Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

Aralık 2015DergiEditoYorumKARAR BENİM

Socrates'in dokuzuncu sayısında ana konu: Kararlar.

Evde durmak onun için çok zordu. Babası neredeyse her gün onu dövüyordu, annesini de… Güney Auckland ve Tonga arasında geçen çocukluğu bir cehennem gibiydi. Çoğu zaman evden kaçıp bir köprünün altında sabahlamayı tercih ediyordu. 13 yaşına geldiğinde fizik olarak gelişmişti artık. Bir gece yine şiddet uygulamaya yeltenen babasını odanın öbür tarafına savurdu. Gücünü ilk orada gösterdi. Evden ayrılmak zorunda bırakıldı. Annesi onu Wesley Koleji’ne göndermeye karar verdi. Okuldaki hocaları, dev fiziğine rağmen hızına hayran kaldılar. 100 metreyi 10.8 saniyede koşabiliyor, gençlerde neredeyse tüm atletizm rekorlarını kırıyordu. Ragbiyle de okulda tanıştı. Çok çabucak nam salmaya başladı. 19 yaşına geldiğinde, 1994’te, ilk kez All Blacks’e; yani tamamen siyah formaları ile efsaneleşen Yeni Zelanda Milli Takımı’na seçildi. Ertesi yıl antrenör Laurie Mains, tecrübesiz oyuncusunu; Jonah Lomu’yu Güney Afrika’daki Dünya Kupası kadrosuna çağırmaya karar verdi.

Mains, kanat oyuncuları sakatlanınca onu ortadan alıp kenarda denedi. Son hazırlık maçında, Fransa karşısında, hayatında sadece beş kez oynadığı kanat pozisyonunda dört sayı yaptı. Mains, onu turnuvada da aynı taktikle oynatmaya karar verdi. Bazı sihirli kararları alırken farkına varmazsınız ya, bu da onlardandı.

Dünya Kupası’nın başlangıcıyla Jonah Lomu fenomeninin ortaya çıkışı aynı zamana denk geliyordu. 120 kiloluk ağırlığı, 1.96 metrelik boyu ile sahada arkasından sürekli rüzgar esen bir buldozere benziyordu. Önünde duran herkesi, her şeyi yıkıp geçiyordu. Hızlı, çevik ama çelimsiz kanatlardan sonra, Lomu pozisyonunu yeniden tanımlıyordu. İngiltere’ye karşı oynadıkları yarı finalde dört try (gol) yaptıktan sonra, rakip oyuncu Martin Johnson “Kendimi ragbi sahasında hiç bu kadar güçsüz ve çaresiz hissetmemiştim” diyecekti. Bir diğer İngiliz oyuncu Mike Catt’i sanki karşısında yokmuşçasına devirip geçişi ise onu mitolojik savaşçı Aşil mertebesine yükseltiyordu. Lomu’nun o gün yaptıkları, ragbi tarihinin en iyi bireysel maç performansı olarak anılacaktı. O, artık ragbinin ilk süper yıldızıydı.

Her şey mükemmel giderken 1995 finalinde Güney Afrika’ya mağlup oldular. En kritik dakikada, tam try’a giderken Joost van der Westhuizen onu durdurmayı başardı ve en büyük hayalinden etti. Fakat Güney Afrikalı, aynı esnada başka bir hayalin gerçekleşmesini sağlıyordu. Evet bu, Invictus filmiyle gündeme gelen finalin ta kendisiydi. Maçın ardından yeşil ragbi tişörtlü Nelson Mandela, kupayla poz veriyordu.

“Bunun bir parçası olmak fantastikti. Geriye dönüp baktığımda ellerim kupayı bir kulpundan yakalamıştı aslında. Fakat zaman geçiyor ve insanlar, ragbinin bir ulusun kaderine nasıl ışık tuttuğunu hatırlıyor. Nelson Mandela’nın tutkusu, sevgisi ve affediciliği ragbi sayesinde halka nüfuz etmişti. Ben ve arkadaşlarım kazansaydık, belki de böyle olmayacaktı. Geriye baktığımda hiç pişman değilim.”

O günü böyle hatırlıyordu Lomu, hem de bir daha Dünya Kupası kazanamayacak olmasına rağmen. Finalin ardından, Aşil’in tendonu kendini yavaş yavaş göstermeye başladı. 1996 yılı sonunda ‘nefrotik sendrom’ tanısı kondu. Böbrekleri onu yüz üstü bırakmaya karar vermişti. Buna rağmen inat etti ve 1997’de geri döndü, 1999 Dünya Kupası’nda yine büyük sahnedeydi. Muhteşem oynadı ama yine şampiyonluk gelmedi.

NFL’e gideceğine dair söylentilerin dillendirildiği bir dönemdi. Ancak ülkesinden ayrılırsa All Blacks forması giyemeyecekti, kalmayı tercih etti. 2003’e gelindiğinde, haftada üç kez diyalize girmek zorunda kalan bir böbrek hastasıydı. Böbreğindeki hasar uzuvlarındaki sinirleri etkilemeye başladığı için, 2004’te böbrek nakli şart oldu. Yeni Zelanda, en büyük süper kahramanı için seferberlik ilan etti. Radyocu arkadaşı Grant Kereama donörlüğü üstlendi. Lomu, yine ayakta kalmayı başarıyordu. Hatta 2005’te ragbiye tekrar döndü ama işler eskisi gibi gitmedi. Nakil böbreği, 2011’de teklemeye başladı. Morton’un Çatalı teorisindeki gibi; ne yaparsa yapsın aynı tatsız sonuca doğru gider gibiydi. O ise kendini çok yormaması gerektiği halde, “Ayaktayım” demeye çalışıyordu. Hatta benzer hastaların aksine baba dahi olmuştu. Bir gün, haftada üç gün altışar saat diyalize girdiği halde Güney Afrika’ya gitti. 1995 Dünya Kupası finalinde onu try’dan alıkoyan Welthuizen’i ziyaret edecekti. Güney Afrikalı ragbici ALS hastası olduğu için tekerlekli sandalyedeydi. O da Lomu gibi mücadele ediyordu.

“Joost seni nereden tanıyorum biliyor musun? Beni o finalde düşürmüştün. Tarihin değişmesine
karar vermiştin. Bizi bağlayan da bu. Savaşmayı asla bırakma dostum. Bu bizim yolumuz. Mücadele etmek. Başka bir seçenek yok.”

Jonah Lomu, sakin bir hayat sürmesi gerektiği halde 2015 Dünya Kupası için bu kez İngiltere’ye yol aldı. Sponsorların ilgisi nedeniyle onun da kupada olması isteniyordu. Usain Bolt’un olimpiyat oyunlarında olmaması gibi bir şeydi bu. O seyahat sırasında verdiği tüm röportajlarda, beş ve altı yaşındaki oğulları 21 yaşına gelene kadar yaşamayı arzuladığını söylüyordu. Onların da kendisi gibi travmatik bir çocukluk yaşamasını istemiyordu. Ancak geri döndüğünde 40 yaşında hayatını kaybetti. İkinci kez nakil listesindeydi.

Bu sayı, tıpkı Lomu gibi en zor ihtimallerle sınansalar da kendi kararlarını alabilenler için…

Mumford & Sons’ın, Broken Crown‘da dediği gibi:

“Kendi yolumu bulabilir ya da her şeyi mahvedebilirim
Bu alacakaranlıkta, bizim kaderimizi bizim kararlarımız çizecek.”

İlginizi çekebilecek diğer içerikler