1996 yazı Türkiye için önemli bir başlangıçtı. Fakat o günleri yaşarken henüz bir başlangıç olduğundan haberimiz yoktu. Televizyon başındaki taraftar da sahadaki futbolcu da aynı duygunun esiri olmuştu. Yıllar boyu hasret kalınan, hatta daha önceden bilinmeyen bir heyecan yaşanıyordu. O günlerin devamının geleceğinden şüphelerimiz vardı. Yakalanan ilk ve tek fırsatı sonuna kadar kullanmak istiyorduk.
Bir ömrü çay bahçelerinde başka ülkeleri destekleyerek geçirenler, hayatı boyunca futbola karşı mesafeli olanlar, bütün bir sene erken yatırılan ama o gün televizyon ekranının en önüne oturtulan çocuklar… Herkes o turnuvayı sonuna kadar yaşamak istiyordu. Bu duygu yoğunluğundan futbolcular nasıl kaçabilirdi? Üstelik o maçlar 8-0’lık kötü hatıraların aktörü İngiltere’nin sahalarında oynanıyorsa…
Alpay’ın Vlaovic’i düşürmeme kararı çok tartışıldı. Bazıları, Türkiye’nin en vukuatlı stoperlerinden birini fair-play ile özdeşleştirdi. Bir kesim ise ‘ilk elin günahı olmaz’ düsturunu yerle bir ederek Alpay’ı günah keçisi ilan etti. Aradan 19 sene geçti ve hâlâ konuşulan bu an ortak bir karara bağlanamadı. Oysa 19 senede, unutulmaz üç yaz daha yaşandı; sayıca az ama 1996’dan önce imkânsız gibi gözüken üç yaz… Alpay o günleri göreceğini bilse, acaba Vlaovic’i düşürür müydü? Veya Portekizli Fernando Couto ile 1996’da yerde kalmış olsa, Euro 2000’deki gibi yumruk atmayı düşünür müydü?
Futbol maçları fotoğraf kareleriyle ölümsüzleşirken oyunun kendisi çok daha hızlı bir şekilde akıyor. Yine de fotoğraf karesinde ayrıntılar ortaya çıkabiliyor. Bu fotoğraftan birkaç saniye önce Türkiye gol atabilirdi; eğer Alpay rakip ceza sahası önünde pas hatası yapmasaydı. Ve belki de pozisyon bu şekle dönüşmeyebilirdi; eğer Rahim Zafer, Vlaovic’ten çalım yemeseydi…
Sahanın nerdeyse 90 metresini son sürat koşan ve deparının başında topu kaptırmanın ezikliğini hisseden 23 yaşındaki Alpay, rakip forveti düşürmeyi belki de aklından bile geçirmedi. O pozisyonun son anında, kendisinden 19 gün önce doğan ve yıllarca arkasında duran/duracak Rüştü’ye bakmayı tercih etti. Ondan aldığı cesaretle pozisyonu akışına bıraktı. Önce Rüştü’ye güvendi, sonra kendisine… Son ana kadar bekledi, rakibini düşürmedi ve topu çizgiden çıkaramadı. Fakat o takımın birbirine ve kendine duyduğu güven, sonraki üç yazın yaşanmasını sağladı. Alpay belki de maçın sonucunu etkileyen anlık bir karar vermişti ama aynı zamanda, genç bir oyuncu grubunun tüm ülkeyi sırtlayacağı bir dönemin acı ve güzel ilk tecrübesini yaşatmıştı.
*Bu yazı Socrates’in Aralık sayısında yayımlandı. Derginin tüm sayılarını temin edebilmek için tıklayın