*Bu yazının orijinali, Rory Smith imzasıyla The New York Times’da yayımlandı.
Faella’dan Arno Vadi’sine inen yol, tepeler boyunca kıvrılıp durur. Etrafta, adeta askerî nizamda dizilmiş üzüm bağları, karmakarışık zeytinlikler ve sık, karanlık, yabani ormanlar… Yolun zirve noktası Consuma’dan çevreye doğru bakacak olursanız; batıda Chianti, güneyde Arezzo ve kuzeyde Floransa manzaraları uzanır.
Consuma, yolculuğun sonu değil. İnce uzun servilerle gölgelenmiş sayısız virajlarla bezeli bir saatlik yolun ardından nihayet Stia adlı kasabaya doğru inmeye başlanır. Kilden yapılmış çatıların yeşilden bir okyanus arasına sıkıştırıldığı, araya Toskana idillerinin serpiştirildiği bir vadi gibidir Stia. Varır varmaz gözünüze çarpan ilk şeyse nehre nazır, tel örgülerle çevrili futbol sahası olacaktır.
Bir yılı aşkın bir süre boyunca, Maurizio Sarri’nin günde iki kere kat ettiği yol bu şekildeydi. Genellikle, yoğun bir iş gününün ardından 17.00’de Faella’dan çıkar ve geç saatlere kadar eve dönemezdi. Bazen de Arno vadisi boyunca uzanan kasabalardan birkaç arkadaşla yakıt giderlerini azaltmak için araba paylaşırlardı. Her hafta cumartesi günleri kısa bir antrenman, pazar günleri de maç için aynı yolu gidip geliyordu. Stia, o zamanlar Sarri’nin macerasının sonu gibi gözüküyordu. Şimdi bakıncaysa her şeyin başlangıcı…
Şimdilerde Sarri, Premier Lig’de ilk kez Chelsea’nin başında boy gösterdi. 59 yaşındaki İtalyan, Roman Abramovich’in sabırsız yönetiminde Stamford Bridge’e menajer olarak getirdiği 13’üncü isim. Selefleri Jose Mourinho, Andre Villas-Boas ve Rafael Benitez’i düşününce, arkasında ışıltılı bir futbolculuk kariyeri bulundurmayan ilk isim olmadığını söylemek mümkün.
Doğrusunu söylemek gerekirse Sarri, çoğu meslektaşından biraz daha yaşlı. Sarri menajerlik standartlarında artık antika olarak görülebilir ama elitler arasına girmek için biraz beklemesi gerekti. Empoli’nin başında İtalya’nın en iyi ligi Serie A’da ilk kez görev bulduğunda 55 yaşındaydı. 56’sında ise çocukluğunda çok uzaklardan desteklediği büyük takım Napoli’nin başına geldi.
Fakat onu benzersiz kılan şey, hikayesinin biraz uzun sürmesinden ziyade o hikâyenin içinde filizlendiği mekanlar…
Genel olarak bakıldığında elit seviyede bir menajer olmak için izlenen üç farklı yol vardır: Oyunculuktan gelinir (Pep Guardiola), bir akademide yüksek derece yapılır (Benitez) ya da tanınan ve saygın bir patronun yanında çıraklık yapılır (Mourinho).
Sarri bu yollardan hiçbirini izlemedi. Meslektaşlarına bakınca onun ezber bozan biri olduğunu söylemek mümkün. Kariyerinin büyük bir kısmını tam profesyonel futboldan uzakta geçirdi. Toskana yerel liglerinde yarı zamanlı olarak çalışırken bir yandan finans sektöründe tam zamanlı olarak Banca Toscana ve daha sonra Monte dei Paschi di Siena’da varlık yönetimiyle uğraştı. Bu arka plan zaman zaman onun aleyhinde kullanıldı. Bazı eleştirilerde sırf başka bir işte de çalıştığı için son derece sığ bir üslupla kendisinden “eleman” olarak bahsedildiğini söylüyor.
Fakat Sarri’yi tanımlayan da çizdiği bu alışılmadık rota. Amatör veya yarı profesyonel futbolculardan oluşan sessiz sakin köy ve uyuşuk kasaba takımlarına oynattığı coşkulu oyun.
Arno vadisinin etrafında, Toskana’nın romantik yaratıcılığı ve seyahat broşürleri arasında, Sarri’nin doğduğu kasaba Figline Valdarno ve yaşadığı Faella’ya bir saatlik mesafedeki bütün bu yerler, Sarri’nin eşsiz hocalık stilinin oluşmasına katkı sağladı. Teknik açıdan çeşitli bir zenginlik ve yanında Milan’ın ve İtalya milli takımının eski hocası Arrigo Sacchi’nin “ânında farkedilebilir” olarak tanımladığı, Sacchi’den geri kalmayan otoritesi…
Sarri her fırsatta Toskana’nın kendisinde bir iz bırakmadığını, kendisinin bizzat Toskana olduğunu söylerdi. Globalleşmiş ve yerellikten uzaklaşmış bir oyunda o, doğduğu ve yaşadığı yerlerin bir eseri. Toskana siyasetle bütünleşmiş bir yerdir, uzun süre İtalyan Komünist Partisi’nin kalesiydiler. Sarri’nin oyun felsefisi de bundan bağımsız düşünülemez.
Sarri’nin eski bir takım arkadaşı ve onun kafasına teknik direktörlük fikrini sokan insan olan Vanni Bergamaschi, onun Toskana’nın küçük takımlarındaki macerasını “cefa dönemi” olarak nitelendiriyor. Yavaş ve dolambaçlı bir yoldu fakat yapıcıydı da. Onun oyunundaki detayları keskinleştirdiği, stilini geliştirdiği ve ona önce Serie A’ya şimdi de Premier Lig’e uzanan hocalık yolunu açan Toskana dönemidir.
[mailerlite_form form_id=2]
Bergamaschi Sarri’yi anlatıyor: “Stia ilk basamaktı. Oraya bir oyuncu olarak 1990’da geldi. Bir defans oyuncusuydu fakat çok sık sakatlık problemleri yaşıyordu. O sene hocamız çok iyi değildi ve yönetim bir değişiklik yapmaya karar vermişti. Takım kaptanı olarak bana da fikrimi sordular. Maurizio, zaten oyuncuyken de neredeyse hoca gibiydi ve ben de onu önerdim.”
Başlangıç hikâyelerindeki kahramanların çoğunda olduğu gibi Sarri de kendinden pek emin değildi. Bergamaschi o süreci şöyle anlatıyor: “’Görevi kabul etmeli miyim?’ diye sordu bana. Ben de en azından hepimizi tanıyor olduğunu ve dışarıdan gelecek birine kıyasla daha çok şansı olacağını söyledim.” Tabi ki görevi aldı ve üstesinden de geldi.
“Oynayacağımız takımların maçlarını izlemeye başladı. Herkes hakkında her şeyi bilmek istiyordu. Unutmayın, burada en düşük seviyede oynuyorduk ve hiçbirimiz daha önce böyle bir şey görmemiştik. Diğer koçların hiçbiri, iyi olanları bile onunki gibi bir vizyona sahip değildi.”
Sarri İtalya’da insanların kafasında, sigara tiryakisi, Bukowski okuyan enteresan bir tipti. Daha sonra Bay 33 olarak anılmaya başladı. Bu, güya oyuncularına öğrettiği duran top taktiklerinin sayısıydı. Her biri personelindeki kişilerin isimleriyle anılıyordu. O ise bunu reddediyor ve gerçekte ancak yarım düzine kadar taktiği olduğunu söylüyor. Fakat bu çeşit bir planlama kabiliyeti, ilk günlerden onun oyuna yaklaşımının mihenk taşlarından biri oldu. Bergamaschi, o günlerde bile köşe vuruşları ve serbest vuruşlar için farklı farklı şablonları olduğunu söylüyor.
Sarri’nin detaycı yaklaşımı her zaman işine yaradı. Stia’da geçen bir senenin ardından havada kapılmıştı. “Çok fazla kulüpte çalıştı fakat hepsi küçük adımlar oldu” diyor Bergamaschi. İlki yaşadığı yerin takımı Faellese’ydi. Stia’dan biraz daha büyük ölçekli bir takımdı ve Sarri’nin iş için gittiği yol kısalmıştı. Stadyumda iki tribün vardı ve düzgünce kulübün renkleriyle boyanmışlardı. Yazın ortasında, ağustosun kavurucu sıcaklarında bile Stia’nın sahası kapalıyken Faellese’de çimlere yönelen birileri olurdu.
Oradan sonra da sırasıyla Cavriglia, Antella, Valdema ve Tegoleto’ya gitti. Ufak adımlar ve küçük maceralar… Ancak beşinci işinde, Tegoleto’da, ailesine de danışarak bankadaki işini bırakıp tüm zamanını futbola ayırmaya karar verdi. Sansovino’da en sonunda İtalya bölgesel beşinci liginden, dördüncü lig Serie D’ye yükselme başarısı gösterdi.
Daha sonra, işe başlamasının 13’üncü yılında, Sangiovannese’de nihayetinde oradaki oyuncularından biri olan Francesco Baiano’nun etrafında ciddi bir proje geliştirme fırsatı buldu.
Baiano’nun oradaki varlığı bile, küçük adımların Sarri’yi getirdiği noktayı kanıtlar nitelikteydi. Baiano, en iyi dönemlerine Napoli, Parma ve Fiorentina formaların giymişti. Milli takım kadrosunda bile iki kere bulunmuştu. San Giovanni Valdarno kasabasına, o dönem takımını Serie C2’den İtalyan futbolunun ikinci ligi Serie B’ye taşımakta kararlı olan başkan Arduino Casprini tarafından getirilmişti.
Sarri de aynı amaç için getirilmişti. O kadar uzakta çalışmamış olsa da yeteneklerinin şanı çoktan yayılmıştı. Baiano, Sarri’nin takıma katılışını anlatıyor: “Başkan, takımın en tecrübeli oyuncularından biri olarak benimle konuştu. Daha alt liglerde çalışmış bir hocayla anlaşacağını söyledi. Fakat çok zeki ve donanımlı biri olduğundan bahsetti. Ben de onu tam olarak böyle tanımlayabilirim. Serie A’da çok fazla hocayla çalıştım ama Sarri gerçekten harikaydı.”
Baiano, o zamanlar Sarri’nin kendisini meşhur eden taktiğiyle oynamadıklarını söylüyor. “O kadar teknik oynayabilecek kapasitede oyuncularımız yoktu. Daha çok kanatlara doğru oynuyorduk çünkü fazla sayıda hızlı oyuncumuz vardı. Kontra atak oyunu oynuyorduk. Şu anki Liverpool’a benzetebiliriz.”
Fakat yaklaşımı ve tavrı, günümüzdekiyle hiçbir farklılık göstermiyordu. Bunun ne kadar açık olduğunu kanıtlarcasına hem Baiano hem de Bergamaschi, Sarri’nin çalışma ahlakını aynı kelimeyle açıklıyor: Gurur okşayıcı. İkisi de Sarri’nin futbola yaklaşımı için ‘manyakça’ diyor. O bir manyak.
Onu Stia’dan Sangiovannese’ye ve aradaki bütün duraklara, sonrasında da Serie A’ya Napoli’ye ve şimdi de Chelsea’ye taşıyan tam da bu. Bulunduğu her yer, Toskana’nın çocuğunun başardıklarıyla gurur duyuyor. Figline Valdarno’da bir arkadaşı kafe-barı Caffe Greco’yu, kasabanın en meşhur çocuğu için bir mabet haline getirdi.
Sarri de onları hiç unutmadı. Bergamaschi, geçtiğimiz 1 Haziran’da 60’ıncı yaş gününü kutladı. Son yıllarda ancak birkaç kere iletişim kurmuşlardı fakat Sarri onu kutlamak için aradı. Stia’da beraber geçirdikleri zamandan, köprünün kenarındaki küçük sahadan, uzun yolculukların son bulduğu, büyük maceranın başladığı vadideki küçük kasabadan konuştular ve anıları yâd ettiler.
Çeviri: Barış Öztürk