Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

FutbolÇıldırtan Denge: Hamza Hamzaoğlu

Hamza Hamzaoğlu ve Cüneyt Tanman'ın her açıklaması Galatasaraylı taraftarları rahatsız ediyor. Oysa çok da ilginç cümleler kullanmıyorlar. O zaman sıkıntı nerede?

Galatasaraylı taraftarlar, 2000-2008 arasında yaşadıklarının da etkisiyle, diğer rakiplerinden daha farklı refleksler üretmek zorunda kaldılar. ‘Oyuncuya dayalı düzen’ diye adlandırabileceğimiz sistem; 90’ların sonunda yaşanan başarıların olumsuz mirasıydı. Tribün ahalisi, dönemin efsanelerinin yarattığı güçlü atmosfer nedeniyle bu sistemi, daha doğrusu sistemsizliği fark edememişti. Dönemin en başarılı ama daha da önemlisi en karizmatik sporcusu Hakan Şükür’dü ve onun futbolu bırakmasının ardından (2008), ‘oyuncuya dayalı düzen’ hata vermeye başladı. Özellikle Arda Turan’ın takım kaptanı olduğu yıllar, Galatasaray’da bazı tartışmalar hiç bitmek bilmedi.

Fatih Terim’in yeniden takımın başına geçmesi ve başarıların yeniden kazanılması bambaşka bir havanın yerleşmesini, bazı sorunların ortada gözükmemesini sağladı. Fakat algılar açılmıştı bir kere. Galatasaray taraftarı, eskiden gördüğü ama aktörlerine kolay kolay konduramadığı “Yerli futbolcu hâkimiyeti” kavramını; takıma yeni katılan, Selçuk İnan (4 sezon), Burak Yılmaz (3 sezon), Semih Kaya (4 sezon) gibi isimler üzerinden kurmaya başladı. Bunun anti tezi olarak yerleşen yabancı oyunculara duyulan güven; belki de geçmiş zamanın günah çıkartmasıydı. Lincoln, Elano hatta Jardel’e karşı gösterilmeyen sahiplenme, kazanılan kupaların da etkisiyle Melo, Sneijder gibi yıldızlara sunuldu. Bunda yanlış bir şey yok; ama aynı başarılar kazanılırken takımda yer alan yerli futbolcuların gözardı edilmesi sıkıntılı bir sürecin başlangıcı oldu.

Tüm bunların ışığında 2015 yazına geldik. Galatasaray’ın son dönemdeki teknik direktörleri bu tartışmaları dışarıda tutmayı başarmıştı. Fatih Terim zaten dokunulmazdı. Roberto Mancini ve Cesare Prandelli de İtalyan’dı; yerli oyunculara imtiyaz göstermezlerdi. Hatta bir kesime göre onların, (özellikle Prandelli’nin) takımda başarısız olmasının nedeni yerli futbolculardı. Oysa yerli futbolcular (burada kasıt Burak, Selçuk gibi isimler) her daim takımda yer bulabilirken Bruma kadroya giremiyor, Sneijder istediği yerde oynatılmıyordu. Hatta Prandelli’nin son lig maçında, Trabzonspor karşısında (Galatasaray kendi sahasında 3-0 yenildi) ilk 11’de Sneijder yoktu.

Prandelli’nin ardından Hamza Hamzaoğlu gelince, bu tartışmalar yeniden alevlendi. Üstelik ilk günden… Hamzaoğlu-Sneijder polemiği temmuz ayından beri taraftarların dilindeydi. Ufak bir kıvılcım bekleyenler, ortamı harlamaya çalışsa da saha sonuçları alevi hemen söndürdü. Takım ligde sadece iki kez yenilirken, Sneijder şampiyonluğu saha içinde getiren en önemli isimlerden biri oldu. Ezber bozulmalıydı ama kabullenmek de zor oluyor.

Galatasaray’ın 2015 yazındaki tartışmalarının odak noktasında bunlar var. Eleştirilerin hedefinde ise Hamza Hamzaoğlu ve futbol şube sorumlusu Cüneyt Tanman yer alıyor. İkisi de Galatasaray’ın eski futbolcusu. İkisi de aslında futbol ortamının ihtiyaç duyduğu bir şeyi yapıyor; devamlı konuşuyorlar, olabildiğince şeffaf olmaya çalışıyorlar. Fakat bu taraftarları tatmin etmiyor. Daha da kötüsü; ikilinin söyledikleri daha farklı yerlere çekilip anlam kaymasına yol açılıyor.

İkili, 3 Haziran’da oynanan Bursaspor finalinden sonra yaptığı her açıklamada ana fikir olarak “denge”den bahsediyor. Takım içi denge, uyum, ahenk gibi kelimeler son bir aydaki açıklamaların özeti. Buradan bakınca; rahatsız bir durumun oluşmaması lazım. Kulüplerin ayağını yorganına göre uzatması artık zorunluluğun bile ötesindeyken ”Neden transfer yapılmıyor” diye hesap sorulması ve gelen ”takım içi denge” cevabının, yerli oyuncuları korumak için sunulan bir senaryo olduğu varsayımı, yaşanan çılgınlık halinin bir özeti gibi duruyor.

Oysa şu ana kadar şampiyon olan takıma Bilal Kısa, Lukas Podolski ve Lionel Carole transferleri yapıldı. Bilal için bonservis bedeli ödenmedi, Carole gibi potansiyelli bir genç oldukça uygun bir miktara alındı. Yıldız transferi isteyen bünyelere de Podolski sunuldu. Tanman’ın son olarak, “Zlatan Ibrahimovıc’e teklif yapmadık” demesi bile taraftarları sinirlendirdi. Dünyanın en iyi beş futbolcusundan biri olarak gösterilen ve aldığı para dudak uçuklatan Zlatan’a teklif sunulmamasını, Burak Yılmaz’ın takım içindeki hükmünün devam etmesine yoranlar var.

Bir örnek daha verelim. Eleştiren kesim, Burak ve Selçuk’un transfere yön verdiğini düşünüyor. Buradan yola çıkarsak; 6 ay boyunca Barcelona’da futbol oynayamayacak olan Arda Turan’ın Galatasaray’a gelip arkadaşlarıyla beraber olması onlar açısından oldukça sevindirici olurdu. Fakat Tanman, dünya yıldızı statüsüne ulaşan Arda transferi için “Böyle bir kiralama, Galatasaray açısından çok mantıklı değil. Kadronuzda oyuncular var, yeni transferlerimiz var (ikisi yabancı) ve 6 ay için kiraladığınız bir oyuncuyu oynatacaksınız. Bu durum futbolcu psikolojisi açısından da zor. Ligin ikinci yarısında olmayacağını bildiği bir futbolcu oynayacak ama o mevkinin bir başka ismi kenarda oturacak. Böyle bir kiralama takıma olumlu yansımayabilir” açıklamasını yaptı. Bu açıklama bütün tezleri çürütebilirdi fakat yansıması bu kez de ”Arda’yı istemiyorlar, yıldız istemiyorlar”a dönüştü.

Bu infial ortamının yaratılmasında bazı kilit açıklamaların önemli yeri var. Mesela yine Tanman’ın, “Pereira’nın özellikleri itibariyle Sabri’den ne artısı ne de eksisi var. Maxi Pereira’yı alırsak insanlar mutlu mu olacak” demeci iplerin koptuğu en net andı. Devamında, Hamzaoğlu’nun basında yer alan Huntelaar haberleri için “Elimizde Burak gibi bir golcü varken herkes neden transfer istiyor anlamıyorum. Burak daha fazlasını istediği için geçen sezon sakatlandı. Sakatlanmasa yine gol kralı olurdu” demesi taraftarları adeta çileden çıkardı.

İşte bunların hepsi, taraftarlara 2008’den miras kalan algının sonuçları. Fakat bu durumu daha başka okuyabiliriz. İki noktayı da birbirinden ayırmadan…

Hamzaoğlu ve Tanman, riskli bir tarz deniyor olabilirler. Bunun sonuçlarını sezon sonunda göreceğiz. Bu tarzın özü, eldeki kıt kaynakların verimli kullanımından oluşuyor. Gerçi oyuncu kadrosu oldukça şişen Galatasaray’da ‘kıt’ kaynaktan bahsetmek pek mümkün olmayabilir. Fakat bu şişkinliği yaratan ne devre arası transfer yapmadan iki kupa kazanan Hamzaoğlu ne de Mayıs ayında göreve başlayan Tanman’dı. Buna rağmen zamanında büyük paralarla transfer edilen, fakat transferleri yapanların verim alamadığı oyunculara Hamzaoğlu tarafından şans verilmesi; zamanında o paraların harcanmasından daha büyük eleştiri alıyor. Hatta, UEFA radarına takılan Galatasaray’da tartışmalar bir kez daha “Neden eldekileri kullanıyorsunuz, neden para harcamıyorsunuz”a dönüşüyor.

Peki bütün mesele yerli futbolcularla mı alakalı? Eğer öyleyse, Hamzaoğlu’nun takım içinde yer alan yabancı oyuncuları da korumasını nasıl açıklayacağız? Mesela; eğer yerli futbolcuların mutluluğu esas olsaydı, takımdan ayrılmak isteyen ve kampa gelmeyen Felipe Melo hakkında “Melo benim oyuncum. Geçen sezon fedakarlık yaptı. Ameliyattan sonra hemen kalktı ve bu takımın başarısı için mücadele verdi. Bir anda ‘gelmesin, istemiyorum’ diyemem. Gönül rızasıyla gelip oynaması benim için iyi ama gönülsüz gelecekse hiç gelmesin” demesi veya iki senedir kimsenin faydalanamadığı Bruma’nın kalmasını istemesi (Bruma kendi isteğiyle daha çok süre alacağı bir takıma gitti ama taraftar tepkisine rağmen Hamzaoğlu devamlı destekleyici demeçler vermişti) bir şey ifade etmiyor mu? Oyuncu grubu içinde yer alan herkesten (ama herkesten) faydalanmaya çalışmak, “yerli sevdası” olarak açıklanamaz herhalde.

Hamzaoğlu’nun geçmiş deneyimleri de buna benzerdi. Akhisar’ı 1.Lig’de tutarken de, Süper Lig’e çıkarırken de, Süper Lig’de kalırken de çok fazla transfer yapmadı. Elindeki oyuncular da kariyerinin herhangi bir dönemlerinde başarılı değildi. Yani; Bilal, Merter, Uğur Demirok gibi futbolculara ikinci baharlarını değil direkt ilk baharını yaşatmıştı. Oyuncularına sahip çıkması, onlara güvendiğini göstermesi ise Galatasaray’da eleştirilir oldu.

Peki gerçekten sebep bu mu?

Bütün bunların ışığında son bölümde şeytanın avukatlığını yapalım. Acaba tüm bu tartışmaların kaynağı 2008 algısı mı? Galatasaray’da yine o dönemlerden kalan bir miras varsa o da duyumculuk sektörüdür. Diğer takım taraftarları arasında çok rastlanmayan ama Galatasaray’da çok fazla sayıda, transfer dönemlerinde duyum pazarlayan ve bu sayede şöhret edinen bir kesim var. Açıkçası bu kesim, içinde bulunduğumuz yaz işsiz kaldı. Tahminimiz Hamzaoğlu ve Tanman, bu trafiğe yol açan yolları tıkadı. Bunun kanıtı olarak da hem Lionel Carole transferinin aniden ve basına yansımadan yapılması, hem de Hamzaoğlu’nun ‘Çok istedik” demesine rağmen transfer edilemeyen Kolbeinn Sigthorsson’un adının hiç duyulmaması gösterilebilir. Kaynaklar kuruyunca, ortaya haber atılmayınca, eleştiriler de geldi. Demek ki belki de asıl mesele transfer değildir. Rahatsız olunan durum, transferlerin tek elden yapılmasıdır. Sadece duyumcuların değil, yönetime yakın olanların bile o havzaya girememesi… Bu kitle, taraftarın zayıf karnı olan ”Yerli futbolcu” zaafını kullanarak yeni bir algı yaratmaya çalışıyor. Açıkçası şu ana kadar başarılı olduklarını söylemek gerek.

Fakat son söz sahada olacak. Tanman ve özellikle Hamzaoğlu, yarattıkları takımla ve oluşturdukları havayla bütün eleştirilerin önüne geçebilirler. Futbolun ve diğer spor dallarının böyle bir keskinliği var. Eğer, her şeye rağmen sahada sonuç elde edebilirseniz, cevap vermenize bile gerek kalmayabilir. Hayatın diğer alanlarında olmayan bir avantaj. Çizgilerle çevrili alanda olan bitenler oldukça net. Sonucun belirlenmesindeki birinci etmen ise saha içindeki oyuncular. Hamzaoğlu’nun sahada oynayacak olanlara güvenmesi ve bunu her fırsatta dile getirmesi doğru yolda olduğunun işaretlerinden…

İlginizi çekebilecek diğer içerikler

Tahterevalli

Tahterevalli

3 sene önce
Başka Bir Yol

Başka Bir Yol

4 sene önce
Hayal Albümü

Hayal Albümü

4 sene önce