Bu röportaj ilk olarak Socrates’in Aralık 2018 sayısında yayımlandı. Tüm sayılarımızı bu adresten temin edebilirsiniz.
Kendi yaş kategorisinde alınabilecek tüm madalyaları kazanan genç bir adam, evinden kilometrelerce uzakta hayalleri için her gün azimle çalışmaya devam ediyor. Bugün çoğu kişinin adını dahi duymadığı altın çocuk, 2020 Olimpiyat Oyunları’nda Türkiye’nin en önemli madalya umutlarından biri olacak. Neo’nun kurşunlardan kaçtığı gibi yumruklardan kaçan Tuğrulhan Erdemir ile kariyerini ve hayallerini konuştuk.
Herkese nasip olmayacak başarılara imza attın. Sohbeti kariyerinle açalım…
Türkiye’de en son 11 yaşında yenildim. Sonra o maçın rövanşını da aldım. Elde ettiğim her başarıdan sonra hocam “Mühim olan zirveye çıkmak değil, zirvede kalmaktır” diyerek beni daha fazla çalıştırdı.
Üst Minikler Avrupa İkinciliği, Yıldızlar Avrupa İkinciliği, Yıldızlar Dünya Şampiyonluğu, Gençler Avrupa ve Dünya Şampiyonluğu, 22 Yaş Altı Avrupa İkinciliği, Akdeniz Oyunları şampiyonlukları yaşadım. Bu süre zarfında da kendi kategorimde tüm Türkiye şampiyonalarını kazandım.
Son umut olarak görülmek üzerinde bir stres yaratıyor mu?
Beklentilerin üzerimde stres yarattığı doğru ama tek sebep bu değil. Bizim camiada biraz çekememezlik de mevcut. Her başarının ardından “Bir önceki madalya şansa geldi” ya da “Gençler dünya şampiyonu oldu ama şimdi büyüklerde ne yapacak bakalım” minvalinde laflar kulağıma geliyor. Alıştım artık…
Yeni sistemde amatör boksta büyükler kategorisinde kask olmadan dövüşülüyor. Sen de artık kasksız bir şekilde ringdesin. 1999 doğumlu bir boksör olarak bu durum seni nasıl etkiledi?
Her ne kadar kask olmadan kaşımız, gözümüz açılıyor olsa da bence kaskın çıkması daha iyi oldu. Kask tabii ki hayat güvencesi fakat kaskla dövüşürken sürekli bir boğulma hissi yaşıyordum. Antrenör takıyor kaskı, sonra “Burası olmadı, kulağımız oturmadı” diye başlıyoruz. Şimdiyse daha rahatım, her şeyi daha iyi görüyorum, yumruklardan daha iyi kaçıyorum. Benim için avantaj diyebilirim.
Geçtiğimiz yıl 22 yaş altı kategorisinde Türkiye şampiyonu oldun. Sonrasında da aynı kategorideki Avrupa Şampiyonası’na gittin. O süreç nasıl geçti?
İlk büyükler turnuvam olduğu için biraz heyecanlıydım ama rahat geçtiğini söyleyebilirim. İlk turlarda maç yapmadığımdan ve final maçında rakibim benden daha tecrübeli olduğundan dolayı tedbirli davranmıştım ama maç içinde rauntlar ilerledikçe ısındım; istediğim yumrukları vurmaya başladım. Bugün tekrar dövüşsem istediklerimi ringe daha rahat yansıtırım. O Avrupa Şampiyonası’nda büyükler kategorisinde farklı bir dünya olduğunu gördüm. Kask olmayınca yüzümüze bir şey olacak mı diye kaygılandık.
Rakiplerinden çekindiğin oldu mu?
Aslında ben rakip seçmem. En iyi rakip gelsin isterim; Kübalı, Rus, Kazak fark etmez. En iyileri yenerek şampiyon olmak isterim. En nihayetinde finalde karşılaşacağız. Romanya’da ilk gün Kosovalıyı rahat yendim, sonra Rus rakibim Pavel Federov ile karşılaştım. O gün maçı alacağıma kimse inanmıyordu. Sadece Vedat Demirkol ve Ramazan Paliani hocalarımla ben o maçı alacağıma inandık. Ardından Rumen ve İtalyan rakiplerimi mağlup ederek finale çıktım. Final maçında Gürcü Lasha Guruli ile karşılaştım. Maç bitti, hakemin elinde mavi var, ben de mavi köşeyim. Maç benim zaten, hiç şüphe yok. İsteyenler de tekrar izleyebilirler maçı. Sonra hakem elini havada çevirdi, kırmızıyı gösterdi. Rakibimin eli havaya kalktığında şok oldum. Yalnızca ben değil, bütün tribün hayretler içerisinde kaldı. Çocuk da şaşırdı. Ringde sarılıp döndük, sonra sevinmeye başladı. Gürcü marşı okunduğunda Romanya’da bütün tribün ıslıkladı. Ben gümüş madalyayı aldığımdaysa şampiyon gibi alkışladılar. Bizim federasyon başkanımız da “Marşımız böyle yuhalansaydı ben o madalyayı çöpe atardım” dedi.
Hemen sonrasında çok iyi bir geri dönüş yaptın ve büyüklerde ilk altın madalyanı İspanya’daki Akdeniz Oyunları’nda kazandın.
Oyunlara gitmeyi çok istiyordum ama parmağımda ciddi bir sakatlık vardı. Bugün de aynı sakatlık devam ediyor. Hazırlık döneminde diğer milli takım arkadaşlarım çalışırken ben yüzde yüzümü veremiyordum, bu nedenle de çok ağladığım oldu. O günlerde sağ olsunlar, Erol (Özkal) ve Hakan (Doğan) ağabeyler beni çok motive ettiler. Parmağım o kadar rahatsız ediyordu ki doktorla her maç öncesi “Bu maça çıkmasam mı?” diye konuşuyorduk. Her galibiyet sonrasındaysa “Deneyelim, olmazsa bırakırız” diyorduk. En sonunda altın madalyayı kazandım. Akdeniz’de benden yaşça büyük rakiplerle oynadım, önemli bir tecrübeydi. Oyunlar ile aynı tarihe denk geldiği için üniversite sınavına da giremedim. Aslında benim için zor bir karardı. Eğitimime de devam etmek istiyordum ama en azından sınava girmediğime değdi.
Hayatının büyük bir bölümünü spor salonunda geçiriyorsun. Türkiye Olimpiyat Hazırlık Merkezi’nde yatılı olarak kaldığın için sürekli kamptasın. Bu seni zorlamıyor mu?
Küçük yaştan itibaren kurduğum bir hayalim var. Bu hayalim için çalışıyorum. Ülkemize hiç yaşamadığı bir mutluluğu yaşatarak boksta olimpiyat altını kazanmak istiyorum. Bu hedefime giderken Avrupa ve dünya şampiyonaları gibi önemli basamakları sağlam bir şekilde, şampiyonluk olmasa da en kötü ihtimalle madalyalarla çıkmak istiyorum. Bu yolda bazen zorlasa da antrenmanları seviyorum. Zaten antrenman sevmeyen başarılı bir sporcu olamaz. 2015’ten beri ailemden uzağım ama teknoloji ilerlediği için çok sorun olmuyor, sürekli görüşüyoruz. Maçlardan sonra Kars’a gidip evde uzun süre kaldığımda buradaki kamp ortamını, yatakhanede yaptığımız şakaları özlüyorum.
Memleketin Kars senin üzerinde nasıl bıraktı?
Kars küçük ve soğuk bir memleket ama insanları çok sıcaktır, herkese kapıları açıktır. Benim oradaki arkadaş çevrem geniş değil. Bir kafede oturayım, muhabbet edeyim kültürüm de pek yoktur. Yıl boyunca eve çok az gittiğim için babam çok fazla dışarı çıkmamı istemez. Daha çok ailemle vakit geçiriyorum. Babamla aram çok iyi, ağabeyim ve dayılarımla arkadaş gibiyiz. Son dönemde Doğu Ekspresi ile bizim memleket meşhur oldu. Onun yanında Sarıkamış’ta ormanın içinde harika bir kayak merkezi var, kristal karın yağdığı nadir yerlerden… Bir de Kars’ta tarihî rivayet çoktur. Küçükken bize garip öyküler anlatılırdı. Mesela Kars Kalesi’ndeki bir kapının diğer ucu Rusya’ya kadar uzanırmış, tünele girenlerin bir yerden sonra feneri sönermiş.
Kars’ta kendine ayırdığın zamanlarda neler yapıyorsun?
Hayvanları çok seviyorum. İki kangal köpeğim var. Bakımlarını yapmak, onları gezdirmek çok hoşuma gidiyor. Yakında çiftliğimiz tamamlanacak, muhtemelen artık oradan çıkmam. Yeni hobim, atlar… Kendime güzel bir at almak istiyorum. Ben at üstündeyken köpeklerimle gezmek güzel olacak.
Boksa dönersek 2019’da seni neler bekliyor? Olimpiyat yolu nasıl olacak?
İlk olarak Türkiye şampiyonu olmalıyım. Türkiye’de sıralamaya giren ilk üç kişi içinden Avrupa Şampiyonası için seçme yapıldığı için şampiyon olsam bile kampta iyi çalışmalıyım. Yeni sisteme göre Dünya Şampiyonası’na gidebilmem için Avrupa Şampiyonası’nda ilk sekize girmem gerekiyor. Eskiden böyle bir şey yoktu ama artık bu şekilde kota var. Dünya Şampiyonası’nda ilk dört sırayı alanlar ise olimpiyat oyunlarına doğrudan katılıyor. Eğer ilk dörde giremezsem farklı ülkelerde yapılan, bazen ilk ikinin bazen de şampiyonun olimpiyata gittiği kota maçlarına hazırlanacağım.
Kontra yumruklarınla fark yaratan, yumruklardan kaçmasını bilen, son dönemdeki en teknik boksörlerden birisin. Bunu neye borçlusun? Boksa başladığımda yaşım tutmadığı için torbayla çalışıyordum. Şimdi de beni çalıştırmayı sürdüren Vedat Demirkol o dönem Kars’ta hocamızdı. Ağabeyimi ters guard yapmaya çalışıyordu. Ben de torbaya ters guard vurmaya başladım. Suni solak Rafael Nadal gibi ben de suni ters guard oldum.
Boksörler için kilo düşme çok zordur. Selçuk Aydın “Biz o zayıf mankenler gibi kilo veriyoruz, belki de işimiz daha zordur” demişti. Bununla aran nasıl?
Kilo verme süreçleri bana yemek yemenin, su içmenin değerini öğretiyor. Su içerken bu suyu kilo düştüğüm günler için daha iştahlı içiyorum. Genel olarak da bazı arkadaşlar 60’tan 49’a 62’den 52’ye düşüyor. Bunu bilinçsiz bir şekilde zamana yaymazlarsa bir haftada düşüyorlar ama bu yöntem sağlıksız. Benim içinse çok sıkıntı yok. Ben üç günde 64 olabilirim. Ama çok ağır idman yapıyorum. Ben et yiyeceğim ki ağır idman yapabileyim. Antrenmana kilo düşmek için girersen o antrenmandan verim alamazsın. Maça 20 gün kala iki tabak yiyorsam bir tabağa indiriyorum. Yavaş yavaş düşüyorum.
Röportaja gelmeden evvel eşime “Bir boksöre ne sormak istersin?” dedim. Şöyle bir merakı var: Ringde hiç rakibine acıdığın oluyor mu?
Hiç olmuyor. Belki bazen antrenmanlarda… Boksa ilk başladığımda “Bunlar birbirine nasıl böyle vurabiliyor?” diye sormuştum. Ama ringe girdikten sonra acıma duygusu yok. Biz boksörler Hint Horozu gibiyiz. Kan Fotoğraf gördüğümüzde daha yırtıcı olabiliyoruz.