Emilio Garrastazu Medici liderliğindeki cunta Brezilya’nın kaderini değiştirirken, ülkenin ortak tutkusu futbolu da boş geçmez. 1970 yazında Meksika’da düzenlenecek Dünya Kupası’na hazırlanan Brezilya Milli Takımı’nı çalıştıran Joao Saldanha’nın görevine son verilir. Kupaya kısa bir süre kala alınan karara, Komünist Parti üyesi Saldanha ile Medici arasındaki sorunların neden olduğu konuşulmaktadır. Atletico Mineiro hücumcusu Dario’nun takıma alınmasını ‘rica eden’ diktatöre “Benim de yönetimle ilgili tavsiyelerim var!” cevabını yapıştıran Saldanha, Seleçao’nun başında değildir artık. Yeni antrenör, topçuluk yıllarında fırtınalar estiren ve Medici’nin Dario ‘nasihatini’ dinleyen Mario Zagallo’dur. Ülke futbolunun fiziksel evrim geçirmesi gerektiğini düşünen Zagallo, bu fikir doğrultusunda belirler ekibini. Teknik kadronun içerisindeki isimlerden biri, estetik futbolcuların kabusu olarak futbol tarihine geçecek ve kimi antrenörler tarafından eziyet olarak yorumlanacak Cooper Testi’ni yeşil sahalara sunan Claudio Coutinho’dur.
Askeri eğitim alan ve yüzbaşılığa kadar yükselen Coutinho, beden eğitimi üzerine çalışmalar yapar ve uzun yıllar voleybol oynar. Fiziksel gelişim mevzularına kafa yoran Brezilyalının hayatı 1968 yılında Yeni Kıta’da farklı bir yola sapar. ABD’de düzenlenen bir kongreye katılan Coutinho, burada Profesör Kenneth Cooper ile tanışır. Hava Kuvvetleri bünyesinde görevli bir doktor olan Cooper, askerlerin dayanıklılığını arttırmak adına geliştirdiği ve 12 dakikada olabildiğince mesafe kat etmeye dayanan Cooper Testi’nin yaratıcısıdır. Profesörün NASA’daki çalışmalarında ona mesai arkadaşlığı yapan Coutinho, öğrendiği metotlardan etkilenmiş şekilde yurda döner ve hafızasına attığı kondisyon tekniklerini samba diyarına sunmakta gecikmez.
1970 Dünya Kupası’na hazırlanan Brezilya’da yaşanan antrenör değişikliği ile başa gelen Zagallo, ekibine onu da dahil eder. Coutinho, Carlos Alberto Parreira’nın başında olduğu kondisyon ekibindedir ve NASA’daki tecrübelerini, yüksek rakımlı Meksika’daki antrenman sahalarına aktarmakla yükümlüdür. Minimum kondisyonla sunulan teknik gösterilerle mahdut Brezilya futbolcuları tempoya ayak uydurmakta zorlanır. Fakat Cooper Testi’nde sınıfta kalan Rivelino ve arkadaşları, muhteşem maçlara imza atarak Jules Rimet’yi ebediyen Brezilya’ya getirir. Avrupa’nın kondisyon erbaplarından İtalya karşısında oynanan futbol ve Carlos Alberto’nun son dakikalarda gelen golündeki organizasyonda İtalya yarı sahasına adeta sel gibi dökülen takım, Coutinho’nun rüştünü ispatlar. O, artık kondisyon gurusudur.
Önce Peru Milli Takımı’nın danışmanlığını, ardından Vasco de Gama’nın antrenörlüğünü yapar. Tarihler 1974’ü gösterdiğinde tekrar ‘vatani görev’ zamanıdır. Almanya’daki Dünya Şampiyonası’nda Zagallo’nun teknik ekibinde bir kez daha arz-ı endam etse de netice müspet olmaz. Hollanda’ya yenilen Brezilya final göremese de Coutinho’nun ufku yeni bir mefhuma açılır; Total Futbol! 1976’da Olimpik Milli Takım baş antrenörü olur ve Montreal’den ülke tarihinin o güne kadarki en iyi olimpiyat derecesi olan dördüncülükle döner. Aynı yıl, ileride büyük işler başaracağı Flamengo ile kısa süreli flört etse de araya bir kez daha milli meseleler girer.
Medici’den bayrağı devralan Ernesto Geisel, cuntanın yeni lideridir. Ülke üzerinde artırdığı baskıdan futbol da nasiplenecektir pek tabii… Medici antrenörle uğraşırken işleri ‘büyüten’ Geisel’in hedefinde federasyon vardır. Eş zamanlı olarak FIFA’da başkanlık görevini de yürüten dönemin futbol federasyonu başkanı ve usta koltuk sevdalısı Joao Havelange’ın görevine son verilir, ülke futbolunun başına Amiral Heleno de Barros Nunes geçer. Nunes, her anlamda bir güç delisidir ve 1974 Dünya Kupası’ndaki kırılgan futboldan hayıflanmaktadır. Fiziksel kapasitesi üst düzeyde bir takımla, düşman Arjantin topraklarında bir başka diktatör Videla karşısında alınacak bir zafer arzulayan Nunes, Osvaldo Brandao’nun görevine son verip 27 Şubat 1977’de Claudio Coutinho’yu takımınliderliğine getirir. Mutat Brezilya futbol anlayışını yıkmayı hedefleyen Coutinho, ilk maçına Dünya Kupası elemelerinde Kolombiya karşısında çıkar ve 6-0’lık ihtişamlı bir zaferle büyüdüğü topraklar olan Rio de Janeiro’da gövde gösterisi yapar. Alınan sonuçlar Arjantin kapılarını açmıştır; artık devrim vaktidir.
Coutinho’nun gayesi, gerek fiziksel gerek oyun anlamında Avrupalılaşmadır. Bir yandan Cooper Testi ile yıldızları zorlamaya devam ederken, bir yandan da ülke futbolunun tabularına karşı savaş açar. ‘Zaman kaybı ve fiziksel eksikliğin ispatı’ olarak addettiği, Güney Amerika ayaktopunun nazar boncuğu dripling mefhumu, en konuşulan eleştirilerinden olur. Yıldızların omuzlarında yükselen bir takım yerine; sağlam savunma, taktik disiplin ve şablonlar üzerine bir ekip kurmayı amaçlar. Bu, birçok futbolsevere göre teknokrat yapıdaki Coutinho’nun göze hoş gelen Brezilya futbolunu yerle bir etme girişimi olarak algılanır.
Alışılagelmiş sistemin parçalarını sökerken, kendi sisteminin sağlam temeller üzerinde yükselmesi için çözümler sunan Coutinho, kafasındaki Hollandavari futbol için çok yönlülük, boş alan ve bindirme gibi bugün bile sıkça kullanılan kavramları küresel futbol sözlüğüne katmayı başarır. Olimpik Milli Takım tecrübesi esnasında bolca gençler seviyesinde maç izlemesi, onlarla çalışma ve sistem bilgisi avantajı olarak yorumlanır. Yumuşak karnı ise profesyonel seviyede futbol oynamaması ve yeterli antrenörlük tecrübesi bulunmamasıdır. Nitekim Brezilya matbuatı her fırsatta bu boşluğa yumruğunu sallayacaktır.
Kupa yaklaşmaktadır ve Seleçao kadrosu şekillenmektedir. İlk patırtı kadro seçiminde kopar. Internacional ile Brezilya Ligi’nde harikalar yaratan orta saha yıldızı Roberto Falcao milli takıma çağrılmaz. Falcao, yıllar sonra yaptığı bir söyleşide kupaya götürülmeme nedeninin cunta rejimi ile yaşadığı sorunlar olduğunu belirtirken, 1982 İspanya’daki şahane performansında bu hayal kırıklığının yarattığı hırsın da etkili olduğunu söyleyecektir. Coutinho’nun kadro seçimindeki bir diğer ilginçlik ise her şeyden çok önem verdiği savunma hattında olur. 1970’teki süper takımın kaptanı sağ bek Carlos Alberto, 1978 Dünya Kupası eleme maçlarının birçoğunda pazubandını taşısa da Coutinho’nun kupa kadrosunda yer bulamaz. Karşı çizginin beki Francisco Marinho da aynı şekilde kesiği yemiştir. Esas çelişkili karar ise merkezdedir. ‘Avrupalılaşma’ sapağına giren Coutinho, Avrupa’da top koşturan yegane isim olan Atletico Madrid’li Luis Pereira’yı silmiştir. Hücum tarafı da tenkitlerden nasibini alır. Söylentilere göre Roberto Dinamite, Amiral Nunes’in ‘ricasıyla’ takıma alınmıştır.
Öte yandan, Coutinho da gençlerle ilgili beklentileri hayata geçirmeyi başarmıştır. Takımın 10 numarası Rivelino dışında 30’lu yaşlarında futbolcu yoktur. Arjantin yolcuları arasındaki 11 isim 10’dan az maçta milli forma giyerken, sadece altısı bir önceki Dünya Kupası’nda oynamıştır. Her şeye rağmen basında bedbinlik hakimdir. Bu karamsarlık ortamında Coutinho’nun takımını çıkardığı Avrupa turu da tuzu biberi olur işin. Brezilya, 1974’teki kupa öncesinde de aynı turu yapmıştır fakat bu, kıtanın şartlarına ayak uydurmak adına elzem bir maç zinciridir. Güney Amerika’da yapılacak turnuva evvelindeki bu tur ise spor basınına göre takım üzerinde mantıksız bir yorgunluğa sebep olacaktır.
Bu turda oynanan üç maç pek iç açıcı geçmez. Fransa’ya mağlup olan Brezilya, Batı Almanya’yı yense de son maçında İngiltere ile 1-1 berabere kalır. Eleştiriler sonuçtan öte, oynanan kısır futboladır. ‘Cunta mağduru’ Saldanha, Coutinho’nun ‘sistem’ takıntısına gönderme yapıp “Bindirme dediği şeyi Garrincha doğaçlama yapardı. Ayrıca Zico ve Rivelino’nun birer savunmacı gibi geriye geldiğini görüyorum. Umarım bunu kupada yapmazlar!” der. Bilimsel çalışmalarını eleştirenler ise 1958’deki ilk dünya şampiyonluğunda tuzu bulunan spor psikoloğu Joao Carvalhaes’i yâd ederek, “Testlere göre seçim yapsaydık, yeterli zekâ seviyesine sahip olmayan Garrincha milli takımda hiçbir zaman oynayamazdı” yorumunu yapar. Futbolseverler de kadroya giremeyen sol bek Marinho’nun yerine aslen stoper olan Edinho’nun oynamasını eleştirir ve klişe bir tartışmaya girmeden de duramazlar: “İki 10 numara Zico ve Rivelino, aynı anda sahada olamaz!”
Kupa, Brezilya için 3 Haziran 1978’deki İsveç maçıyla başlar. Coutinho’nun savunmada agresif, rakibe baskı yapan, aynı zamanda Zico ve Rivelino ikilisinin yaratıcılığıyla pozisyonlar üreten farklı bir Brezilya yarattığı ilk 20 dakikada görülür. Fakat genç forvet Reinaldo’nun kaçırdığı goller, oyunun tabelayı etkilemesine mani olur. Maç büyük bir sürprizle 1-1 sonuçlanırken, Zico’nun son saniyede attığı gol Galli hakem Clive Thomas tarafından “Top havadayken maçı bitirdim” gerekçesiyle iptal edilmiştir. Bu moralsizlikle İspanya karşısında dökülen Brezilya, 0-0’a duacıdır. Hayat memat meselesine dönen Avusturya maçı öncesinde Coutinho değişikliklere gider.
Zico, Reinaldo ve Edinho kulübeye çekilir. İlk 11’e monte edilen ‘Nunes’in Adamı’ Dinamite, attığı golle Brezilya’yı final grubuna taşır. Takım, bu ikinci etaba daha iyi başlar. Peru ve Polonya üçer golle geçilir, ‘Rosario Savaşı’ olarak kupa tarihine geçen bol vurdulu kırdılı maçta ise Arjantin’le 0-0 berabere kalınır. Hollanda, diğer grupta beş puanla finale yükselirken, aynı puan ve artı beş averaja sahip Brezilya’nın final umutları, Arjantin’in 6-0’lık Peru ‘zaferi’ ile altüst olur. Brezilya, İtalya’yı yenerek üçüncülükle ülkesine dönse de Coutinho şaibeli maça atıfta bulunarak takımını ‘gönüllerin şampiyonu’ ilan eder.
Gerek mezkûr maç gerekse de namağlup tamamlanan turnuva, Coutinho’nun kredisini artırır. Fakat 31 Ekim 1979’da Copa America’da oynanan 2-2’lik Paraguay maçı, milli takım kariyerinin sonu olur. Bu veda bir bakıma tek noktaya odaklanması için avantajdır. Zira Flamengo ile 1978’de ikinci kez yola çıkıp iki cambazı bir ipte idare etmeye çalışsa da milli takıma veda sonrası, sadece Flamengo ile devam kararı alır. Kariyerinin en parlak günlerini burada yaşayan Coutinho, üç eyalet şampiyonluğunun yanına kulüp tarihinin ilk Brezilya şampiyonluğunu katar. Bunun yanında klasik bir Güney Amerikalı 10 numara olan Zico’yu fiziksel ve mental anlamda beynelmilel seviyeye çekmeyi başarır. Fakat 1980’de futbolcular ile arasında sorunlar olduğuna dair dedikodular artar ve bu kaosun önüne geçemeyen Coutinho, Brezilya’dan ayrılır. 1981 yılında ikinci vatanı ABD’ye giderek Los Angeles Aztecs’in başına geçen teknik adamın yarattığı Flamengo takımı ise aynı yıl Libertadores Kupası’nı kazanıp fevkaladeliğini ispatlar.
13 Aralık 1981… Güney Amerika şampiyonu Flamengo, Avrupa şampiyonu Liverpool’u 3-0’la perişan ederek dünyanın bir numarası oldu. Coutinho’nun müteahhitliğini yaparak öğrencisi Carpegiani’ye teslim ettiği takım, 1963’ten beri hiçbir Brezilya takımının ulaşamadığı kupayı kaldırırken, futbolcular şampiyonluğu, birkaç gün önce kaybettikleri eski antrenörleri Claudio Coutinho’ya armağan etti. Zira 27 Kasım 1981’de Rio tatili sırasında Carragas’ta yaptığı dalıştan sağ çıkamayan Coutinho hayata gözlerini yummuştu.
Cunta dönemindeki yükselişi nedeniyle Brezilya sol cenahının sıcak bakmadığı Coutinho, her şeye rağmen ülke tarihinin en güçlü kulüp takımlarından Flamengo’nun yaratıcısı olarak saygıyı hak ediyor. Kıtayı terk edip uluslararası etkisine baktığımızda ise kafamızı kurcalayan bir soru var: “Lazaroni ile başlayan, Parreira ile zirve yapan ve bugünlere kadar uzanan ‘Avrupalı’ Brezilya sistemi, Coutinho başarılı olsa acaba 1978’den itibaren mi süreklilik kazanacaktı?”