‘Kulübün sahibi taraftardır’ geçmiş dönemde uygulanabilir olmasa da tribün ahalisi tarafından savunulabilen bir önermeydi. Ne olursa olsun, karar mekanizmaları üzerinde tehdit oluşturuyordu. Belki istediklerini kesin olarak yaptırmaya gücü yetmiyordu ama yönetimlerin taraftar isteklerini de düşünmesine neden oluyordu. Futbol her ne kadar geniş kitlelere yayılan bir oyun olsa da tribün-kulüp-sporcu üçgeni oldukça dar bir havuzdu. Kompakt yapı, iletişimin daha net sağlanmasına yol açıyordu. Lafı dolandırmayalım; taraftar memnuniyetsizliğini dile getirmek istiyorsa tribünde, daha sert ve yakın bir tepki istiyorsa tesislerde kendine alan açabilirdi. Zaten taraftarın da hemen hemen bütün derdi saha içiydi. ‘Kulübün sahibi olma’ dürtüsünü de burada yaşanan olaylar belirliyordu.
Artık taraftar ‘sahip’ sıfatına sahip olma umudunu bile terk ediyor. Kağıt üzerinde kabul edilebilecek bir durum değil. Yıllardır, işletme müdürü olduğunuz lokantaya (yine de sahip değil ama müdür) artık müşteri olarak geliyorsunuz. Aşçılar, garsonlar, muhasebeciler, kuryeler; hepsi sizden çekiniyordu. Bir mesafe vardı. Ama aynı zamanda bir iletişim, beraber karar verme, durumu söz konusuydu. Şimdi ise müşteri olarak içeridesiniz. Sınırsız saygı, güleryüz, ekibin sizden fikir ve emek almadan kendi yaptığı ürünü beğendirme çabası.
Bire bir aynı örnek değil belki ama gelinen durumu anlamak için açıklayıcı olabilir. Taraftar, kendisine dayatılan yeni alana (daha doğrusu sürüldüğü yeni alana) çok çabuk uyum sağladı. Artık, kulübün geleceğini ve başarısını düşünmüyor. Yeni hedefi; müşterisi olduğu lokantanın onu rezil etmemesi. Müşterilerin sık sık söylediği gibi; ‘paramızla rezil olmayalım’ korkusu… Fakat ‘rezalet’ toplumdan topluma, hatta en ufak gruplar arasında bile değişebilen bir kavram olduğu için, o lokantanın en ünlü yemeği ‘salça’ oluyor.
Bir sabah uyanıyoruz ve sosyal medyada futbol gündeminin birinci sırasında, bir kulüp kanalında sahnelenen 1 dakikalık gösterinin olduğunu görüyoruz. Üstelik bir pazar günü. Futbolun en aktif olduğu, maçların oynandığı ve oynanacağı, puan hesaplamalarının, ideal kadroların konuşulması gereken bir günde ortaya hafif sanal ama çokça öfke soslu bir ‘infial’ sunuluyor.
BJK Tv’deki programı, en azından programın o ‘çıldırtan’ bir dakikasını muhakkak izlemişsinizdir. Evet gerçekten başarısız, insanın ağzını açık bırakan, hatta belki de rakip taraftarlara alay konusu yaratacak kadar ‘gülünç’ bir ‘şey’ var ortada (Şey kelimesini tırnak içine almamızı sağlayan az sonra değineceğimiz Rıdvan Akar açıklamasıdır). Bir dakika süren, belki ileri geri sarıp 3-4 kere daha izlenecek ve ondan sonra civardaki Beşiktaşlı bir tanıdıkla esprisi yapılarak kapanacak bir performans. Üzerinde en fazla 10 dakika konuşulacak, hafızası kuvvetli olanların seneler sonra hatırlatıp üzerinden geçeceği ama geri kalanın ertesi gün unutacağı bir sahne bir anda Beşiktaş Kulübü’nün ana konusu oldu.
Taraftarlar çıldırdı. Bu rezalete göz yumduğu için tüm yetkili birimlere şikayetler sunuldu. Hatta bazı ortamlarda şikayet küfre dönüştü. Camianın son yıllardaki basiretsizliğinden dem vuruldu, iş bilmeyen yönetim eleştirildi, kulüp üzerinden menfaat sağlayan sanat dünyası tepkilerden nasibini aldı. Taraftar kendisini hâlâ ‘sahip’ olarak görüyor ve tepki verme ihtiyacı hissediyor. Alışkanlığı gereği kulübü koruması gerek ama alanı yok. Artık stadyumda değil. Takımla ilişkisi yok. Oyunla ilgili tek bağı, kombine satın alıp kendi koltuğunda oturarak maç izlemek. Bir de her yaz forma satın almak. Oyundan uzaklaşıyor ama sahibi olduğunu düşündüğü şeyden kopamıyor. Eskisi kadar emek veremiyor. Oyuna dahil değil. Fakat hâlâ lokantanın içinde. Masasına bir çorba geliyor ve çorbayı beğenmeyince ‘Ben buranın sahibiyim’ duygusunu yeniden hatırlıyor. Yanlış olanı düzeltmesi gerektiğini hissediyor.
Ama aslında o sadece bir müşteri ve işletme, müşteriye ‘müşteri her zaman haklıdır’ savından bal çalarsa sorun kapanır. Bu nedenle kulübün yetkilileri bu öfkeye sessiz kalamadı. Programın görüntüleri Youtube’dan kaldırıldı. Daha sonra programın kendisi BJK TV’ye veda etti. Daha şaşırtıcı olan, kulübün iletişim danışmanı Rıdvan Akar, bütün Beşiktaş camiasından özür diledi. Açıklamada, performans kelimesi tırnak içine alınarak küçültüldü, daha sonrasında ‘Şey’ olarak tanıtıldı. Yani kulübün daha akil olması gereken bireyleri de durumdan rahatsız olduklarını satır aralarında gösterdi. Belki de göstermek zorunda kaldı. Akar, açıklamasında Beşiktaş taraftarının rencide olduğunu söyledi.
Üç tane amatör tiyatrocunun kulüp televizyonunun sabah programındaki bir dakikalık gösterisi camiayı rencide etmişti. İnanabiliriz. Fakat sanki taraftar rencide olmadı da müşteri kahvaltıyı beğenmedi. Çünkü ortada rencide edilecek bir durum yok. Doping yapan doktor, şike yapan yönetici, tribünde olay çıkaran taraftar, rakibine tüküren, kendini yere atan sporcu gibi durumlar söz konusu değil. Bir taraftar bunlardan rencide olabilirdi, bunlardan rencide olmalıydı. Hatta ülkenin ‘başarılı olma’ dayatmasını bile sportif rekabet içinde anlaşılır görürsek; o sabah programında rakibine yenilen, fark yiyen, şampiyon olamayan bir takım dahi yoktu. Açıkçası ortada hiçbir şey yoktu!
İşin aslı ortada öfkeli bir kalabalık var. Bu sadece sporda değil, toplumun, ülkenin her yerinde söz konusu. Tahammülsüz, nefret dolu ve asabi bir toplum… Taraftarlık bu kavramın neresinde? Belki de en ateşli tarafında. Çünkü o artık oyunun içinde değil. Belki oyunu da önemsemiyor. O nedenle öfkesini devamlı kusacak bir alan bulmak zorunda. Belki de en sağlıksız olanı. Sinirli bir adamı serbest bırakırsanız; koşarak, bağırarak, duvara yumruk atarak, arabaya binerek sakinleşebilir. Ama elini kolunu tutarsanız, size yumruk atmaya çalışır.
Kendisine eskisi kadar geniş yer bulamayan taraftar (üstelik eskisinden daha öfkeli) önüne gelen en ufak negatif durumda zehrini atmaya çalışıyor. Bu da bir sabah programının yayından kalkmasına ve üç tane tiyatrocunun küfür yemesine neden oluyor. Her iki taraf da memnun. Taraftar kendini yeniden sahip olarak hissetti (üstelik stadyuma bile gitmeden), kulüp de müşterinin beğenmediği ürünü piyasadan çekti, yenisini hazırlamak için köşesine çekildi. Taraftar – kulüp ilişkisinde yeni çağ bundan sonra böyle yaşanacak.