Dört yıl boyunca futbolseverler tarafından dört gözle beklenen Dünya Kupası’nın heyecanı, açılış maçlarıyla seviyesini başka bir boyuta çeker. Kupanın tarihinde öyle açılış maçları karşımıza çıkmıştır ki bazen finallerden bile daha büyük heyecanı ve sürprizi 90 dakikaya sığdırmıştı. İşte kupa tarihinin öne çıkan beş açılış maçı…
İlkler
Jules Rimet’nin Dünya Futbol Şampiyonası düzenleme hayalleri, 1930 yılında nihayet gerçekleşmiş ve ilk Dünya Kupası’nın Uruguay’da oynanması kararı alınmıştı. Avrupa takımlarının mesafeyi bahane göstererek yeterince katılım göstermediği organizasyonda Fransa, Yugoslavya Krallığı, Romanya ve Belçika, Avrupa’yı temsil etmişti.
Bu takımların arasında da Fransa, kupa tarihine geçmeyi başardı. 13 Temmuz 1930’da başlayan kupada, ilk gün iki maç oynanmıştı. ABD, 3-0 ile Belçika’yı geçmiş ve kupanın ilk galibiyetlerinden birini almıştı. Estadio Pocitos’ta sahayan çıkan Fransa ise Meksika’yı 4-1 mağlup ederek mutlu başlangıcı yapmıştı. 19. dakikada Fransa’yı öne geçiren Lucien Laurent, günün şanslı ismiydi. Günün ilk golünü atan Fransız futbolcu, aynı zamanda kupa tarihinin de ilk golünü ağlara göndermişti.
Lanetin Başlangıcı
1974 Dünya Kupası, açılış maçı geleneğinde değişikliğe gidilen turnuvaydı. Son şampiyon, sahneye ilk çıkan takım olmaya başlamıştı. Bu, aynı zamanda bir ‘kupa lanetinin’ de başlangıcıydı…
Brezilya, 1970 Dünya Kupası’nda herkesin takdirini kazanmış ve Jules Rimet’yi ebediyen müzesine götürmüştü. Ama bu zafer, aynı zamanda Pele’nin yıldızı olduğu jenerasyonun da son imzasıydı. Brezilya, 13 Haziran 1974’te Frankfurt’taki Waldstadion çimlerine çıktığında, dört yıl önceki takımdan hâlâ forma giymekte olan tek isim vardı: 10 numaralı Rivelino.
Rakip Yugoslavya Kızılyıldız ile şampiyonluklar kazanan antrenör Miljan Miljanic’in önderliğinde; Branko Oblak, Jovan Acimovic, Ivica Surjak ve Balkan topraklarından çıkmış en büyük yeteneklerden biri olan Dragan Dzajic’li kadrosuyla Federal Almanya’da boy gösterecekti. Karşılaşmadan bol gol bekleyenler ise hayal kırklığı ile stadyumdan ayrıldı. Karşılaşma 0-0 sonuçlanmış ve Brezilya, yeni bir geleneğin ilk adımını atmıştı.
O tarihten itibaren ‘Bir önceki turnuvanın şampiyonu’ unvanıyla açılış maçına çıkan hiçbir takım, sahadan galibiyetle ayrılamadı. Kuralı bozan, 1994’te Almanya olacaktı. Bolivya’yı tek golle zar zor da olsa geçen Almanya, son şampiyon olarak nihayet iyi bir başlangıça imza atmıştı.
Hoşgeldin Maradona!
1978’de tartışmalı da olsa zafere ulaşan Arjantin’in 1982 için İspanya topraklarına indiğinde futbolseverleri heyecanlandırmak için yeni bir sebebi daha vardı. 1970’lerin sonundan itibaren dünya futbol aleminde adı kulaktan kulağa yayılan Diego Armando Maradona, 10 numaralı forması ile ilk Dünya Kupası tecrübesini yaşayacaktı.
Son şampiyon, 1982’nin açılış maçında Belçika’nın karşısına çıktı. Euro 80’de final oynayan Belçika, Macaristan ve El Salvador’un olduğu gruptaki en güçlü rakipleriydi. Arjantin ve Maradona’yı zor bir 90 dakikanın beklediğini düşününenler yanılmayacaktı da…
Jean-Marie Pfaff, Eric Gerets, Ludovic Coek, Frank Vercauteren gibi yeteneklere sahip Belçika, üstünlüğü sağladı ve art arda pozisyonlara girdi. Arjantin’in ataklarında ise Pfaff, gol izin vermedi. 62’nci dakikada sahneye Belçika’nın forveti Erwin Vandenbergh çıktı. Sol taraftan gelen Vercauteren’in pasında kaleci Ubaldo Fillol’ü mağlup eden Vandenbergh, Belçika’yı 1-0 öne geçirdi ve karşılaşma da bu skorla noktalandı. Kupaya, Falkland Savaşı’nın stresiyle gelen Arjantin, girişi de iyi yapamamıştı. Vandenbergh ise ülke futbol tarihinin önemli anlarından birinin kahramanıydı artık. Belçikalı maç spikeri Rik De Saedeleer’in “Gooool!” nidalarıyla bütünleşen sevinç, ülke futbolunun ikonik anlarından biriydi artık.
Maçı, kupa adına özel kılan fotoğraflardan biri de Maradona’nın etrafına saran Belçikalı futbolculardı. Fotoğraf ilk bakışta, “Adamı, onca topçu ancak durdurabilmiş” düşüncesine soksa da olayın aslı farklıydı. Serbest vuruşta dağılan bir baraj ve topla buluşan genç 10 numara…
Sertlik ve Atletizm
1982’ye gözyaşları ile veda eden Maradona, 1986’da bir futbol tanrısına dönüşmüş ve Arjantin’i şampiyonluğa taşımıştı. 1990 Dünya Kupası’na geldiğinde Napoli’nin ve Arjantin’in ilahıydı. Turnuvanın ilk maçında sahaya çıkan Maradona ve arkadaşları, 1982’de İspanya’da oynadıkları futbolla kendilerinden söz ettiren Kamerun’u karşılarında buldular.
Maradona, hakem atışından sonra Giuseppe Meazza’daki seyircilere kısa bir gösteri sundu ve vücudunun neredeyse her bölgesiyle topa ne kadar hakim olduğunu gösterdi. Fakat maç, bu kadar kolay geçmedi. Kamerun, önce sert oyunu ile Arjantin’i durdurdu. Sertlik dozunu biraz fazla kaçırdılar hatta. 61. dakikada André Kana-Biyik kırmızı kartla oyundan çıktı. Altı dakika sonra ise sahneye kardeşi François Omam-Biyik çıktı ve akıl almaz bir atletizm ile Arjantin kalecisi Nery Pumpido’yu avladı. ‘Yeşil saha harbine’ noktayı Benjamin Massing koyacaktı. Kamerun, maçı 1-0 kazandı kazanmasına ama Massing’in Claudio Caniggia’ya yaptığı, kırmızı kartla cezalandırılan faul de en az Omam-Biyik’in golü kadar akıllarda kalıcıydı…
Kamerun’dan Miras
Fransa, 1998 Dünya Kupası’nı kazandığında kökleri Afrika’ya dayanan yıldızları ile tartışma yaratmıştı. Özellikle ülke içinde milli marş söyleme tartışmasına kadar varan bu sohbetler, zafer gelince biraz olsun dinmişti. Üstelik iki sene sonra Euro 2000’ini de kazanarak yeni yüzyıla afili bir “Merhaba” demeyi de bilmişlerdi…
2002’de Japonya ve Güney Kore’de yapılan organizasyona ‘son Avrupa ve dünya şampiyonu’ sıfatıyla gittiklerinde kadroları, bir önceki turnuvadan çok da farksız değildi. Hatta Thierry Henry ve David Trezeguet gibi 1998’in yeniyetme oyuncuları, artık üst seviyeye tırmanmış ve 1998’de büyük forvet sorunları yaşayan Fransa’nın derdine çare olmuşlardı.
Fakat grubun ilk maçında Senegal karşısına çıktıklarında bir sorunları vardı; dört sene öncenin yıldızı Zinedine Zidane, sakatlığı nedeniyle ilk iki maçta oynamayacaktı. Eşleşmenin, iki enteresan noktası daha vardı. Fransa orta sahasının yük katarı Patrick Vieira, aslen Senegal doğumluydu. Senegal 11’indeki isimlerin hepsi de Fransa liglerinde forma giyiyordu ve takımın başında da Fransız Bruno Metsu vardı. Fransa 11’inde ise Franck Leboeuf dışında Fransa Ligi’inde top oynayan futbolcu yoktu.
Bütün bunları göz önünde bulunduran futbolseverler, Fransa’nın rahat bir galibiyetle Asya’daki ilk Dünya Kupası’na başlayacağını düşünüyordu ama olmadı. 29’uncu dakikada sahneye çıkan Papa Diop, Senegal’i 1-0 öne geçirdi. Fransa, bu gole dahi tepki verememişti. Senegal, o gün 1-0’la hem açılış maçları hem de Dünya Kupası tarihinin en büyük sürprizlerinden birine imza atıyordu. Gerçi turnuva, bu sonucun pek de sürpriz olmadığını kanıtlamıştı. Senegal, çeyrek finale kadar yükselirken, Fransa –Zidane son maçta oynasa bile- gol atamadan, grup sonuncusu olarak dönüş uçağındaki yerini almıştı.