Son yıllarda Avrupa futbolunu yönetenler fikstür çekimlerinden önce gizli toplantılarla bir araya geliyor olabilir. Ya da daha önce farkına varmadığımız ama internetin gelişmesi ve sınırların kaybolmasıyla dikkatimizi çekmemiş bir matematik döngüsü var. Veya bunların hepsi tamamen tesadüf! Son yıllarda, bir futbol sezonunun alelade bir pazar gününde Avrupa’nın birçok liginde derbilerin oynanması şaşırtıcı. Bu hafta da böyleydi. Roma’dan Kuzey Londra’ya; Ruhr bölgesinden Amsterdam-Rotterdam rekabetine… Bizim payımıza düşen ise Karşıyaka-Göztepe derbisi oldu. Bu sayede bir derbinin nasıl olmaması gerektiğini daha iyi anladık.
Karşıyaka-Göztepe derbisinin tarihi hakkında çok şey biliyoruz. Fakat güncel durumuna dair pek bir bilgimiz yok. Nedeni belli; 1996’da oynadıkları Türkiye Kupası maçından sonra bu güne kadar sadece 7 kez resmi maçlarda karşılaştılar. Arada TSYD kupaları vardı ama onlardan bir tanesi trajik bir olayla bitince -konunun futbol ve tribün meselesi olmadığı anlaşılsa da- bir daha o platformda karşılaşmadılar. Yani 1990’da dünyaya gözünü açan ve ‘kendimi bildim bileli futbol izliyorum” diyen bir futbolsever, kendini bilme süresini hesaba katarsak, 25 yaşına kadar sadece 7 tane Göztepe-Karşıyaka maçı izleyebilmiş oluyor. Aslında bu negatif bir durum olmayabilirdi. Çoğu sistemde az tüketilen daha değerli olabilir. Fakat öyle durumlarda -ve aslında her durumda- bir şeyler üretmek zorunluluktur. Göztepe-Karşıyaka derbisi yıllardan beri 1981’in mirasını yemekle meşgul olduğundan, üretimi de tüketimi de sağlayamıyor.
Bundan yaklaşık 10 gün önce, evinde sessiz sedasız bir şekilde televizyon izleyenler bir anda ekranlarında Mehmet Eren ile Giray Kaçar’ı gördü! Arkalarında diğer futbolcular, formalarını giymiş güzel kızlar ve tarz erkekler vardı. Derbi, reklamlardaydı. Dünyanın hiçbir önemli derbisi, insanlara reklamlarla tanıtılmaz. İnsanlar zaten o maçtan haberdardır ve bir taraf olmasalar bile heyecanla o günü beklerler. Türkiye’de Lazio-Roma maçına günler öncesinden tur planları yapılıyor. El Clasico’ya halen 2 hafta daha var ama şimdiden ‘Messi oynayacak mı, Ronaldo ne yapacak’ soruları İstanbul’daki kahvelerde bile soruluyor. Muhakkak bu derbiler de yoğun sponsor destekleri aldı ve pastalarını bu sayede kabarttı. Fakat bunu yapmadan önce, yıllar içinde bir emek verdiler. Derbi kültürü oluşturdular, derbi heyecanı yarattılar. Aslında karşımızda duran fark tam olarak Türkiye’nin ve Avrupa’nın siyasi-toplumsal ayrımı… Birileri mücadele ederek kendine katma değer üretirken, diğeri tepeden inme müdahalelerle ‘halka rağmen halk için’ anlayışından yola çıkarak pazarlamaya kalkıyor.
“Evet dünyada derbiler var, ama bizde de var. O zaman bunu izleyelim” ana fikri son on güne damga vurdu. Tamam bunu izleyelim ama nerede ve nasıl izleyelim sorusu kaçamak cevaplar buldu. Derbilere değer üretmekten bahsediyorsak, bunun bir numaralı sağlayıcısı ne sponsorlar ne başkanlar olur. Derbi tutku ve adrenalin olayıdır ve bu da öncelikle taraftarlarda yer alır, sonra da sahadaki futbolcuya yansır.
Türkiye’de taraftarlar stadyumlardan uzaklaştırıldı. Önce meşaleleri ve davul tokmakları yasaklandı, sonra bilet fiyatlarına zam yapıldı. Önce deplasman taraftarları yüzde 5 kontenjana sığdırıldı, sonra tamamen kalktı. En son olarak da Passolig geldi. Bir derbimiz var ama taraftarımız yok. Bir zamanlar seyirci rekoru kıran derbiyi izleme hakkı olan taraftar sayısı, yıkılan Alsancak Stadı’nı bile dolduramazdı. Bütün o ‘yarı yarıya’ çabası çok komik değil mi? Bugün gazetelere ‘futbol ailesi’nden yansıyan demeçler ”Demek ki yarı yarıya oluyormuş” minvalinde… Evet oluyor. Oluyordu da. Siz engellemeden önce de olmuştu. Daha da ötesi, bu derbiye yarı yarıya diyorsak; ortada gördüğümüz iki yarı; Karşıyaka ve Göztepe’ye ait değil. Stadın boş olan yarısı ve dolu olan yarısından bahsedebiliriz.
Bütün bir hafta, dostluk mesajlarıyla, ziyaretlerle, yenilen yemeklerle geçildi. Ortada bir futbol festivali varmış gibi. Ortada bir tribün şenliği varmış gibi. Bunlar yoktu. Bunlar olmayınca da sahaya inen de eksik kaldı…
Zeki Demirkubuz’un birçok taraftar için başucu özelliği taşıyan ”Che ya da Feyyaz” yazısını hatırlarsınız. Derbiden bir gece önce Feyyaz’ın ne yaptığını düşünen genç bir taraftar Cemil’den bahseder. Her taraftar biraz Cemil’dir. Heyecanlıdır. Ertesi günü düşünmekten zor uyur. O anda kahramanının da ne yaptığını merak eder. Acaba onlar da kendileri kadar heyecanlı mıdır? Yoksa soğukkanlı mıdır? Mesela o hikayede adı geçen Feyyaz Uçar, birçok derbi oynamıştır. Büyük ihtimalle bir taraftar kadar heyecanlı değildir.
Oysa, Karşıyaka-Göztepe maçı öncesi her iki takımdan da bir taraftarın Feyyaz yerine koyacağı herhangi bir kahramanı yoktu. Sahadaki tüm futbolcular da ilk defa bir Karşıyaka-Göztepe maçı oynadı. Tamam, belki iki takım da son 20 senede sadece 7 kez karşılaştı ama çok değil iki sezon önce aynı ligde mücadele etmişlerdi. Buna rağmen derbiyi bilen oyuncu yok! Yani bu iki takımın 11’inde de üç sezon üst üste takımda kalan tek bir futbolcu yer almıyor.
Karşılaşma öncesi başkanlar birbirlerini ziyaret etti, yemekler yendi, dostluk mesajları verildi. Yöneticiler; gazetelerde manşet oldu. Söylenen sıcak sözler, şehrin ileri gelenleri tarafından olumlu karşılandı. Futbol ailesi, sıcak mesajlar yolladı. Bu 10 günlük kutlu derbi haftasında işlerini çok iyi yaptılar. Peki asıl yapmaları gereken bu muydu? Mesela bu sözler yerine; taraftarın saha içinde bağ kuracağı birkaç tane oyuncu yaratabilselerdi? İzmirliler kendi şehrinin takımlarından herhangi bir futbolcuyu izlemek için heves duymuyorsa, ülkenin geri kalanı neden izlesin?
Her iki takımda da bir tane ”Feyyaz” olmaması, bu iki kulübün neden bu yüzyılda sadece 7 kez karşılaştığının ve neden hala alt liglerde olduğunun en önemli kanıtlarından biri. Devamlı bir sirkülasyon, devamlı bir değişim. Futbolcular değişiyor, ligler değişiyor, Üretim kanalları yine kapalı. Roma; Totti-De Rossi bağlantısına Florenzi’yi ekleyecek. Tottenham Harry Kane’i kahramanlaştırıyor. Aubameyang, oynadığı son üç derbide de gol attı. Kuyt, seneler sonra geri döndüğü Feyenoord’da camiayı sırtlıyor ve ayakta alkışlanıyor. Göztepe ve Karşıyaka’nın esame listesinde ise bu sembollerin hiçbiri yok. Listede adı yazanların, bir sonraki sezon bu takımlarda olacağı bile meçhul. O zaman şehrin insanları nasıl aidiyet kuracak? Nasıl bir bağ kurup maça gelecek?
TFF de derbiye gereken önemi verdiğini göstermekten geri kalmadı. Maça en iyi hakemini, FIFA kokartlı Cüneyt Çakır’ı atadı. Bir yemeği yapmayı unutup, tencerenin üzerine en güzel sosu atmak da tam olarak böyle bir şey… PTT 1. Lig sert bir lig. Saha içinde kendisine ait bir dinamiği var. Evet futbolun dili bir, kuralları aynı ama burada ‘ligi bilen’ isimler her zaman biraz daha önemli. Bu maçı önemsediğinizi göstermek için elinizdeki tek iyi hakemi vermek yerine, elinizde birçok iyi hakem olmalıydı. Ve bu ligde maç yönetmeye alışkın olan birini görevlendirmeniz gerekiyordu. Çakır kötü maç yönetmedi. Ama Barış Başdaş’ı başka bir PTT 1. Lig hakemi oyundan atmazdı. Barış Başdaş bunu Şampiyonlar Ligi’nde yapsaydı belki bütün hakemler kırmızı kart gösterirdi. Fakat PTT 1.Lig’de çıkmaz. Hakemler hata yapabilir. Mesela iki sene önceki derbide Hüseyin Sabancı gibi… Hatta Sabancı’yı düşününce Cüneyt Çakır çok iyi bir maç yönetti. Fakat başka bir olay var ortada. Maçın 24. dakikasında bu ligi yakından takip edenler bir dışlanmayı hissetti. Aslında kentsel dönüşüm benzeri bir andı. Yıllardır buradasınız, yaşadınız, bütün olumsuz özelliklerine rağmen ilgi gösterdiniz; sonra birileri geldi ve bu yaşadığınızın çok değerli olduğunu söyledi ve sizi oyundan attı!
Daha iyisini üretemeyince, olaya hakim olmayan birini görevlendiriyorsun. En ünlüsünü… Üretmemişsin ama pazarlamaya çalışıyorsun. En iyi paketi hazırlıyorsun.
Aslında ekonomide çok basit bir gerçek var. Önce bir şey üretirsin, ondan sonra onu pazarlarsın. Ürettiğin şey ne kadar kötü olursa olsun, onu iyi pazarlarsan kâr edebilirsin. Ürün çok kaliteliyse ve çok iyi pazarlıyorsan zaten muhteşem noktayı yakalamış oluyorsun. Hatta ürünün iyi pazarlaman kötüyse bile en azından ”başarısızlar” listesinde kendine yer bulabilir ve yine de insanların kulağına gidersin. Fakat hiçbir şey üretmeden pazarlamaya kalkarsan bu hayali ihracata girer. Göztepe-Karşıyaka derbisinin son yıllarda başına gelen tam olarak budur. Şimdi, bu iki kulübü bir kez daha kaderiyle ve kötü yönetimleriyle baş başa bırakalım; bir sonraki derbide karşımıza yeni bir ambalajla bir kez daha sunulana kadar…