Alexis Menuge’ün gerçekleştirdiği bu röportaj, ilk olarak Socrates’in 39. sayısında yayımlanmıştır. Tüm sayılarımıza bu adresten ulaşabilirsiniz.
2012’den bu yana Fransa Milli Takımı’nın teknik direktörüsünüz. Rusya’daki Dünya Kupası, kariyerinizdeki üçüncü büyük şampiyona olacak. Böyle turnuvalarda milli marşınızı okumak size ne ifade ediyor?
Her defasında çok duygulanıyorum. Bir maçın başlamasına kısa bir süre kala insan adrenalinle doluyor ve sonu gelmez bir gerilime kapılıyor. Milli marşı söylemek, aynı zamanda ülkenle ve Fransız olmakla gurur duymak da demek. Bu hisleri oyuncuyken de tatmıştım.
2001 yılında saf değiştirmeye karar verdiniz ve daha 33 yaşınızı doldurmadan futbolculuk kariyerinizi sonlandırıp antrenör olarak işe koyuldunuz. Teknik adamlık, oyuncuyken hayal ettiğiniz gibi mi?
Dürüst olmam gerekirse bu kadar zor olacağını tahmin edemezdim. Oyuncular, teknik direktörleri düzenli olarak teste tabi tutuyorlar. Size –kimi zaman aynı gün içinde birkaç kez– meydan okuyorlar ve bu yalnızca sahayla sınırlı kalmıyor, soyunma odasında da devam ediyor.
On yılı aşkın bir süre boyunca önemli kulüpleri de çalıştıran biri olarak, sizin için milli takım antrenörlüğünü kulüp takımlarını yönetmekten ayıran özel zorluklar nelerdi?
Tüm oyuncuları mutlu etmenin imkânsız olması ve şüphenin sürekli size yoldaşlık etmesi. “Acaba doğru kararı verebildim mi?” ya da “O oyuncuyu başka bir pozisyonda oynatsam daha iyi olmaz mıydı?” Bu noktada dikkat edilmesi gereken en önemli şey, taşıdığınız şüpheyi asla belli etmemeniz.
Aldığınız kararları açıklamaya çalışır mısınız? Mesela bir oyuncuya onu neden kadroya çağırmadığınızı anlatır mısınız?
Açıkçası bunu yapmak insana hiçbir şey getirmez, çünkü oyuncular o sırada bambaşka şeyler düşünürler ve düşüncelerinden başka hiçbir şeyi dinlemek istemezler. O yüzden, haklı olduğuma inandığım yerleri açıklamaya çalışmak bana mantıklı gelmiyor. Kadroya alınmayan bir oyuncunun duymak isteyeceği son şey, benim onu neden çağırmadığıma dair argümanlarımdır.
Ancak her oyuncu aynı olmuyor. Bazıları bu tür bir iletişime ihtiyaç duyuyor olamaz mı?
Doğru. Herkes farklıdır. Ama bir oyuncuya rakibinin ondan daha iyi olduğunu nasıl söylersin? Sence bunu gerçekten de duymak ister mi? Benim düşünceme göre, bu tamamen zaman kaybı. Benim işim kadroyu oluşturmak. Seçimi kim yapıyorsa birilerini dışarıda bırakması gereken de odur.
Peki takım hakkındaki konuşmalar hakkında ne düşünüyorsunuz? Oyuncularınızdan talep geldiği takdirde taktik ve saha içindeki yerleşim gibi konularda onlarla tartışır mısınız?
Eğer bir oyuncu benimle böyle şeyler konuşmak isterse, onu elbette dinlerim. Bazen bir oyuncuyu kulübünde oynadığı mevkiinden farklı bir yerde kullanmak istersiniz. Böyle bir durumda, bu karara nasıl vardığımı ona anlatırım. Ayrıca bu konuşmanın ardından nasıl bir reaksiyon verdiğini de görmek isterim. Ne yazık ki oyuncuların birçoğu bu gibi konularda pek de konuşkan değiller. Belki de “Takım için bu daha iyiyse tamam” diyorlardır ama kararlarım hakkında neredeyse hiç kafa yormuyorlar.
Disiplin sizin için ne kadar önemli?
Benim için her şeyin başında disiplin gelir ve bunu bütün oyuncularım bilir. Dünya Kupası gibi uzun bir turnuvadaki asıl zorluk, hiçbir oyuncuyu kaybetmemekten geçiyor. Herkes her an hazır olmalı çünkü bu genellikle böyle olmuştur; Dünya Kupası’nın başında oynayan oyuncularla sonunda oynayan oyuncular aynı değildir. Burada amaç, bir birlik oluşturmak olmalı. Ekibi öyle bir yönlendirmeliyim ki onların bütün gücünü harekete geçirmeliyim. Takımda küçük bir rol oynayan bir oyuncuyu motive etmek bazen çok da kolay olmaz. Benim görevim ise böyle oyuncuları sürekli zorlamak.
Bu bağlamda Ousmane Dembele’nin Barcelona’ya gidebilmek için Borussia Dortmund’da antrenmanlara çıkmayı reddetmesine ne diyorsunuz?
Ousmane’nin yaptığını son derece yanlış buluyorum. Böyle bir davranışın futbolda yeri yok. Onun oynamama kararı hem kendisinin hem de Dortmund’daki arkadaşlarının elini kolunu bağladı. Ve tabii ki benim de; onu çağıramıyordum çünkü maç ritmini kaybetmişti. Ousmane’yi oldukça iyi tanıyorum ve şu kesin ki o, günün birinde uyanıp greve gitme kararını almadı. İşleri bu noktaya sürükleyen şey, kesinlikle aldığı yanlış tavsiyelerdi. Ama umuyorum ki bu üzücü hikâyeden doğru sonuçları çıkarmayı başarmıştır.
Günümüz jenerasyonunu sizin de içinde bulduğunuz doksanlı yılların oyuncularıyla kıyaslamak mümkün mü?
Karşılaştırmamayı tercih ederim çünkü artık medya ortamı ve oyuncuların çevresi tamamen değişti. Tüm bunların oyuncuların etrafındakilerle alakası var. Aileler ve yakın arkadaşlar benim zamanıma kıyasla çok daha fazla işin içinde ve hepsinin maddi çıkarları söz konusu. Durum böyle olunca gidip üstü kapalı bir şekilde oyuncuya “Sen oynamayı hak ediyorsun, rakibinin senden bir fazlası yok” diyebiliyorlar. Ayrıca her şey inanılmaz bir hızda yaşanmaya başlandı. Benim zamanımda biri yurt dışına gitmeye cesaret etmeden önce en azından iki ya da üç kez düşünürdü. Şimdiyse hemen karar veriyorlar. Bunun sonucunda da herkesin istediği şeyi hemen söylemesi problemi doğuyor ki bu bazen çok tehlikeli… Medyada da yaptıkları eleştirilerde bazen çok acımasız davranan uzmanlar var. Tarafsızlığın olduğu günleri özlüyorum. Günümüz futbolcularına gelirsek, hiçbirinin haberlere ilgisi yok. Hemen hemen hiç gazete okumuyorlar.
Takımınızın Dünya Kupası sırasında sosyal medya kullanımını kısıtlayıcı bir kural koydunuz mu?
Elbette. Ve bu kurallar, kaç yaşında olurlarsa olsunlar tüm futbolcularım için geçerli. Tamam, sosyal medya hayatımızın bir parçası, bunu yasaklamak istemiyorum ama beş-altı hafta boyunca gece gündüz birlikte olan bir grup için sosyal yaşam son derece önemli ve başarıya giden yolun temelini oluşturuyor. Bunu korumak için çok dikkatli olmanız gerekli.
Örneğin?
Mesela Brezilya’daki 2014 Dünya Kupası’nda oyuncularımızın antrenman alanımızdaki havuzda fotoğrafları ortaya çıktı ve bir anda internette yayıldı. Bu fotoğrafların ardından ülkemizde sanki biz oraya tatil yapmaya gitmişiz gibi bir izlenim oluştu. Böyle ihtimalleri göz önüne almalıyız. Bizim için asıl gerçeklik hâlâ yeşil sahada.
Futbol oynadığınız dönemde Fransa Milli Takımı’nın kaptanıydınız, ama pazubandınız olmasaydı bile sahadaki gerçek şefin siz olduğunuzu hissettiriyordunuz. Bu karakterde bir oyuncu olarak, lideri olmayan bir takımın başarılı olabileceğine inanıyor musunuz?
Bir takımın yalnızca bir değil, birden fazla lidere ihtiyacı vardır. Bana göre şefler üç çeşittir: Teknik şef, mücadeleci şef ve soyunma odasındaki atmosferden sorumlu, pozitif şef. Bu konuda ‘3’, en doğru rakam.
Peki, takımı olumsuz etkileyen liderler var mıdır?
Kesinlikle. Bir takımı bu tür oyuncular öldürür. Bunu önceleri kendim de deneyimledim. Süre alamayan bir lider, çok hızlı şekilde bir saatli bombaya dönüşebilir ve bu da her şeyin çökmesi adına büyük bir risk teşkil eder. O noktada birdenbire elinizde birbirleri için en ufak sempati duymayan oyuncular kalır ve hep birlikte takıma zarar vermek için çalışırlar.
Bir başka büyük lider de –sizin tanımlamanıza göre muhtemelen teknik olan– Zinedine Zidane’dı. Şimdilerde büyük bir teknik adama dönüşen eski takım arkadaşınız hakkında ne söylemek istersiniz?
Zizou akıl almaz bir fenomen. Hem oyunculuğunda hem teknik direktörlüğünde böylesine üstün başarılar kazanan birini her köşe başında bulamazsınız. Yaptığı her şeyi çok iyi planlıyor. Birbirinden oldukça farklı karakterleri idare edebiliyor ve onlardan bir takım yaratabiliyor. Tüm bunların yanında, taktiksel açıdan da birinci sınıf bir antrenör.
İnsanlar her Dünya Kupası öncesinde yeni süper yıldız arayışına girerler. Sizin için günümüzün en büyük oyuncuları ve onların muhtemel halefleri kimler?
Lionel Messi ve Cristiano Ronaldo kesinlikle diğerlerinin önünde. Her ikisi de yıllardır sezon başına en azından 50 gol atıyor. Birbirlerini o kadar ileriye taşıyorlar ki ikisinin de geri adım atmaya hiç niyeti yok ve bu sayede sürekli en üst seviyede performanslar sergiliyorlar. Eminim ki birkaç yıl daha zirvede kalacaklar ve daha uzun yıllar boyunca isimlerinden bahsedeceğiz. Ancak yeni nesilden Mohamed Salah, Kevin de Bruyne, Kylian Mbappe gibi isimlerin de daha şimdiden hazır olduğunu söyleyebilirim. Büyük başarılara ulaşmak için gereken potansiyele kesinlikle sahipler.