“Mezar taşıma ‘Hamburg, 1974’ yazılırsa herkes orada yatanın ben olduğumu bilir.”
Kahraman, hain, sembol ve sıradan vatandaş Jürgen Sparwasser, 1974 Dünya Kupası’nda attığı gol için böyle söylüyor. Haksız da sayılmaz. Helmut Rahn’ın 1954 Dünya Kupası Finali’nde attığı ve 1966 Wembley-Tor ile birlikte Almanların futbol tarihinden akıllarında en çok yer edinen gol sorulduğunda verdikleri en popüler üç cevaptan biri de bu.
– I –
Berlin’in iki yakası arasındaki gergin atmosfer, Batı Almanya Şansölyesi Willy Brandt’ın, ülkesindeki ABD hegemonyasını kırmak için uygulamaya koyduğu Doğu politikasıyla yerini suların durulmaya başladığı bir döneme bırakmıştı. Şehrin ortasındaki 46 kilometrelik duvar varlığını sürdürüyor, Batı Almanya ülke olarak Doğu Almanya’yı tanımıyordu ancak iki ülkenin devlet başkanları arasında bir diyalog başlamış ve geçici bir barış antlaşması yapılmıştı. Yine de 5 Ocak 1974 günü çekilen Dünya Kupası kuraları iki Almanya’yı aynı grupta buluşturduğunda salona manidar bakışların eşlik ettiği bir sessizlik hâkim olmuştu…
— Bana bu maçı kazanacağımızı söyle.
— Yapamam. Elimizden gelenin en iyisini yapacağız ama galibiyet sözü veremem.
— Dünya Kupası’ndan çekilirsek ne olur?
Doğu Almanya Spor Bakanı Manfred Ewald, Futbol Federasyonu Başkanı Günter Schneider’e yönelttiği bu şok sorudan istediği yanıtı alamayınca bu düşünceyi kafasından atıp sinirli bir şekilde odayı terk etmek zorunda kaldı. Doğu Almanya sporu, ipleri koparmayı finansal olarak göze alamazdı. Üstelik tarihlerinde ilk kez Dünya Kupası’na katılma hakkı elde etmişlerdi. Birçok olimpik branşta kazandıkları -tartışmalı da olsa- büyük başarıların ardından bu defa en popüler sporda dünya sahnesine çıkacak ve -tam da Batı Almanya’da- sosyalizmin gücünü göstereceklerdi.
Batı Almanya tarafında ise en başta o kadar da gergin bir durum yoktu. Zaten açık bir şekilde favoriydiler. Halkın hatırı sayılır bir kısmı politikayla ilgilenmiyor, futbolcular da iyi tanıdıkları bir takımla karşılaşmanın avantaj olduğunu düşünüyordu. Ancak Batı Almanya, Doğu tarafını resmî olarak tanımıyordu. Onlara göre Almanya adını taşıyabilecek tek devlet kendileriydi ve er ya da geç birleşme gerçekleşecekti. Başını Bild‘in çektiği gazetelerin küstah manşetleriyle gerginlik nihayet orada da tırmanmaya başladı. Ancak zirveye ulaşması için birkaç ay daha beklemek gerekiyordu. Maçtan iki ay önce, iki ülke arasındaki diyaloğu başlatan Şansölye Willy Brandt’in özel danışmanı Günter Guillaume’un Doğu Almanya ajanı olduğu ortaya çıktı. Brandt iki hafta içinde istifasını açıklarken, yaklaşan maç da artık Soğuk Savaş’ın bir cephesi hâline gelmişti.
Batı Almanya’da düzenlenecek turnuvaya katılım hakkı kazanıldığı andan itibaren oyunculardan antrenörlere, doktorlardan masörlere ve gazetecilere kadar herkesi izlemeye alan, özellikle oyuncuların Batı’ya transfer olmalarından korkan Stasi patronu (Doğu Almanya Devlet Güvenlik Bakanı) Erich Mielke, bu gelişmelerin ardından yeni bir emirler bütünü yayınladı. Oyuncular üzerindeki denetimi artıran ve onlara politik eğitim verilmesini de kapsayan bu emirler, aynı zamanda maçı izlemek için Batı Almanya’ya gidecek taraftarların seçimi ve eğitimine de değiniyordu. Sadece “siyasi ve sosyal yaşamda aktif, siyasi güvenirliklerini ispatlamış, bilinçli sosyalist vatandaşlar” kafilede yer alabilecekti. Seçilen taraftarlardan biri olan Dieter Tetzlaff, sonraları bu durumu “Maçı izlemeye gidebildim çünkü ailem, evim, büyük bir arabam vardı. Rahat bir hayata sahiptim ve geri döneceğimden emindiler” diye özetleyecekti.
– II –
Maça saatler kala, Doğu Alman takımı hâlâ Hamburg’un 100 kilometre kuzeyindeki otellerindeydi zira teknik direktörleri Georg Buschner, grubun diğer takımları Şili ile Avustralya’nın mücadelesini izliyordu. “İlk golle birlikte buradan çıkarız” demiş ancak devre golsüz sona ermişti. Bu gecikmeden yararlanan diplomat Michael Kohl, takımla bire bir konuşma fırsatı bulmuş ve onlara “Bu akşam her şeyinizi vereceğinizi biliyor ve ikinci tura yükseleceğimiz konusunda hepinize güveniyorum” diye seslenmişti. Ancak kısa bir süre sonra işler değişti. Şili, Avustralya savunmasının kilidini bir türlü açamadı ve puanların paylaşıldığı maç, iki Alman takımının son maç oynanmadan gruptan çıktığını ilan etti. Böylece Doğu Alman oyuncular, turnuva öncesinde kendilerine konulan üç hedefin ikisini gerçekleştirmiş oldu. Gruptan çıkmışlar ve Sovyetler Birliği’nin binlerce insanın öldürüldüğü Estadio Nacional’de maç yapmayı reddetmesiyle hükmen galip sayılıp kupaya katılan Şili’yi geçmişlerdi. Geriye sadece Batı Almanya maçı kalmıştı.
Ev sahibi ise Doğu Almanya’yı yenmenin de ötesinde hedeflere sahipti; Dünya Kupası’nı kazanmak gibi… Ve Şili-Avustralya eşleşmesinden çıkan sonuç, bazı hesapları beraberinde getirdi. Aynı saatte oynanan maçlar neticesinde turnuvanın favorilerinden Brezilya, 2. Grup’ta Yugoslavya’nın arkasında kalmış ve ikinci turda A Grubu’nun ilk takımı olmuştu. Bir diğer favori Hollanda ise ertesi gün zayıf rakibi Bulgaristan’ı mağlup etmesi hâlinde aynı gruba dâhil olacaktı. Bu, şu anlama geliyordu: İki Alman takımının maçında kaybeden taraf, çok daha zayıf bir gruba düşecekti ve Batı Almanya bu gruptan kolayca çıkıp finale uzanacak güce sahipti. Peki hangisi daha önemliydi; duvarın diğer tarafındaki düşman kardeşini mağlup etmek mi, yoksa finali büyük oranda garantilemek mi? Bu ikilem, büyük ihtimalle o aradaki birkaç saatte Batı Almanya tarafında zihinleri meşgul etti.
Takımın bir nevi saha içindeki teknik direktörü Franz Beckenbauer, maç öncesi arkadaşlarına yaptığı konuşmada “Bugün öylesine bir takımla değil, Doğu Almanya’yla karşılaşacağız. Yani hocamız için de oynayacağız” diyordu. Kastettiği, Doğu Almanya şehri Dresden’de doğan teknik direktörleri Helmut Schön’dü. Kulübü -ve ülkenin ikiye ayrılmadan önceki son şampiyonu- Dresdner SC, politik gerekçelerle lağvedilmiş ve Schön de ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştı.
Buna karşın tecrübeli teknik adam, her zamanki gibi sessizdi. Ama bu, sakin olduğu anlamına gelmiyordu. Gazetelerden başlayıp ülke geneline yayılan kendini beğenmişlik dalgası Schön’ü endişeye sokmuştu. Ona göre Doğu Almanya, yaygın kanının aksine futbolda da hiç fena durumda değildi ve önceki yıl Şampiyon Kulüpler Kupası’nda oynanan Dinamo Dresden-Bayern Münih maçları, her ne kadar sonunda Bayern kazansa da bunu göstermişti. Yine çok kısa bir süre önce Milan’ı yenerek Kupa Galipleri Kupası’nı müzesine götüren FC Magdeburg, ülke futbolunun geldiği noktanın bir diğer göstergesiydi ve isimlerini bile tırnak içinde yazıp tahrik edici manşetler atan gazeteler, Schön’e göre onları ateşleyecekti.
– III –
Sıradan bir Dünya Kupası grup maçı olmaktan biraz uzaktı. Art arda iki Alman milli marşının çalınmasıyla başlayan mücadele, iki ülkeyi -Batı Almanya’nın en önemli yıldızlarını profesyonel oldukları gerekçesiyle oynatamadığı olimpiyat müsabakaları haricinde- ilk kez karşı karşıya getiriyordu. İlk düdükle birlikte Batı Almanya topun hâkimiyetini alsa da baskı çok uzun sürmedi. Hatta ilk 45 dakikanın en net gol pozisyonu konuk takımdan geldi ancak Doğu Almanya Ligi’nin son üç sezondaki gol kralı Hans-Jürgen Kreische, topu boş kale yerine üstten auta gönderince soyunma odasına golsüz eşitlikle gidildi. Beckenbauer’in bir kez daha söyleyecekleri vardı: “Bitime 20 dakika kala hâlâ atamadıysak beraberlik için oynayacağız ve üzerimize gelmelerini bekleyeceğiz.”
Ne var ki Batı Almanya, ikinci yarıda da birkaç cılız şut hariç rakip kaleye gidemedi. Pozisyonun olmadığı sıkıcı bir maçın sonuna yaklaşılmıştı ki dakikalar 78’i gösterdiği sırada Erich Hamann, kaleci Croy’dan aldığı topla orta sahayı geçip bir anda kendi sahasından depara kalkan Jürgen Sparwasser’e derin bir pas attı. Topun kontrolünü zor da olsa sağlayan Sparwasser ise kendisini savunan üç oyuncunun arasından geçip kaleci Sepp Maier’i de yere yatırarak vuruşunu yaptı. Doğu Almanya, kupanın bir numaralı favorisi olan büyük rakibi karşısında öne geçmişti. Ev sahibinin kalan 12 dakikadaki baskısından da sonuç çıkmayınca bu vuruş, tarihî maçın sonucunu belirleyen gol olarak kayda geçti. Üç bin kişilik Doğu Almanya tribününün sesi, sanki bütün Hamburg’a egemen olmuştu.
– IV –
Ertesi gün, maçtan önce rakibi küçümseyen Batı Almanya basınının hedefinde bu kez teknik direktör Helmut Schön ve futbolcular vardı. Her ne kadar halkların büyük bir bölümünde düşmanlıktan ziyade gizliden gizliye bir özlem -ve hatta diğer tarafa sempati- olsa da bu duygular çoğunluk tarafından yüksek sesle dile getirilemediği için sesi çıkanın sözleri geçerlilik kazanıyor ve Batı Almanya Milli Takımı adeta bir savaş kaybetmiş muamelesi görüyordu. Oyuncular, kendilerini ancak kupayı kazanarak affettirebilirlerdi. Öyle de yaptılar. Polonya, İsveç ve Yugoslavya’yla aynı gruba düşen Batı Almanya, üç maçını da kazanarak finale çıktı ve Hollanda’yı da devirerek zafere ulaştı. Doğu Almanya ise Hollanda, Brezilya ve Arjantin’le eşleştiği grupta yalnızca bir beraberlik elde edebildi.
Sonunda, iki taraf da istediğini almıştı. Ancak Batı Almanya’nın o günkü maçı bilerek kaybedip kaybetmediğinin tartışması hâlen sürüyor. Bunu hiçbir zaman kabul etmemiş olmaları da tartışmaları bitirmeye yetmiyor. Mağlubiyetin asıl sebebi ise, belki de maç sonunda Sparwasser ile forma değiştiren Paul Breitner’in maçtan tam 20 yıl sonraki “Asıl problem, ilk iki maçtaki gibi oynamış olmamızdı. Eğer Doğu Almanya ile gruptaki ilk ya da ikinci maçımızı oynamış olsaydık yine kaybederdik” açıklamasında yatıyor. Batı Almanya, gerçekten de Şili ve Avustralya maçlarında da çok kötü oynamış, hatta galibiyetlere rağmen taraftarınca yuhalanmıştı. Son grup maçındaki yıkıcı sonuç ise bir silkelenmeye neden olmuş ve o günden sonra takım, beklentilerle ölçüşen seviyeye çıkmayı başarmıştı.
Kısacası Batı Almanya, kaybederken bir yandan da kazanmıştı. Ama bu, düşman kardeşleriyle yaptıkları tek maçı kaybetmiş olmanın hüznünü tam anlamıyla ortadan kaldırmaya da yetmemişti. 1974’teki maçın ardından sık sık rövanş teklif ettiler fakat Doğu Almanya bunu her defasında reddetti. Oyuncular, teknik direktörler ve taraftarlar ne kadar istese de bu maçın rövanşı hiçbir zaman yapılmadı. 1992 Avrupa Şampiyonası elemelerinde aynı gruba düştüklerinde ise maçlar başlamadan birleşme gerçekleşti, iki ülke yeniden bir oldu.
Sparwasser mı? İki Alman devletinin maçında attığı tek golle önce kahraman mertebesine yükseltildi. Ardından golü için ev ve arabayla ödüllendirildiğine dair dedikodular nedeniyle zor günler geçirmeye başladı. “Dünya Kupası’ndan önce hiçbir sorun yaşamadım ama o golden sonra olumsuz reaksiyonlarla karşılaştığım oldu. Zira gizliden gizliye Almanya şarkısını söyleyen, Batı Almanya özlemi duyan çok insan vardı” sözleriyle o günleri anlatan oyuncu, 1988 yılında Magdeburg takımının veteran oyuncularıyla gittiği bir dostluk turnuvası sırasında kafileden ayrılarak Batı Almanya’ya firar etti ve bu defa hain ilan edildi. Sosyalist partinin golden sonra kendisine yaptığı propaganda tekliflerini reddettiği gündeme getirildi. Kısa bir süre sonra duvar yıkıldığında ise birleşmenin sembolü oldu. Bugün, eski bir futbolcu ve sıradan bir vatandaş olarak hayatına devam ediyor…