bir peçeteyle silmek. Ve hatta kurulamak. Cam’in lisedeki quarterback koçu Slaton’ın, Cam’in oyunu ve liderliğinin babasının vaazlarından ilham aldığı düşüncesini hatırladım. O an, mantıklı geldi. Cam o gün kilisede değildi ama Cam’in içinde nasıl bir kilise yattığını açıkça görebiliyordum.

during the NFC Championship Game at Bank of America Stadium on January 24, 2016 in Charlotte, North Carolina.
Eski koçu, Cam’in oyunu ve babasının vaazları arasında bir bağlantı olduğunu düşünüyor.

Daha sonra Cecil’e vaazındaki göndermeyi sordum. Cam’in Brenham, Texas’taki günleriyle İsrailoğulları’nın çölde geçen kırk yılı arasında bir kıyaslama yapmanın delice olmayacağına karar vermiştim. En sonunda, hikaye daha fazla konuşulmaya değerdi. Ne de olsa kilisenin adı Holy Zion Kurtulma Merkezi’ydi. Ama Cecil bu görüşü reddetti. Yalnızca benzetme güme gitmemişti, aynı zamanda göz önünde bulundurulmaya değecek kadar ciddi değildi de. “Amerikan futbolu mevzusunun din ve erdem anlatıcısı olmasını istemiyorum” dedi.

Şöyle bir gerçek de var: Cam; Brenham, Texas’tan doğrudan süt, bal ve yoğurt sponsorluk anlaşmalarına ışınlanmadı. Önce Auburn’de durması gerekti, orada bir quarterback olarak kendini buldu ve bir süper yıldıza dönüştü. Ulusal şampiyonluk. Heisman. Bu sezon arasında oraya dönüp okulunu bitirdi. Ama ayrıca Auburn, kişisel olarak en ciddi sorununu yaşadığı, Cecil’in aile yolculuklarının en dip noktası olarak tanımladığı yerdi.

Mississippi State mezunu John Bond, Newton ailesinin temsilcisi bir başka Mississippi State mezunu Kenny Rogers’ın, Cam’in okula bağlılığını garanti altına almak için 180.000 dolarlık bir ödemenin peşine düştüğünü açıklamasının ardından Cam, kampüsteki tek sezonu olan 2010’da para karşılığı oynama skandalının ortasında kaldı. Kilise ve Cecil’in de karıştığı bu soruşturma, Cam’in yenilgisiz kapattığı sezonda her hafta oynayıp oynayamayacağının tartışılmasına yol açtı.

“Hayal kırıklığı artıkları hala derinlerde bir yerde dolaşıyor” diyor Cecil. “Çünkü özellikle ben, bir ebeveynde olabilecek tüm kötülüklere sahipmişim gibi gösterildim. Yine kayıtlara geçmesi için söylüyorum, bilerek ve isteyerek kılıç üzerine düşmemin nedeni soruşturmanın sezon ortasında gelmesiydi Eric. Sezon ortası!”

“Bekleyemedi mi? Sezon bittikten sonra herhangi bir noktada galibiyetleri silemez miydik? En önemli zamanlarından birinde onu duvara dayayıp üzerini aradınız, sanki bir düğünde biz kostümlerimizi giyip gelmişiz ve siz onda uyuşturucu ya da kaçak mal arıyormuşçasına… Bekleyemez miydi? Amerika ve NCAA, haydi soralım kendimize.”

Cecil’in sesinde yine acı hakimdi, Neredeyse yalvaracak gibiydi -ama kesinkes farkındaydı ki artık yalvarmak için çok geçti. “Bilerek ve isteyerek kılıç üzerine düşmek” tabirini daha önce de kullanmıştı. Kast ettiği şuydu: Para almadığını söylemeye devam etse de, oğlunun üzerindeki spot ışıklarını yok etmek için Rogers’ı tanıdığını, yanlış bir kişiyle arkadaşlık ettiğini kabul etmişti.

Cecil’e göre asıl mesele, tüm o amatörlük düşüncesindeydi.

“Bence çözümlenmesi gerek” dedi eski bir Division 1 oyuncusu olan Cecil. “SEC konferansının yalnızca kendi içinde 200 ila 500 milyon dolarlık bir kar elde ettiği görüldüğünde bu işe bir çözüm getirilmeliydi. Bu kadar parayla ne yapıyorsunuz? Ağırlık odasında yeni bir halıya ihtiyacımız yok, badanaya ya da yeni bir binaya da.

“Tüm bu varlığı amatör atletlerin terinden kazanıyorsunuz ve onların yüzde 65 ila 75’i -siyah, beyaz veya her ne etnik unsurdan olursa olsun- sabahın dördünden Tanrı bilir gecenin kaçına kadar çalışıp burslarını kaybetmemeye çalışıyor. Fiziksel adanmışlığın uç sınırındalar ve bir kısmı diplomasını alırken bir kısmı mezun olamadan ayrılıyor. İsa’nın Cam’i kutsadığı gibi bir kontrat sahibi olamayanlar; Dalton, Alabama’ya, Sacramento, California’ya ya da Hempstead, New York’a dönüyorlar ve yıllık 40 bin dolar kazanacakları bir iş arıyorlar ama iki aşilleri de sakat veya omuzları berbat halde. Bu adil mi? Kendimize bunu soralım.”

Konuştukça Cecil’in sesi kürsüde olduğu gibi yükselmeye başlıyor.

“Bence zamanı geldi ve evlerimizden, ‘Kolejdeki öğrencilerin amatör statüsü yeniden değerlendirilmeli’ diye haykırmalıyız. Oğlum kimseden tek bir cent almadı. Tek bir cent. Benim aldığım bir scooter’ı kullandı. Kirasını bizim ödediğimiz bir evde oturdu.”

Vaazın bitmesine yaklaşık yarım saat kala, Cecil Newton hızlıca toparlayacağını söyledi. “On dakikaya çıkıyoruz buradan” dedi cemaate. Ama hala heyecanlıydı ve kimse de evine dönme ya da öğle yemeğini yeme telaşına düşmüş görünmüyordu. Yanımızdakilerle el sıkışmamızı ve koltuklarımızın etrafında tur atmamızı istedi.

En sonunda, yanında bir oksijen tüpü taşıyan bir kadını sahneye çağırdı ve ellerini onunkinin üzerine koydu, cemaat de sağlığı için dua etti. Kısa sure önce ölen kilise mensuplarından Savannah için dua ettik. Sonra Cecil, kiliseye ilk kez gelen ve ailenin -bir aile olarak tanımlıyor- bir parçası olmak isteyen herkesi sahneye çağırdı. Koro çalmaya devam ederken koltuklarımızın önünde ayağa kalktık, bir anne, oğlu ve yeğeni çağrıya cevap verdi. Yağ ile kutsandılar ve kiliseye kabul edildiler. Bana üçüncü kişi olarak seslenip, gazeteciyi (ya da yazar ya da iş tanımı her neyse) sahneye çıkarak aileye katılmaya davet etti. Gülümsedim ama yerimde kaldım.

Son olarak bir dini şarkı daha söylediler ve bitti. Ama kimse doğrudan eve gitmedi. Herkes ayakta durup birlikte fotoğraflar çektirdi, sarıldı. Yemek planları yapıp Cam ve Super Bowl hakkında konuştular. Birbiri ardına insanlar geldiğim için teşekkür edip beni yeniden davet ettiler.

Sonrasında Cecil beni kenara çekip bir şey göstermek istediğini söyledi. “Gerçekten tek bekleme odamız bu” dedi eliyle servis odasını işaret ederek. Kullanılmayan depoya doğru yürürken birkaç kapıdan geçtik: Odundan bir tavana sahip büyük, boş bir oda. Tapınak olarak açılmasından iki yıl önce ince duvarlar ve parkeye saçılmış şeylerden ibaret bir depoyken dahi burasının içinde bir kilise olduğunu görebilirdiniz. Sonra camdan yandaki bir binayı işaret etti. Üst kattaki berberi ve diğer her şeyiyle bir kamu merkezi olmalıydı. Cecil birçok insanın neden Cam bir çek yazmıyor da burası bir anda bitmiyor diye sorduğunu söyledi. Neden iki yıl beklenecek ki? Çünkü eğer kilise organik olarak büyümezse, kalıcı olmaz diye açıkladı. Uzun vadeli düşünüyor.

Aynısı oğlunun kariyeri için de geçerli.

“İnsanlar 100 milyon dolarlık atleti istiyorlar ve onu elde etmek için her şeyi yapmaya hazırlar. Böyle insanlar var ve onları püskürtmek de benim işim.”

Gurur duyuyor mu?

“Son derece. Ama ihtiyatla iyimserim. Çünkü Cam sınırların ötesinde bir yıl geçirdiği için bolca yeni hayran ediniyor, peki üç yıl sonra nerede olacak? Beş yıl? On yıl? Bir baba olarak benim görevim ona yol göstermek. Bazı kutlamalarla süslü kariyerlerin sona erdiği gibi bitmesini istemiyoruz. O şekilde olsun istemiyoruz.”

Depodan geriye doğru yürürken, Cecil’i ön sıradaki çocukları selamlayıp ellerine vaazdan notlar sıkıştırdığını görüyorum ve kendisi ile oğlunun haftalık rutinleri arasındaki paralelliği düşünüyorum. Amerikan futbolu ve Hristiyanlık arasındaki en belirgin bağlantı, elbette pazar ayinleri. Cam ve Cecil pazartesiden cumartesiye tüm haftalarını pazar günkü birkaç saat için hazırlanarak geçiriyorlar. İkisi için de o birkaç saatlik performans, vaaz vermek ya da top fırlatmaktan çok daha öte; onları kendileri yapan gelenekleri aktarıyorlar.

“Afrika asıllı Amerikalıların kilisesi kölelik günlerinden bu yana kişileri ve insan olarak görülmedikleri bir ülkede siyahları insanlaştıran bir kurum olmuştur. Bir kilisede papazların lideri, yer gösterici ya da komitelerden birinin üyesi olabilirsiniz. En iyi kıyafetlerinizi giyersiniz çünkü pazartesi geldiğinde unvan sahibi biri olamayabilirsiniz. Size “bay” ya da “beyefendi” denmeyebilir. Bu tarz kurumlar sadece insanlaştırmıyor, aynı zamanda bir topluluk için umut veren yerler” diyerek açıklıyor durumu Ellison.

Cam Newton buradan geliyor. Afrika asıllı bir Amerikalı ve mükemmel olmak, siyah olmak ve saygı duyulmak, siyah ve umutlu olmak gibi şeylerin normal olduğu bir yerden. NFL’in ve toplumun büyük bölümünün aksine siyah insanların görülmez olmadığı, tamamen insan olduğu bir yerden.

Bunların hepsini yaptırdığı touchdown’larda görebilirsiniz. Sahada açıkta bir takım arkadaşını ya da kendine uygun bir yolu bulmak için doğaçlama hareket ediyor, mental ve fiziksel olarak da bir adım ileride. Ellison bunu kilise vaazındaki yaratıcılığa ve doğaçlamaya benzetiyor. Başarıyı kutlarken de doğduğu yerin yaratıcılığını sadece dans ederek değil, kendisi olarak da yansıtıyor. Son olarak da gülerek tribünlere gidip topu ön sıralarda oturan bir çocuğa veriyor.

Bu, Cam Newton’ın kusursuz olduğu anlamına gelmiyor. Cam Newton bile böyle düşünmüyor. “Bu dünyaya kusursuz olarak gelen tek bir insan vardı ve hepimiz onun kim olduğunu biliyoruz. O, Cam Newton değil, siz de değilsiniz, başkası da…” Bunlar geçen hafta bir basın toplantısında Cam Newton’ın ağzından çıkan sözler.

Ellison’a Cam’in o basın toplantısında söylediği başka bir şeyi de soruyorum: “Siyah bir quarterback’im ve bu çoğu insanı korkutuyor olabilir çünkü beni kıyaslayacak bir şey görmediler.”

Cam, sadece büyüdüğü yerde öğrendiği gibi siyahların mükemmel olmasının normal bir beklenti olduğunu mu söylüyordu? Yoksa şehrine ve inancına uygun olarak sisteme meydan mı okuyordu?

“İkisi de.”

İlginizi çekebilecek diğer içerikler

Sessizliği Kırmak

Sessizliği Kırmak

3 sene önce
Kazanmak

Kazanmak

4 sene önce
Dönemler Üstü

Dönemler Üstü

4 sene önce