“2001-02 sezonunun son maçından önce Arsene Wenger’in odasına girdim. Kontratım bitiyordu ve futbolu bırakmaya karar vermiştim. Ama yine de içimde bir umut ışığı yok değildi; çünkü Arsene’in kararımdan haberi yoktu ve belki de bana ‘Hayır Lee, bir sene daha bizimle kal’ diyecekti. Bu düşüncelerle odasına girdim. Beni nazikçe karşıladı, dinledi ve ardından koltuğuna yaslanıp ‘Hayır Lee, bırakma zamanın geldi’ dedi. İlk anda bu sözler bir hançer darbesi gibi gelmişti ama Arsene tamamen haklıydı; yapacağımı yapmıştım ve artık gitme vakti gelmişti. Bu yüzden, odadan çıktığımda büyük bir ferahlama hissettim. Belki o da önceki gece aynaya bakmış, kendisiyle benzer bir diyaloğa girmiş ve ‘Zamanı geldi Arsene’ demiştir.”
Arsene Wenger ile Arsenal’ın 22 yıllık birlikteliğinin sona erdiğinin açıklandığı gün, Fransız menajerin eski öğrencisi Lee Dixon, hislerini böyle özetledi.
Bense Londra’nın kuş uçuşu 2500 kilometre ötesinde, İstanbul’da, bir bilgisayarın başında oturuyor ve malum konuya dair neler yazabileceğimi düşünüyorum. Dixon kadar şanslı değilim, Wenger ile ortak anılarım yok. Benimkiler; ziyadesiyle tek taraflı, yıllarca ekran başından takip ettiğim iki boyutlu Arsenal ve Arsene Wenger anlarından ibaret.
Hâl böyleyken kalkıp da size Arsene Wenger’in Arsenal için anlamından, oynattığı zirve futbolundan ya da yarattığı ‘Yenilmezler’ ordusundan bahsedecek değilim. Ama söz edebileceğim şeyler de yok değil; insanlığından, nezaketinden, zarafetinden, temsil ettiği değerlerden konuşabiliriz. Yahut adanmışlığından…
“Eğer Tanrı gerçekten varsa ve bir gün yukarıda karşılaşacaksak, bana ‘Hayatını neyle harcadın?’ diyecek. Benim de ona verebileceğim tek cevap, ‘Futbol maçlarını kazanmaya çalıştım’ olacak. Sonra bana ‘Tek yaptığın bu muydu?’ derse ona yine tek bir cevap vereceğim: ‘İnan ki göründüğü kadar kolay bir iş değil.’”
Hayatını mutlak bir adanmışlıkla geçiren bir adamın üstteki son cevabını kendi üzerinize de alınabilirsiniz. En azından, ben öyle yaptım. Kendimi Tanrı’ya eş koştuğumdan değil; onu, içinde bulunduğu şartları, imkânlarını, önceliklerini ve niyetini daima doğru biçimde ölçüp tartmayı beceremediğimden, işinin zorluğunu anlayamadığımdan… Öyle ki kulüp sitesinde yayımlanan veda yazısındaki asaleti sindirdikten sonra, son yıllarda ona babasına kızgın şımarık bir ergen gibi davrandığımı idrak ettim ve bu idrak hâlim, İngiliz spor yazarı Henry Winter’ın The Times’taki şu satırlarını okuduktan sonra iyiden iyiye pekişti…
“25 yaşında bir Arsenal taraftarıyla konuşmuştum, annesi babası o çok küçükken ayrılmış. Bana dedi ki: Wenger’le hiç tanışmadım ama ona karşı hep iyi hisler besledim çünkü o benim hayatımdaki en sürekli erkek figürüydü. O benim için bir ‘sabit’ti.”
Benim için de öyleydi; hayatımın son 15 yılındaki en sürekli erkek figürü, bir ‘sabit’, bir kerteriz noktası, bir doğru-yanlış turnusolü, bir mutluluk/heyecan reaktörü ve sevgi-saygı sembolüydü. Yazar Louise Taylor, 2016 yılında Wenger’in Arsenal’daki 20. yılı şerefine kaleme aldığı makalede “O, bir felsefenin kölesi; zihninin en derinlerinde, seyahat etmenin varmaktan daha iyi olduğuna inanan bir adam” demiş ve başından beri anlatamadığım ne varsa tek bir cümlede özetlemişti aslında. O, beni değiştirmişti; her zaman kazanamayacağım gerçeğini sindirmemi ve hakkı verilmiş bir temsilin de değerli olduğunu anlamamı sağlamıştı.
Şimdi ise ben, benim ben olmama katkı sağlayan insanlardan birinin artık benle olmayacağı gerçeğiyle yüzleşmek zorundayım. Hayatımdan tamamen çıkmadığının ve yok olup gitmediğinin farkındayım ama temas noktalarımızın azalacağı, denk gelişlerimizin seyrekleşeceği ortada ki zaten o da “Bu, artık onlarla birlikte yaşayamayacağınızı bilseniz bile çocuklarınızın daima mutlu olmasını dilemek gibi” demiş ve bir ebeveynin yuvadan uçan çocuğunun ardından neler hissettiğini en nahif biçimde dile getirmiş. Dokunuyor mu? Dokunuyor…
Arsene Wenger’in bendeki anlamı üç aşağı beş yukarı böyle, daha da uzatmayayım. Ama bir de futbola emanet ettiği miras var ki asıl, onu da bırakayım, The Independent’tan Jonathan Liew anlatsın…
“Futbol, insanların duygularına dokunmadığı sürece anlamsızdır; mutluluk, hüzün, süreklilik, çaresizlik, sıkıntı, inanç, umut, aşk gibi… Futbol, Wenger’siz devam edecek. Wenger de hayatına futbolsuz devam edebilir. Ama emin olun ki oyun, onsuz daha soğuk, daha kusurlu ve daha duygusuz olacak. Bu da onun mirasıdır.”
*Bu yazı Socrates’in 2018 Mayıs sayısında yayımlanmıştır. Tüm sayılarımıza buradan ulaşabilirsiniz.