Simon Crithcley, Futbol Düşünürken Aslında Ne Düşünürüz kitabında şöyle der: “Futbol nesnellik ile öznellik âlemleri arasında oynanır.”
Her has(ta) taraftar bir futbol maçının her anında hisseder bunu. Top, saha ve zaman, onun isteklerine, duygularına göre başka bir biçim, ruh ve can kazanır. 1966 yılının 30 Temmuz’unda benim başıma gelen de buydu. Radyoda Halit Kıvanç, İngiltere ile Batı Almanya arasındaki finali rüya gibi naklediyordu. Son dakikada Almanya’nın attığı faul kokan bir golle normal süre 2-2 bitmiş, uzatmalar başlamıştı. Belki öyle değildi ama benim belleğimin derinliklerine Kıvanç’ın sesi hâlâ şöyle yankılanıyor:
“110. dakika… Geoff Hurst ceza alanında topla buluşuyor. Kaleci ile karşı karşıya. Dönüp vuruyor, top direkte patlıyor. Ama o ne? Çizgiye vuruyor ve saha içine dönüyor top. İngilizler kollarını kaldırmış seviniyor. Orta hakem yan hakemle konuşuyor. Evet evet, santraya koşuyorlar. Gol, gol, gol! (…) Şimdi de Batı Almanlar itiraz ediyor ama karar değişmiyor. İngiltere: 3 – Batı Almanya: 2!”
O an tribünde Batı Almanya’yı tutanlar topun çizgiyi geçmediğini net görmüşlerdir mutlaka. İngiltere’yi tutanlar da geçtiğini… Radyodan dinleyenler ise eğer ‘Almanyacı’ iseler topun çizgiyi geçmediğine inanmışlardır, ‘İngiltereciler’
de geçtiğine… Ben geçtiğine inanmak isteyenlerdendim. Hatta emindim bundan çünkü sıkı bir İngiltere taraftarıydım. Üç yıl önce babam Londra’da bulunmuş ve bana maç biletleri, özellikle de Arsenal maçları biletleri yollamıştı mektuplarıyla… Evde İngiltereliydik ve ben 11’i ezbere sayıyordum, 2-3-5 düzeniyle: Banks – Cohen, Wilson – Stiles, Jackie Charlton, Moore – Ball, Hunt, Bobby Charlton, Hurst, Peters.
Alışkanlık işte; takımı 2-3-5 diye sayıyordum ama Alf Ramsey yönetimindeki İngiltere’nin hiç de öyle oynamadığını 1970 Finalleri’ni televizyonda izleyince fark edecektim. Ramsey ‘klasik’ İngiliz futbolunu yere indirmiş, paslı oyuna geçmişti. Jackie Charlton iyice geride oynuyor, Moore duruma göre savunmanın arasına girip çıkıyordu. Takma dişlerini soyunma odasında bırakmış Stiles, savunma önünde çok yönlü orta saha rolündeydi. İleride ise Charlton ‘sahte 9’ gibiydi, Peters ve Hurst en ileri dalış yapan golcüler… Sonra da zaten Jonathan Wilson, Futbol Taktikleri Tarihi’nde bu 4-1-3-2 değişimini ayrıntılı anlatacaktı.
Yıllar sonra Euro ’96 finali öncesinde verilen bir yemekte tartışmalı golün sahibi Geoff Hurst’le karşılaşmıştım. Tabii “Geçmiş miydi?” diye sormadım. Sorsaydım kısaca cevaplayacaktı herhâlde: “Ne bileyim, görmedim ki…” Aslında sorulacak adam Tefik Behramov’du. (İngilizce transkripsiyonla; Tofik Bakramov) O zaman Sovyetler adına turnuvada yer alan ve öldükten sonra Bakü’deki stada adı verilen bu Azeri hakem, tarihe ‘golü veren yan hakem’ olarak geçecekti. Öyle ki 1966 Kupası’nın güzelim filmi Altın Goller’i (Goal) IMDB’de arattığınızda ‘Oynayanlar’ listesinin başında Behramov yer alıyor. Altın Goller demişken, filmin her anı muhteşemdir; jenerikte, slow motion’da Batı Almanya’nın frikiğini savunma çabası içindeki İngilizleri izleriz, sonra görüntü birden hızlanır ve top Almanların son dakika golü olarak fileleri bulur. Futbol böyledir; her anında ne öyküler, ne duygular, ne heyecanlar barındırır.
Peki sonraları ne mi oldu? Geçen yıllarda o ‘an’a gol çizgisi teknolojisi uyguladılar ve topun çizgiyi geçmediğine hükmettiler. Aslında kaba bir görüntüden yapılmış bir çıkarsamaydı bu ve hiç de kesinlik taşımıyordu. “VAR (video asistan hakem) olsaydı böyle sorunları çözerdi işte” dediğinizi duyar gibiyim. Evet, topun çizgiyi geçip geçmediğini bilecektik. Bilecektik de ne olacaktı? O anki heyecanları, tartışmaları yaşayacak mıydık? Futbol bir teknolojik ‘doğruluk’ uygulamasına dönüp bütün o öznelliğinden, duygularından, anlık heyecanlarından, hazlarından ve en önemlisi gizemlerinden yoksun kalacaktı. O Temmuz akşamüstü, o an, o turuncu top, o noktaya vurmasaydı, futbol içimize bu denli işler miydi?