*Bu yazının orijinali, The Players’ Tribune’da yayımlandı.
Pekâlâ, Jigglypuff’ı neden kimse sevmez? Cevabı tam da burada.
Super Smash Bros. Melee saldırganlıkla işleyen bir oyun. Fox’u, zeminde kayarken rakibine inanılmaz hızlarda bileşik taarruzlar yaparken izlersiniz. Sheik’i ise platformlar arası imkânsız manevralar yaparken… Falcon’un da, rakiplerini uzaya fırlatmadan hemen önce tüm arenayı susturan saçma sapan ataklarını görürsünüz bu oyunda.
Peki ya Jigglypuff? O farklı.
Yeni başlayacaklar için söylemeliyim ki o defansif bir karakter. Oyunun kendisine gelmesini bekler. Tuzağını kurar ve düşenin cezasını keser. Dinlenme(Rest) adlı bir hareketi var ve bununla oyundaki bütün karakterleri dondurabilir ki Melee oyuncularını bu denli sinir eden başka bir hareket yoktur. Bütün bu özellikler onu pek sevilmeyen bir karakter yapıyor. Bazıları onu nitelendirmek için ucuz kelimesini bile kullanıyor. Fakat ne var biliyor musunuz? Ben ona tam da bu sebeplerle aşık oldum.
Benim ismim Juan (Hungrybox) DeBiedma ve dünyanın 1 numaralı Melee oyuncusuyum. Son zamanlarda, sanki filmdeki kötü adam benmişim gibi hissediyorum. İnsanlar, zafer elde ettikten sonra çekip gitmemi sevmiyor, bilhassa o zafer Jigglypuff’la geldiyse. Kesinlikle turnuva kazanmak için kullandığım yöntemleri de sevmiyorlar. Fakat bu benim için pek önemli değil. Her hikâyenin bir kötü adama ihtiyacı vardır. Birçok açıdan bu rol bana oturuyor. Bana kalırsa kaderim çoktan çizilmiş.
Melee, EVO ana sahnesinde ilk kez 2013’te boy gösterdi. Geçen yıllarda Mang0 ve Armada ikişer şampiyonluk elde ettiler. Bense tek kupamı 2016’da aldım. O ikisiyle girdiğim rekabet, tüm profesyonel Melee kariyerimin hikâyesi oldu. Onlarla o kadar çok karşı karşıya geldim ki aramızda çarpık bir yakınlık doğdu. Onları arkadaşım olarak adlandırmayabilirim fakat muhtemelen Mang0’nun Fox’unu kendimden daha iyi tanıyorum. Kulağa tuhaf geliyor olabilir fakat başka türlü yapamazdım bu işi. Son on yılda Melee’yi dünyanın en önemli e-spor oyunlarından biri hâline getirdik. Önümüzdeki ay EVO’ya gidiyoruz ve ben inşa ettiğimiz şeyle gurur duyduğumu söyleyebilirim. Fakat, Vegas’tan o kupayı almadan dönmeyeceğim.
E-spor dünyasını takip etmeyen birine Melee’yi eşsiz yapan unsurları anlatmak zor fakat bir deneme yapacağım.
League of Legends ve Counter-Strike yayıncıları, oyuncuları için devasa turnuvalar ve profesyonel ligler organize ettiler. Fakat Smash için böyle bir durum söz konusu değildi. Bu topluluk daha çok kendi içinde örgütleniyordu ve turnuvalarımızı kendi kendimize finanse ediyorduk. Yalnızca bu oyunu delicesine seven insanlar destek veriyordu. Kendime Hungrybox dememden çok önce, Orlando’da yaşayan bir göçmen çocuğu olarak işin içine böyle girmiştim. Tabi ki orijinal Smash Bros’un da bir hayranıydım fakat Melee çıktıktan sonra bambaşka bir dünya oluştu. Arkadaşlarım ve ben, zamanımızın çoğunu bu oyunu oynarken onun ne kadar iyi olduğuna hayret ederek geçiriyorduk. Hızı, akıcılığı ve kontrolü, hepsi inanılmazdı. Tabi ki o zamanlar profesyonel olmak gibi bir niyetim hiç yoktu. Aklımın en ücra köşesinden bile geçmezdi. Motivasyonum, şimdinin çoğu e-spor yıldızının da eskiden sahip olduğu gibi yalnızca arkadaşlarımı tekrar ve tekrar yenmekti.
Ve öyle de yaptım. Fakat zaman geçtikçe arkadaşlarımı sürekli yener hâle geldim ve kendimi düşler kurarken buldum. “Adamım, bu işi bir üst seviyeye çıkarabilirsin belki de.” Sonra da her aptal gencin yapacağını yaptım ve Google’da Orlando’daki Melee turnuvalarını arattım. Orada da tüm ülkeyi gezip Smash sıralaması çıkaran bir topluluk olan Gigabits’i buldum. Gigabits, Central Florida Üniversitesi’nin yakınlarında yerel bir oyun merkezinde, eyaletteki en iyi oyuncuların da katıldığı aylık bir turnuvaya ev sahipliği yapıyordu. Ne kadar iyi olduğuma dair hiçbir fikrim yoktu ve turnuvaya katılmak bunun en kolay yolu gibi gözüküyordu. Kaydoldum ve çalışmaya başladım. Bilmediğim şeyse rekabetçi kariyerime başlıyor olduğumdu. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
[mailerlite_form form_id=2]
Gigabits’teki ilk oyunlarımı pek kazanamadım. Doğrusu paramparça edildim. Umarım kasetleri yoktur çünkü çok fena yeniliyordum. Kaybederken yaptığım sızlanmalardan bahsetmeye dahi gerek yok. Fakat dürüst olmak gerekirse, edindiğim en değerli deneyimlerden biriydi. Bugüne geldiğimizde bile Gigabits’tekiler aldığım en sert mağlubiyetlerdi fakat orada geçirdiğim her dakikadan memnunum. Sanırım beni tavlayan en önemli şey kaybederken bile Melee oynamaktan keyif alıyor oluşumdu. Galiba bu duyguyu en iyi anlayacak olanlar, oyunu gerçekten sevenler olacaktır.
Orada ilk günümde kazandığım deneyim hayatımı sonsuza dek değiştirdi. Kaybetmiştim ama ömrümde o kadar enerjiyle dolduğumu hiç hatırlamıyorum. Sadece arkadaşlarımla yapıyor olduğum basit bir şeyin aslında ne kadar büyük olduğunu görmek gerçekten sürrealdi. Böyle bir şeyi daha önce yaşamamıştım ve o zamandan beri, o enerjinin peşinden koşuyorum. Melee beni dünyanın dört bir yanına götürdü. Yolun sonu EVO oldu fakat başlardaki ufak turnuvalar, kariyerimin en iyi tecrübelerindendi. Onlara bana kattıkları için her zaman minnettar kalacağım.
Gigabits’te iyi değildim ama en kötüsü de olmamıştım. Son sıraya hiç düşmemiştim. Zaman geçtikçe oyunumu giderek artan bir hızla iyileştirmeye başladım. Fakat benim için en keskin dönüm noktası Hiroshi isimli başka bir Melee oyuncusuyla tanışmak oldu diyebilirim. Gigabits’te her gün Smash oynadığını görüyordum, geçmişte de beni turnuva dışına itmişti. Bir gün, okuldan sonra akşam yemeğine Wendy’s‘e gitmiştim(çünkü Wendy’s harika) ve tahmin edin o akşam Wendy’s’i kim idare ediyordu? Evet, Hiroshi.
Birbirimize baktık. Böyle yabancı fakat bir o kadar da tanıdık bir ortamda birbirimizi gördüğümüz için şaşkına dönmüştük. “Burada ne yapıyorsun?” diye sordu. “Asıl sen burada ne yapıyorsun?” diye cevap verdim. Sonrasında ne yaptığımı pek hatırlamıyorum. Galiba sadece sipariş verdim. Fakat o karşılaşma, gelecekteki yakın bir dostluğun fitilini ateşledi. Çok geçmeden, Hiroshi her cuma Melee oynamak için evime gelmeye başladı. Bizim için bir ritüel olmuştu artık. Birimizin yeteneği, diğerinin becerisini keskinleştirmeye yarıyordu ve oyundaki kritik eşleşmeleri öğrenebiliyorduk. Mesela Hiroshi, Sheik’le oynuyordu ve onunla geçirdiğim sayısız hafta sonu bana o karakterin güçlü ve zayıf yönlerini en ince ayrıntısına kadar öğrenme fırsatı verdi. Kazanmak için en ince detaya kadar odaklanmak zorunda olmak, oyunumdaki her özelliği iyileştirmemi sağladı. Zaten çok da geçmeden, turnuva zaferleri gelmeye başladı.
15 yaşındayken, ilk kez bir turnuvanın ilk üçüne girmeyi başardım. Harikaydı. Daha sonra katıldığım yedi yerel turnuvanın hepsinde üçüncü sırada yer aldım. Üst üste gelen üçüncülükler moralimi bozmasa da beni biraz sinir etmeye başladı. ‘Üçüncülük laneti’ olarak adlandırdığım bu durum yaşanırken aynı zamanda çılgınca şeyler oldu: Gerçekten biraz para kazanmaya başladım. Çok büyük miktarlardan bahsetmiyorum tabi ki, oradan 20 Dolar, şuradan 30… Fakat bir ergenken Melee oynayarak ufak da olsa para kazanıyor olmak rüya gibiydi. Annemin, üzerimdeki yazın bir iş bul baskısını kırmıştım. Hadi ama, büyük ihtimalle mahallede gazete dağıtarak kazanacağım paranın aynısını kazanıyordum zaten.
2018’de e-spor, her tür imkân ve garanti kontratlarla bezeli milyar dolarlık bir endüstri olabilir fakat, ben başlarken adeta Vahşi Batı’ydı. Salonlarımız Avm’ler, oyun mağazaları veya öğrenci kulüpleri oluyordu. Çok göz kamaştırıcı olduğunu söylemek zor… Sıradan bir insan geçerken bizi görüp “bu çocuklar ne halt ediyor burada” diye düşünüyor olabilirdi fakat benim hayatımda işler oldukça keyifliydi. Melee oynayan herkes bu işi kalbinde hissederek yapıyordu. Kimse bugün bildiğimiz gelişmiş metalardan haberdar değildi. Sadece içeri girer, tuşlara basar ve kazanmayı umardın.
Sıkı çalışarak ve öğrenerek geçen birkaç yılın ardından Apex 2010’da ilk sırayı aldım. 1485 Dolar’lık büyük bir ödülle birlikte. 17 yaşındaydım. Tek seferde almak için çok büyük bir para gibi gözükmüştü. Komiktir ki o Apex’in sonucuna baktığımızda ilk üçün ben, Armada ve Mew2King olduğunu görüyoruz. Sanırım işler ne kadar değişse de bir şeyler aynı kalıyor. Her neyse, aklımdan ilk kez “Vay be! Galiba gerçekten bu işi profesyonel seviyeye çıkarabilirim” fikri o zaman geçmişti.
Söylediğim gibi, Melee’nin ilk yıllarında kazanacak çok para veya ortaklık yürütecek sponsorluklar yoktu. Şimdi işler farklı tabii. Ben Team Liquid’le imzaladım, Mang0 Cloud9’la, Mew2King Echo Fox’la ve Armada’da da Alliance’la çalışıyor. Fakat geçmişteki günlerde, biz Smash’çiler, turnuvalarımızı kendimiz organize etmek ve ödül parasını kendimiz çıkarmak zorundaydık çünkü dövüş oyunları toplumunun kara kedisi gibiydik. Street Fighter veya Marvel vs. Capcom gibi daha ‘ciddi’ dövüş oyunlarının oyuncuları bizi kendi işlerine burunlarını sokan, can sıkıcı ve küstah gençler olarak görüyorlardı. Bizim bu ‘çocuk oyununu’ nasıl bu denli ciddiye aldığımızı anlayamıyorlardı. Bunun yüzünden de, Melee her zaman EVO takviminin dışında tutuluyordu. Bu bir hakaretti. EVO, dünyanın en prestijli dövüş oyunları festivaliydi ve bize oraya ait olmadığımız söyleniyordu.
Bakın, bir şekilde anlıyorum bunu. Melee oyuncularının yaş ortalaması o zamanlar, Street Fighter klanınınkinden çok daha düşüktü. Bir de üstüne içinde Mario, Link ve Samus gibi karakterler barındıran bir Nintendo oyunu oynuyorduk (Jigglypuff temelli oynayan biri olarak Ken ve Ryu oynayarak büyüyen birinin bize neden şüpheyle yaklaştığını anlayabiliyorum.) Sanırım en büyük hatamız oyunumuzun ne kadar harika olduğunu, onu oynayarak büyümemiş insanlara yeterince anlatamamak oldu. Neyse ki bu dışlanma bizim için çok önemli değildi çünkü kendi işimize bakmak da bizi tatmin ediyordu. Onlar haklıydı, biz farklıydık fakat bu mutlu olunması gereken bir şeydi. Bu, üzerine çok çalıştığımız bir tutumdu ve bizi bağımsız, kendine yeten bir topluluk yaptı. Melee toplumunun, üstesinden gelemeyeceği bir engele çarptığını görmedim.
Fakat 2013’te her şey değişti. EVO organizatörleri, ana sahnedeki bir boşluğu hayranların ve oyuncuların seçeceği bir oyunla doldurmaya karar verdi. Belirli bir oyun adına bir göğüs kanseri kurumu için bağış yapıyordunuz ve en çok bağışı alan oyun seçilmiş oluyordu. Melee hayranları kendilerini gösterdi. 94 bin Dolar’la sandığı ağzına kadar doldurdular ve açık arayla birinci oldular. Devasa bir olaydı. İlk kez, en büyük sahnede Capcom, SNK ve NetherRealm gibi önemli isimleri etkilemek için bir şans elde etmiştik. En büyük parayı toplayacağımıza dair hiç şüphem yoktu. Bütün Smash’çilerin bir fırsata ihtiyacı vardı ve bu şansın elimizden kayıp gitmeyeceğine adımız gibi emindik. Diğer bütün dövüş oyunu hayranlarının reaksiyonu muazzamdı. “Vay be! Bu çılgın çocuklar geçekten de işin üstesinden geldiler.”
Tabi ki, sonrasında gelecek adımları kimse öngöremezdi. EVO 2013’ten, yani Melee sonunda en üst düzey dövüş oyunları arasında hak ettiği yere gelmeden, bir hafta önce Nintendo, EVO’nun turnuvada oyunu yayınlama iznini iptal etti. Bu günden bakınca bile, büyük bir oyun yapımcısının aldığı en mankafalı kararlardan biriydi bu. Özellikle de Nintendo gibi, canlı rekabet ve e-spor üzerine en azından temel bir anlayışı olması gereken bir kurum için. Oyununuzun EVO’da oynanmasına izin vermeyerek nasıl bir kazanç elde edebilirsiniz ki? Neden böylesine tutkulu global bir kitleyi yok sayarsınız? Hem de o noktaya ulaşmak için her şeylerini vermişlerken. Evet o günler şirketler için, telifli ürünlerinin internette tüm dünyadaki seyircilere canlı yayınlanmasının endişe verici olduğu günlerdi. Fakat yine de, artık Melee oyuncularının sabrı tükeniyordu. Son on yılda tüm ülkeyi kendi paramızla dolaşmış ve kazananlar düzgün bir ödül alsın diye turnuvaları finanse etmiştik. Sizin karşılığınız bu mu yani?
O birkaç gün boyunca, benim ve diğer Melee profesyonellerinin kalbi kırıktı. Neyse ki kitle bir araya geldi. Dilekçe verdik, şikayet ettik ve sonu gelmeyen pazarlıklar yaptık. Sonunda da Nintendo’yu kararını geri çekmek için ikna etmeye yetecek kadar mücadele vermiş olduk. Dediğim gibi, asla ama asla Melee hayranlarını hafife alamazsınız. Sonuçta rekabetçi sahnenin gördüğü en kritik kampanyaya dönüştü ve EVO 2013, Melee’nin nihayet sınırı aştığı etkinlik oldu. Çünkü artık, oyun dünyasının gözünde ilkokul çocukları değildik. Oyuncu arkadaşlarımız bizim orada olmayı hak ettiğimizi fark etmişlerdi. Melee, en üst seviyede oynandığında harika bir oyun. Kusursuz ve tahmin edilemez. En üst seviyede oynamak neredeyse jazz müzik çalmak gibi. Bunu göstermek çok önemliydi. Turnuvanın kendisi de çok dramatikti. Wobbles’ın akıl almaz bir Sindirella masalı yazdığını gördük. Amanda emeklilikten dönüp dördüncü sırayı aldı. Klasik bir Mang0 performansı vardı, büyük finallere giden yolda kaybedenler listesindeki herkesi yok etmişti. Neler olup bittiğini pek anlamayan seyirciler için bile ilgi çekiciydi. Ben üçüncü olmuştum ve turnuva bittikten sonra Vegas’tan ayrıldığımda, artık sahnenin bizim için aynı olmayacağını anlamıştım.
Tabi ki, Melee EVO 2014’e de davet edildi. Bu sefer herhangi bir bağış olayına gerek kalmadan hem de. Orada bir Melee turnuvası için bugüne kadar görülmüş en yüksek katılımcı sayısına ulaşıldı: 970 kişi. Nihayet başarmıştık.
Sonunda buradayım işte, 25 yaşında üst üste beşinci EVO’m için hazırlanıyorum. Birçok açıdan benim için değişen pek bir şey yok. Hala eski bir CRT televizyonunda GameCube oynuyorum. Mang0, Armada, Leffen ve Mew2King gibi insanlar hala yolumu kesmeye çalışıyor. Ama büyük farklar da var tabii. Daha iyi para kazanıyoruz. Annem, artık benim için endişe etmiyor. Artık gazete dağıtarak kazanabileceğimden çok daha fazla para kazanıyorum. Fakat en önemli şeyde hiçbir farklılık yok. Halen o 15 yaşında yeni yeni yarışmalara katılan çocuğun beslediği hırs ve tutkuya sahibim.
Bir şekilde hayatımın geri kalanında, aktif oyuncu, antrenör, menajer ve hatta bir taraftar olarak, Smash camiasının içinde olmayı planlıyorum. Ölüm döşeğinde dahi kendimi çok iyi hissediyor olacağım. Bu oyunun bana vermiş olduklarını düşüneceğim. Hala rekabetçiyim fakat benim kadar uzun bir süre Melee dünyasının içinde bulunursanız, giderek daha edilgen olmaya giden bir eğilim gösteriyorsunuz.
Orlando’da bir çocukken ilk turnuvalarımı düzenleyen bu topluluktu. Nintendo’dan hiçbir finansal destek almadan Apex ve Genesis’i de bu topluluk inşa etti. Daha iyi olmak için bir şansım olduğunu bana bu topluluk gösterdi. FGC bütün erişim imkanlarımızı mühürlediğinde bile bu kadar yaratıcı ve inovatif davranan da onlardı. 2013’te en ufak bir kapı aralandığında, şanslarını sonuna kadar zorladılar. Ne kadar minnettar olduğumu asla yeterince ifade edemeyeceğim. E-spor artık zirvesini yaşıyor. Umarım kendini tanıtmakta zorluk çeken diğer gruplar için iyi bir emsal teşkil etmişizdir.
Elbette bu organizasyon benim için nostaljiden ibaret değil. Bu yılkı EVO’dan, Jigglypuff’ımla birlikte şampiyon olmadan dönmemin ve kupa sayımı Mang0 ve Amanda’yla eşitlememin karşısında kimse duramaz. Çok basit, bu doğru olmazdı. Günün sonunda, bu Melee. Burada her zaman masalsı sonlara yer vardır.
Çeviri: Barış Öztürk